AKP’nin yargılanmaktan başka şansı yok

Uluslararası güçlerin Suriye’yi sıkıştırma hamlelerinden biri de “kimyasal saldırı” meselesiydi.

21 Ağustos 2013’te Şam yakınlarındaki Doğu Guta’da gerçekleştirilen kimyasal saldırıda yüzlerce insan hayatını kaybetmiş saldırı sonrasına ilişkin çoğunluğu çocuk olan cesetlerin fotoğrafları yayınlanmış ve Suriye’ye karşı müthiş bir provokasyon ortamı yaratılmıştı. Türkiye, derhal Suriye’ye müdahale çağrısında bulunmuş Amerikan yönetimi kimyasal silah kullanılması nedeniyle ‘kırmızı çizgi’sinin ihlal edildiğini bildirerek Suriye’ye karşı askeri müdahale için düğmeye basmıştı. Tüm dünya Amerika’nın saldırısını beklerken Obama, Kongre’ye başvurma kararı alıp harekâtı ertelemiş ve Rusya’nın da araya girmesiyle Suriye kimyasal silah stokunu eritme sözü vermiş ve bu plan geçici süreliğine de olsa ertelenmişti.

Dünyaca tanınan gazeteci Seymour M. Hersh ise, birkaç gün önce London Review of Books sitesinde yayınlanan ‘The Red Line and the Rat Line’ başlıklı makalesinde Suriye’de düzenlenen kimyasal (sarin gazı) saldırının, bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde Türkiye tarafından yaptırıldığını ileri sürdü.

Sarin gazı sonrası yapılan provokasyon aklıma geldikçe öfkeme hakim olamıyorum. Başbakan Doğu Guta’daki kimyasal saldırı sonucu Rize’de yaptığı konuşmada aynen şunları söylüyordu: “Özellikle evvelki sabah o yavruların cansız bedenlerini gördük değil mi? Orada kan, kurşun izi yoktu. Çünkü o yavrular maalesef kimyasal silahlarla şehit edilmişlerdi. Ama şuna inanıyoruz ki bu Beşar Esad’ın son çırpınışlarıdır. Çünkü muntakim olan Allah’a inanıyorum ki bunun hesabını en kısa zamanda ondan soracaktır. Bu yavruların intikamını onlardan alacaktır.”

Davutoğlu ise “Bu bir insanlık suçudur ve bu insanlık suçu karşılıksız bırakılamaz. Müeyyidesi ne ise onun gereği yapılmalı. Yoksa uluslararası hukuktan, yoksa insanlık vicdanından bahsetmenin anlamı kalmaz” demiş ve Suriye’ye askeri müdahale için elinden gelenin fazlasını yapmıştı.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya sızan ortam dinlemelerinde Suriye’ye savaş açabilmek için nasıl gerekçeler bulunabileceğini tartışan ve aralarında Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da isimlerin “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine’de saldırtırız” demesi de, “savaş halindeyiz” dediği bir ülkenin insanları bir yana ülkeyi savaşa sokmak için kendi insanlarını da öldürebilecek kadar çığırlarından çıktıklarını gösteriyor.

Tüm bunlar birçok insan gibi benim de aklıma ister istemez Reyhanlı patlamasını getiriyor. 11 Mayıs 2013’te, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen ve resmi rakamlara göre 52 kişinin yaşamını yitirdiği patlama konusunda daha önce El Kaide’yi aklayan açıklamalar yapılmış geçtiğimiz günlerde ise AGİT toplantısında Büyükelçi Tacan İldem Reyhanlı saldırısını El Kaide’nin yaptığını itiraf etmişti.

Yaklaşık iki hafta önce Reyhanlı saldırısı suçlamasıyla içeride bulunan Antakyalı bir gencin ailesini ziyaret ettim. Annesi patlamanın ardından enkazın başında kollarını iki yana açan kadın gibi kollarını açmış ağlıyor ve beddua ediyordu. Reyhanlı Patlamasından El Kaide sorumlu ise şu anda o insanlar neden hala cezaevinde?

Tüm olanaklarını devreye sokup komşu ülke ile savaş halinde olan radikal İslamcı teröristlerin katliamlarına ortak olarak Suriye’ye karşı üst üste savaş suçu işleyen AKP hükümetinin yargılanmaktan sıyrılma şansı kalmamıştır.