Koç'tan Ofer'e Nispet: "Dip Taraması" MUSTAFA ADALI (Kuşadası)

Kentle fiziksel ve duygusal bağı sıfır olan özel marinanın patronu bilmeyebilir üzerine Kuşadası Yat Limanı'nın inşa edildiği toprak, çocukluğumuzun "Hıdrellez Sahası"dır.

Koç Holding'in genç kuşak yöneticilerinin Hıdrellez'i de bilemeyebileceği ihtimaliyle, kısmen zeytinlik ve kısmen kumsala yayılan, bir kollektif piknik alanını gözlerinde canlandırmalarını önerebiliriz. Zeytin ağaçları arasından denize bakan herkes, bir tür sonsuzluk hissine kapılırdı miniminnacık taşra'nın miniminnacık çocukları için, göz kamaştırıcı bir büyüklüktü.

Önce padişah Vahdettin'in torunu tarafından dikilen lebiderya lüks otel, ardından da, yer seçimi hiç düşünülmeden yapılmış, kent merkezindeki halk plajının neredeyse yarısını üç beş zengin teknesine işgal ettiren, lüzumsuz ve sevimsiz (sonradan Koç'a satılan) bir yat limanı, sonsuzluk hissimizi hançerlemiş bulunuyor.

Bilmiyorduk, beteri varmış şimdi, sonsuzluk manzarası, bir de, estetik fukarası kruvaziyerlerin gökdelenvari silüetleriyle perdelenmeye hazırlanıyor. Koç Marina, yat işine ilave olarak, kâr oranı çok daha yüksek olan kruvaziyer limancılığına da geçiş yapıyor. (Ofer, kendi kruvaziyer şirketi dışındaki devlerden, Kuşadası gemi limanında fahiş yanaşma ücreti talep ettiği için, rakip monopoller, Koç'a, ikinci liman inşaatında her türlü desteği sağlamış bulunuyor. Bazı kruvaziyer şirketleri rotayı alternatif İzmir'e çevirmişti fakat İzmir Limanı da Ofer'e ihale edildiğinden beri, Koç'tan başka tutunacak dalları yok. Zaten, İzmir, gemi yolcularının en önemli ziyaret sebebi olan Efes'e de hayli uzak, dolayısıyla, Kuşadası kadar rantabl değil.)

Daha önce gemi limanını kaçak işyerleriyle betona boğması için Ofer'e destek veren, kendi de otel ve acente sahibi, belediye başkanı ise, bir cenaze levazımatçısının soğukkanlılığıyla ve sanki kendi villasındaki bir akvaryumun dibini temizlemekten sözeder gibi, marinada, derinleştirme amaçlı "dip taraması" yapılacağını anlatıyor büyük gemilerin yanaşabilmesi için deniz dibinin hayli kazılması gerekiyor. (Aslında, Koç Marina yöneticilerinin kazı çalışmalarından sonra, hıdrellez sahilimizin dibini bir başka tür "tarama" bekliyor. "Dip taraması", kruvaziyerlerin rutin tahribat faaliyetleri arasında yer alıyor: Akıl almaz boyuttaki pervaneler, yarattıkları türbülansla deniz dibini çamura dönüştürüyor, 12 tonluk çıpalar ise, terminatör misali, yollarına çıkan her şeyi, midyeleri, yengeçleri, balık yuvalarını ve bilumum deniz otlarını un ufak ediyor. Bazen de kentin kanalizasyon sistemini... Yaşadık, biliyoruz bizim için denizin taranması, biraz da "b.klanması" anlamına geliyor: Daha üç ay önce karaya oturan SkyWonder adlı geminin, denizin dibiyle birlikte kentin lağım borularını da "tarama"sı, patlak borulardan körfeze haftalarca b.k akmasına yol açmıştı. Bu arada, geminin özbeöz Ofer'in malı olduğunu ve boru tahribatının da Ofer'e ait kılavuz teknelerin yetersizliğinden kaynaklandığını, ulusal basın es geçmişti, nedense.)

Denizimizin mezar'ını kazıyorlar "dip taraması" dedikleri, budur.

Kruvaziyer sektörü, bir taraftan gökdelen mağazalarla, diğer taraftan da gökdelen gemilerle, sahil estetiğini çapraz ateşe maruz bırakıyor. Gemi limanındaki çok katlı kaçak işyerlerinin ve heyula görünümlü, 15-20 katlı Titanic'lerin, deniz manzaramızı nasıl bloke ettiğini biliyoruz Koç'un projesi, blokajın ikinci ayağı oluyor.

Bilim kurgu öykülerindeki uzaylı istilacıların, kent büyüklüğündeki dev uçan daireleriyle güneşi keserek, kentlileri bir kara gölgeye mahkum etmesine benziyor günbatımını izlemek isteyenlerin, iki limanın transatlantiklerinin oluşturacağı baraj arasından güneşi seçmeye çalışması, hatta güneş bir yana, koca denizi dahi görmekte zorlanması muhtemeldir.

