Heil Hitler, Mr Tamás, Hogy Vagy?

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - BALKANLAR ve ORTA AVRUPA yazıları

"AB'ye sırtını dönerek Türkiye'de demokrasi de olmaz, hukuk devleti de... Ya da AB'ye sırtını dönen bir Türkiye'de demokrasi de, hukuk devleti de ikinci sınıflıktan, bugünkü gibi taponluktan kurtulamaz. Kendisi de İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir barış ve demokrasi projesi olarak tarih sahnesine çıkan AB'ye..."

Yıllardır kendini sol olarak satan, alıcısı da bol bulunan bir kısmı artık "eski solcu" olarak da bilinen, ama temelde emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden "entelektüellerimizden" biri olan Hasan Cemal'in ait olan yukarıdaki cümleler, liberaller, islamcılar ve işi artık ırkçılığa vardırmış milliyetçi Kürt ulusal hareketi tarafından yıllardır dile getirilmekte.

Bu cephe, Türkiye'deki entelektüel ortamın sığlığından ve AB'ye karşı getirilen eleştirilerin birçoğunun içi boş milliyetçi hezeyanlardan oluşmasından da faydalanarak AB ile ilgisi olmayan birçok olayı Türkiye'nin üyelik süreci ile bağlı gösterebilmiş, ya cahilliklerinden ya da Türkiye'deki insanları yanıltmak için bilinçli ve örgütlü bir çabanın içinde olduklarından çoğu konuda rahatça atıp tutmaktalar. Yukarıdaki alıntının yapıldığı makalede Hasan Cemal, 23 senedir AB üyesi olan İspanya'da işsizliğin %20'lere vardığını sanki bilmiyormuş gibi, AB'nin "iş ve aş" kapısı olduğunu utanmadan sıkılmadan yazabilmektedir.

Bu şekilde atıp tutanların, bir zamanlar AB mucizesi diye bize yutturulmaya çalışılan İspanya'da, insanların ailelerini geçindirmek için böbreklerini internette satışa çıkardıkları ve organlarını satmak isteyenlerin sayısının artan işsizlik ve yoksulluk beraber daha önce hiç olmadığı kadar arttığı haberlerini okumalarında yarar var. İsteyenler, resmi bir kurum olan FACUA'nın konuyla ilgili açıklamasına kurumun internet sayfasından rahatça ulaşabilir: FACUA denuncia ante la Guardia Civil 31 anuncios de venta de órganos a través de Internet

AB üyesi olmak için sosyalizmin kazanımlarını büyük bir iştahla ortadan kaldıran "Doğu Bloku" ülkelerinin şuan yaşadığı ekonomik ve sosyal "iflas" durumu da, aklı başında herkes tarafından rahatlıkla gözlemlenebilir. Sadece bu ülkeler değil, yine Türkiye'ye bir mucize olarak sunulan İrlanda da büyük ekonomik sorunlar yaşamakta.

Bu ülke ve Birleşik Krallık, Doğu Avrupalı göçmenleri "geri postalamak" için fırsat kollamakta. AB'nin merkez ülkesi Almanya'nın başkenti Berlin'de 100.000'i aşkın insan işsizliği, sosyal devlet uygulamalarının ortadan kaldırılmasını ve kriz bahanesiyle tekellere kaynak aktarılmasını protesto etmek için cumartesi günü sokaklardaydı. Almanya'nın bazı eyaletlerinde nüfusun üçte biri yoksulluk sınırında veya bu sınırın altında yaşamaktadır.

Demokrasi ve insan hakları meselesine gelince sokaklarında elinde otomatik silahlarla asker dolaşan İtalya, yakalanan göçmenlerin sahil güvenlik tarafından boğulmaları için denize atıldığı Yunanistan'ın yanı sıra İspanya'dan da örnek vermekte fayda var. AB sayesinde işkence bitecek diyenler bu ülkede yapılan işkenceleri, biri Avrupa Konseyi tarafından 1996 yılında, yani İspanya'nın AB üyesi olmasından tam 10 yıl sonra hazırlanmış raporda ve sonraki yıllarda yayınlanan çeşitli raporlarda okuyabilirler.

AB standartına uymuş Ispanyol Polisi, Avrupa Konseyi'nin 1996 tarihli raporuna göre kafaya plastik torba geçirerek havasız bırakma, tutukluları ve yakınlarını yaralama ve ölüm ile tehdit etme, özel hazırlanmış sopalarla kaba dayak, elektrik verme gibi işkence yöntemlerini kullanmaktaydı. Demokratikleşmiş İspanya'nın yeni marifeti ise, sistemin solu olmayı reddeden grup ve partilerin oluşturduğu seçim platformunu, Batasuna'nın devamı olma gerekçesiyle yasaklamak oldu.

Aslında her ne kadar bizim liberal-dinci takımı "Venedik kriterleri" diye ortalıkta dolansa da, AB üyesi Çek Cumhuriyeti ve Macaristan başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde komünist partiler ve gençlik örgütleri ya kapatılmış ya da baskı altına alınmış durumdadır. Macaristan Komünist İşçi Partisi'nin 7 yöneticisi "adalet kurumlarına aleni hakaret" suçlamasıyla ikişer yıl tecilli hapis cezasına çarptırılırken, ülkedeki Yahudilerin, Çingenelerin ve diğer istenmeyen yabancıların isimlerini ve adreslerini http://kuruc.info/ internet sitesinden ilan eden, sokaklarda Nazi işgali sırasındaki faşist yönetimin milislerinin üniformalarını giyerek dolaşan, evleri ve dükkânları kundaklayan paramiliter bir oluşum olan "Magyar Gárda" yakın zamanda hakkında alınan yasaklama kararına rağmen Budapeşte sokaklarında rahatça cirit atabilmekte.

Özgürlük ve Demokrasi bu olsa gerek... Yani sosyalist solun İspanya ve diğer ülkelerdeki gibi yasaklanma ve ırkçılığın salonf&aumlhig olmanın ötesine geçip, sokakta yürüyen bir Yahudi'yi rahatça "Heil Hitler" nidalarıyla taciz etme özgürlüğü. Bunların hepsinin bize demokratik olarak yutturulmaya çalışılan AB ülkelerinde olduğunu aklımızdan çıkarmamakta fayda var.

Avrupa Birlikçilerin gerçeği yansıtan tek söylemi belki de "AB projesinin Türkiye için tepeden tırnağa bir değişim ve dönüşüm projesi" olduğudur. AB süreci üyelikle sonuçlandığında ya da bazı cahillerin söylediği gibi şekilde Türkiye tam üye olmasa bile, üye olacakmış gibi kriterleri yerine getirdiği durumda, karşı karşıya kalacağımız Türkiye varlık koşullarının ve cumhuriyetin kazanımlarının tamamen ortadan kaldırıldığı, Batı Avrupalı emperyalist devletlerin çıkarlarına uğruna dünyanın dört tarafına çocuklarını ölüme gönderen, daha militarist, daha piyasacı ve daha gerici bir ülke olacaktır.

Emeğin Türkiye'sinin ancak AB süreci sayesinde kurulabileceğini, Türkiye'de mücadele etmenin yolunun "Avrupa Birliği'nden" geçtiğini düşünenler şu sözün anlamını bir kez daha düşünmeliler:

Hic Rhodus, hic salta!

Emre Ertem

[email protected]