Yugoslavya-Türkiye Hangi Benzerlik?

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - ORTA AVRUPA ve BALKANLAR yazıları

Yurdakul Er, 20 Şubat günü yayımlanan yazısında "Türkiye Artık Yugoslavya'dır" diyordu. Tarihsel olayların deterministik bir bakış açısıyla ele alınmasının yanlış sonuçlar verebileceğini unutmadan, Er'in işaret ettiği bu gerçeğin arka planına baktığımızda her iki ülkede de benzer süreçlerin yaşandığını rahatça gözlemlemek mümkün. Hatta Kemal Derviş'in bile bu benzerliğe gönderme yapan açıklamalarda bulunmuş olması şaşırtıcı karşılanmamalı. Derviş, 1,5 sene önce ekonomik verileri çarpıtarak yaptığı açıklamasında, Yugoslavya'nın 30 yıl önce Doğu Bloğu'nun en başarılı ülkesi olduğunu, ülkenin siyasal dengeler iyi yönetilemediği için zor günler yaşadığını söyledikten sonra, sözlerini şöyle sürdürüyordu: "Türkiye, bu hedefe (güçlü bir ekonomi olmaya) kilitlenmelidir. Bu özel sektörün gelişimiyle ve kaliteye odaklanmakla olacaktır".

Ancak Yugoslavya'nın, "Doğu Bloğu'nun en başarılı ülkesi" olmadığı gerçeğinin yanı sıra, ülkedeki ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin, 90'lı yıllarda yaşanan vahşetin en büyük nedeni olduğu olgusu da "etnik çatışma" söylemiyle hep gizlenmek istenmekte. Derviş'in güçlü bir ekonomi için bel bağladığı özel sektörün, Yugoslavya'daki eşitsizliklerin baş sorumlusu olduğu gerçeği de.

Boris Vu&scaronković'in Yugoslavya'daki sosyal eşitsizliğin kaynakları üzerine 1976 yılında kaleme aldığı makalesi "Social Inequality in Yugoslavia"da da belirttiği gibi, Yugoslav özel sektörü "eşitsizliğin ve sosyal farklılaşmanın tartışmasız özel nedenlerinden biridir". Vu&scaronković'in çalışmasına göre, Derviş'in övdüğü otuz yıl öncesinin Yugoslavyası'nda işçilerin %25'i fakirlik sınırının altında yaşamaktadır. İşçiler ve aileleri beraber değerlendirildiğinde de, bu nüfusun yaklaşık üçte ikisi süreklilik arz eden güvencesiz bir durum (state of acute existential insecurity) içinde yaşadığı görülmektedir.

Derviş'in başarılı ekonomi politikası olarak selamladığı gelişmelerin Uluslararası Para Fonu (UPF) ile kurulan ilişkiler olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır. Ne ilginçtir ki (!), Yugoslavya'nın UPF'den alınan borçların geri ödenmesi için yürürlüğe koyduğu kemer sıkma politikalarının zaten dengesiz olan sosyal yapıyı ayakta tutan kamusal hizmetleri işlemez hale getirmesiyle, ülkedeki sosyal ve politik çalkantıların artması aynı zamana denk gelmektedir.

Ülkenin parça cumhuriyetlerinden Hırvatistan ve Slovenya, Yugoslavya'nın borçlarını ödemeye ortak olmak istemediklerini dillendirmeye başlayıp, Batı ile politik ve ekonomik ilişkilerini sıklaştırırken, Sırbistan parça cumhuriyetine bağlı özerk bir bölge ve Yugoslavya'nın en fakir bölgesi olan Kosova'da başlayan huzursuzluk ise kısa bir süre sonra "etnik" çatışmalar için gerekli zemini hazırlamıştır. Ortaya çıkan bu yeni milliyetçilik türü, yani etnik milliyetçilik, Mary Kaldor'un da işaret ettiği gibi Batı Avrupalı sol hareketlerce "kültürel çeşitlilik" ve "demokrasinin taban yayıldığı" gerekçesiyle sempatiyle bile karşılanmaktadır, ancak ulus devleti zayıflatan, hatta Yugoslavya'da olduğu gibi ulus devletin ortadan kalkmasına neden olan etnik milliyetçilik "özel sektörcü ve anarşik" bir yapıyı yerleştirirken, "eski askerlerin, suçluların ve iktidara susamış politikacıların" iktidarı ve zenginliği paylaşmak için savaştığı bir ortam yaratmaktadır. Bürokratik, aşırı merkezi ve asimilasyona eğilimli olmakla suçlanan ulus devletin, ülkede yaşayan herkese sadece "yurttaşlık" bağı nedeniyle sunduğu tüm politik, sosyal ve ekonomik hakları tasfiye eden ve bireyleri sürüleştiren etnik milliyetçilik, emperyalizmin işini oldukça kolaylaştırmaktadır.

Peki, bu iki ülke, Yugoslavya ve Türkiye arasındaki benzerlik nedir?

İki ülke arasındaki benzerliğe dikkate çekip, "Türkiye Artık Yugoslavya'dır" derken, komplo teorileri üretip, Türkiye'nin Yugoslavya gibi NATO tarafından vurulacağını ya da Bosna'yı kan gölüne çeviren bir savaşın aynısının bu topraklarda yaşanacağını ileri sürmüyoruz, ama Maraş'ın, Sivas'ın yaşandığı bu coğrafyada etnik bir çatışma halinde ne kadar kan akacağının tam olarak kestirilemeyeceği de bilinmeli. Bu ülke arasındaki asıl benzerlik, Yurdakul Er'in dikkat çekmiş olduğu noktadadır:

"Eğer sistem, sınırları altüst ettiyse ve Türkiye'nin varlık gerekçeleri de ortadan kaldırıldıysa, delik deşik edilmiş hukuk sistemlerinin ve hâlâ var olduğu sanılan "kırmızı çizgilerin", bu parasal giriş ve çıkışların kaydını tutması imkansızdır."

Aynı Yugoslavya'nın başına geldiği gibi, varlık gerekçeleri ortadan kaldırılarak Neo-Osmanlı projesi için zemin yoklaması yapılan, para politikası UPF'nin kontrolünde olan, kiminle ticaret yapacağına, gümrük vergisi alıp alamayacağına, alırsa ne kadar vergi alabileceğine Avrupa Birliği (AB) tarafından karar verilen, aynı Yugoslavya'da olduğu gibi ulus devlet içinde değil AB içinde "bütünleşmeyi" isteyen "etnik azınlıkların" bulunduğu bir Türkiye, bu ülkenin geçtiği aşamalardan geçmeyecek bile olsa, sonunun bu ülke ile benzer olacağı kesindir.

Çözüm mü?

Çözümün "Son Osmanlı Padişahı 1. Tayyip Erdoğan" pankartı açan Neo-Osmanlı hezeyanları içindeki kitleden, Kürt etnik milliyetçilerinin ve onları destekleyen "solculardan" ya da liberallerin elinden olmayacağı kesin, ama bazen toplumların çürümeyi, çöküşü seçtiğini de unutmamalıyız.

[email protected]

Emre Ertem'in yazılarına ilişkin soru ve değerlendirmelerinizi [email protected] adresine gönderebilirsiniz. soL yazarlarının okur değerlendirmelerine yanıtları "Yazarlarımız okurla buluşuyor" bölümünde yer alacaktır.