Romantik Kuşadalıların, mehtabı ve denizi seyre daldığı zamanlar tarih oluyor. Şarkının, "Öyle bir an geldi ki, mehtap seni sandım" dizesi, "...gemi seni sandım"a dönüşüyor ne deniz, ne mehtap, artık alabildiğine gemi var.

"Deniz manzaralı ev" ilanlarını da, bundan böyle, "gemi manzaralı ev" şeklinde düzeltmek gerekiyor.

İki limancı, Ofer ve Koç'un "kim daha çok gemi getirecek" rekabeti, yerel esnafın keyifle avuçlarını ovuşturmasına yol açabilir fakat, bir idam mahkumunun, celladın zenaatine hayranlık duymasından farksızdır. (*) Prof. Ross A. Klein'ın kitabında (Cruise Ship Squeeze: The New Pirates of the Seven Seas) "modern korsan" olarak adlandırılan kruvaziyer şirketleri, misal, Alaska'da, yıllardır çalıştıkları yerel partnerlerini bile devre dışı bırakarak, kendi yabancı acentelerini, kendi otobüslerini, kendi otellerini kullanıyorlar, en basit gezi turlarını dahi artık kendileri düzenliyorlar. Avuç ovuşturan yerel esnafın, aynı avuçları "yalama" ihtimali oldukça yüksek.

Her korsan'ın ele geçirdiği malları ve insanları pazara sunması gibi, "modern korsan"lar da, zengin yolcuları, kâh müşteri sayısı, kâh alışveriş ciroları üzerinden tahsil edilen, küçük ve orta esnafın yanına dahi yaklaşamayacağı komisyon bedelleriyle, birer nadide mal misali pazarlıyor. Yolcuların çarşılara dağılıp esnafa aş ve işsize iş yağdırdığını varsayan kruvaziyer efsanesinin, (mesela, "Kruvaziyer turizmi para getiriyor" G.Uras, Milliyet, 22.9.07) gerçekle hiçbir alakası yok. Zengin turistler, monopol seyahat acentelerine bağlı rehberlerce gezdirilip, -fahiş komisyonları ödeyebilecek ve bazılarına acentelerin bizzat hissedar olduğu- önceden belirlenmiş alışveriş merkezlerine yönlendiriliyor esnafın hayallerini süsleyen "çok turist ve çok döviz havuzu"ndan, bir avuç acente ve bir avuç shoppingcenter haricinde, hiç bir vatandaşın pay alması mümkün değil.

Tecrübeyle de sabit: Kuşadası'na zaten on yıllardır gemi geliyor, ama ultra lüks kruvaziyer sayısı artarken, Kuşadası belediyesinin erzak yardımı yaptığı "ultra yoksul" aile sayısı da, -sadece resmi olanı- 2000'i aşmış durumda.

Daha demonstratif olması bakımından, Koç'un kruvaziyer hayranı strateji uzmanları, her nasılsa acente otobüslerine tıkıştırılmayı reddeden, "sürü"den ayrılıp kendi başına dolaşmayı tercih eden, az sayıdaki gemi yolcusunu gözlerinde canlandırabilirler. Bu marjinal turistler, limandan çıkar çıkmaz, sağ cenahtaki -adı böyle- "B.kludere Yokuşu"na saptıkları taktirde, yokuşun hemen sonundaki mahallenin b.kuna, pisliğine tanık olup hayretler içerisinde kalıyorlar. Limana topu topu üçyüz metre mesafede yaşayan ve gecekonduları limandan seçilebilen kentdaşlarımızın sefaleti, "kruvaziyer iktisadı"nın gerçek resmini veriyor üstelik, bu mide bulandırıcı resim, limandan çıkan ultra zengin tatilcilerin göz zevkini -ve de Ofer Limanı'nın reklam fotoğraflarındaki fiyakasını- bozmasın diye, kentimizin ilk "kentsel dönüşüm" projesi, aynı b.klu mahalleye nasip oluyor! (**)

Bunlar önemli ama hepsinden önemlisi var.

Gökdelen kruvaziyerler, bir kolonyal kültür bombardımanı oluşturuyor ve sık sık Marmaris açıklarına demirleyen ABD donanmasının kruvazörleriyle, Ofer'in sivil kruvaziyerleri arasında, "bombardıman" kapasitesi açısından fazla fark bulunmuyor. Kruvazör katliam, kruvaziyer ise "ihtişam" yağdırıyor ideolojik etkileri birbirine yakındır. Savaş gemilerini ziyaret eden Marmarisli küçük öğrencilerin yaşadığı ürküntüyle bulaşık "hayranlık" hissine benzer şekilde, çok katlı dev turist gemileri de, müstemleke ruhunu besleyebiliyor. (Kentimizdeki en tiksindirici tablolardan biri, bazı kentlilerin, liman karşısındaki kayalıklara oturup, kızgın güneş altında saatlerce ve ağızları bir karış açık vaziyette, Ofer'in Titanic'lerini temaşa eylemeleri oluyor.)

