Ruhları sakatlanmış 
mülteciler

1948 yılında zulümden kaçan Filistinlilere kapılarını açan ilk ülkelerden biriydi Suriye... Hem de öyle Suriyeliler için Ürdün-Suriye sınırındaki çöle kurulan mülteci kampları gibi kamplarda değil. Türkiye-Suriye sınırındaki kamplar gibi de değil. 2003’ten itibaren ABD’nin Irak’a müdahalesinde de Iraklılar için en iyi sığınaktı Suriye... ABD işgalinden dört yıl sonra Suriye’ye sığınan en az bir milyon Iraklı, hem ekonomik hem de toplumsal anlamda Suriye için ağır bir yük olsa da Suriyeliler tarafından en iyi şekilde ağırlandılar. Geldikleri günden itibaren Suriyelilerin evlerine yerleştirildiler.

Şu anda ise Suriye’ye yönelik emperyal saldırıları takip eden şiddet sarmalında komşu ülkelerde sığınmacı konumuna düşen 3 buçuk milyon civarındaki Suriyeli hayatını inanılmaz güç koşullarda idame ettirmeğe çalışıyor. Maddi olanakları olmayan Suriyeliler umutsuz bir şekilde sınır bölgelerinde sıkışıp kalırken yoksullaşma ve dışlanmaya paralel olarak insani anlamda büyük bir dram yaşıyorlar. Hayat şartlarının Türkiye’yle kıyaslanmayacak kadar ucuz olduğu Suriye’den Türkiye’ye gelen mültecilerin büyük bir kısmı açlıkla boğuşuyor. Suriye’nin kalburüstü kesimi ise Avrupa ülkelerini tercih edebiliyor.

Her şey bir yana, mülteci olmanın ne anlama geldiğini Suriye’deki şiddet olayları arttıktan sonra ailesiyle beraber Fransa’daki yakınlarına sığınan arkadaşım gönderdiği mektupta çok güzel ifade ediyor. Mektubun bir kısmı şöyle:

“Sevgili Sevra, Batının “mültecisevmez” politikası yüzünden evlerimize dönmek istesek de bu kolay gerçekleşeceğe benzemiyor. Öncelikle bizi mülteci durumuna düşüren faktörlerin (şiddetin) ortadan kalkması gerekiyor. Sonumuz, karanlık bir belirsizlik. Ülkemiz bu haldeyken onu yalnız bıraktığımız için utanıp utanmadığımı merak ediyorsundur. Evet, utanıyorum! Annem-babam bizi korumak için Suriye’den çıkardılar. Şu an bulunduğumuz Fransa’yı ara durak olarak görüyoruz. Elbet bir gün ülkemize döneceğiz. Durumlar düzelip geri döndüğümüzde orada kalıp 2-3 evladını toprağa veren insanların yüzüne nasıl bakacağız? Evet, biz savaş olmayan, açlık, hastalık olmayan bir yere nefes alabilmek için kaçtık. Sonuç olarak savaş bizi öldürmedi, sakatlamadı… Ama inan ruhumuzu sakatladı. Yaralı ülkemize uzaktan bakmak, belki de orada olmaktan daha zor. Ne desem bilmiyorum, mülteci olmak işte böyle tarifsiz, böyle garip bir durum, yaşamayanın asla anlayamayacağı… İnsan hakları seceresi pek de parlak olmayan ülkeler ‘insan hakları’ bahanesiyle bizi yerimizden yurdumuzdan ettiler, çok üzgünüm.”

Arkadaşımın böyle anlatmış hissettiklerini. Savaşın iltica boyutu, Hatay gibi Türkiye’nin birçok yerinden hissedilebiliyor. En başında Türkiye’ye gelişleri neredeyse teşvik edilen ancak geldikten sonra başlarının çaresine bakmak zorunda bırakılmış Suriyeli mültecileri Türkiye’nin dört bir yanında kimi zaman çok ucuz bir ücretle çalışırken, kimi zaman dilenirken, parklarda yatıp kalkarken görmek mümkün. Türkiye bir yandan savaşın sürmesine ve bu şekilde sığınmacıların artmasına sebep olurken bir yandan da mültecilere ev sahipliği yapmakla övünüyor. Sonrasını ise onların hayatta kalma becerilerine bırakıyor. Kolay değil, Suriyeli mülteciler meselesi orta ve uzun vadede yeni birçok sorunu beraberinde getirecektir.