Genç neslin, ders dinlerken, pencereden gözlerine batan Amerikan üst sınıflarının tüketim standardına özlem duyması, 5000 kişilik "minyatür NewYork"ların deniz sahamızı istilası, limanların ve sokakların, Amerikan giysili, Amerikan dolarlı ve Amerikan aksanlı bir tüketim kültürüyle doldurulması, kruvaziyerleri, ticari umut değil, bilakis kabus yapıyor.

Yaz sabahları, limanımıza yanaşan her yeni transatlantik, American way of life'ı, genç kuşakların beynine kazıyan (30x60x300 metrelik) üç boyutlu birer dev billboard işlevi görüyor.

Koç'un, Ofer'e nazire projesi, böyle bir kabustur.

Özel liman, kentli'yle deniz'in arasına, kah beton blok, kah çelik gemi dikilmesidir.

Kruvaziyer, atmosfer için egsoz dumanı, toprak için betonlaşma, deniz için "dip taraması" anlamındadır.

Beyinler içinse kolonyalizm'dir aslında, "dip taraması"na maruz kalan, kentin haysiyet'idir.

--------------------------------------------------------------------------------
(*) Miniminnacık bir kentin miniminnacık sahilini ablukaya alan dev yüzer-oteller, miniminnacık kentin idam tebligatıdır kruvaziyer, kentleri devasa bacalarıyla tehdit eden bir karbon gazı makinesi oluyor. (Turizm'i "bacasız sanayi" diye tanıtmak da, bir başka saçmalık, zehir saçan kallavi otel bacalarını nasıl yok sayabiliriz?) Yakıtları, sülfür oranı yüksek, en kirlisinden bir dizel'dir. Tek bir Titanic'in yarattığı hava kirliliği, 12000 otomobilinkine eşdeğer sayılıyor kruvaziyer günlerinde, Kuşadası sakinleri, her bir kruvaziyer için, tam oniki bin otomobilin egsozuna burunlarını dayamış bulunuyorlar ve Koç'un yanaştıracağı her yeni gemi için, halkımızın toksik menüsüne 12bin egsoz daha eklenmiş oluyor. "bluewaternetwork.org" sitesinde, kruvaziyerlerin, atmosfere, bir elektrik santralı kadar zehir bıraktığı yazılıyor demek, denizimizde halihazırda bir kaç adet Yatağan santralinin bulunduğunu, Koç Marina'ya da yeni "santral"lerin ekleneceğini varsaymamız gerekiyor.

(**) Kruvaziyer, kentlerin en güzel sahillerinde kurulacak daha büyük iskeleler, bu iskelelerde, daha çok idari/ticari bina, daha çok otel, daha fazla betonlaşma ve daha az deniz sahası demek. (Yüzen gökdelenlerin, dünyanın her tarafında çiçeklerle ve davul zurnayla karşılandığını zannedenlere, örnek olarak, Meksika'nın küçük Zihuatanejo kasabasında, yerli halkın, kruvaziyer liman inşaatına karşı, yıllardır eylem yaptığı bilgisini iletmek mümkün.) 5000 yataklı bu yüzen oteller, aynı zamanda, daha fazla turist otobüsü, yani daha geniş otobüs caddeleri, bu caddeler için daha fazla ağaç katliamı, daha yoğun egsoz dumanı ve daha desibelli gürültü anlamındadır miniminnacık kentin miniminnacık sokaklarının, yüzlerce turist otobüsünün kilitleyeceği trafiğe teslim olmasıdır.

Ve sualtı yaşamının sonlanmasıdır. Marinadaki lüks teknelere ek olarak, dev kruvaziyerlerin tonlarca metal boyası ve tonlarca atığının deniz canlılarını yok etme tehlikesidir.
Kruvaziyerler, ABD limanlarına, her yıl 15-20 milyon dolar çevre kirletme -karbon salımı, sintine boşaltma, mercan kayalıklarına zarar verme, vs- cezaları ödüyorlar az gelişmiş ülke limanlarını tercih etmelerinin bir nedeni de, bu cezalardan "muaf" sayılmaları oluyor. Çoğu Amerikan kruvaziyeri, kendi ülkelerinin bayrağı yerine, Panama, Liberya, Bahama gibi küçük devletlerin bandıralarını kullanıyor tabii "enternasyonalist" gösteri amacıyla değil, bu ülkelerdeki vergiler ve çevre güvenlik maliyetleri, ABD'den çok daha düşük olduğu için.