Siyaseten makara

- Ben de Başbakan olacağım lan bu ülkeye, dedi biri.
- Ülen sen ne anlarsın siyasetten, dedi diğeri.
- Şart mıdır, diye sordu biri.
- Siyasetten anlamadan siyasetçi olunur mu yahu? Bir de başbakan olmak istiyorsun utanmadan. Deli misin, dedi diğeri.
- Sen ne sanıyorsun ki siyaseti, diye sordu bu kez biri.
- Siyaset siyasettir işte, politikadır, diye yanıtladı diğeri.
- Aynı şeyleri tekrarlayarak yanıt mı olur? Siyaset siyasettir işte deyince siyaseti tanımlamış mı oldun sen şimdi? Bana sen siyasetten ne anlarsın diyene de bak hele, dedi gülerek biri.
- Ya en basitinden yönetme sanatı değil midir, diye çıkıştı hafiften diğeri.
- Haaaa... İşte orada dur! Ne güzel söyledin şimdi. Eğer yönetme sanatıysa benden iyisi az bulunur memlekette, dedi iddialı bir halde biri.
- Amma salladın şimdi, dedi gevrek gülüşle diğeri.
- Bir memlekette iktidara gelmek için ne gerekir, diye sordu biri.
- Çoğunluğun oyunu almak, diye yanıtladı diğeri.
- Evet ama çoğunluğun oyu nasıl alınır, diye sordu bu kez biri.
- Nasıl olacak? İnsanların onaylayacağı politikalar üreterek, diye yanıtladı diğeri.
- Bir de bana siyasetten anlamaz diyordun, sen hiçbir şey bilmiyormuşsun be oğlum, dedi gülerek biri ve ekledi:
- Yanlış. İnsanların onaylayacağı bir hale gelmek için politika üretmene gerek yok. İnsanları etkileyecek kişileri ikna edip yanına çekmen ve her zaman geçecek konuları yerinde ve zamanında kullanman yeterli.
- Öyle başbakan mı olunur len? Dalga mı geçiyorsun sen, diye terslendi diğeri.
- Başbakan olamasam da bakanlık garanti, dedi biri.
- Nasıl yani, diye sordu diğeri.
- Öncelikle her Cuma günü Twitter’dan bir ayet paylaş çok tutar, dedi biri.
- Sen ayet biliyor musun ki, diye sordu diğeri.
- Bilmene gerek yok ki, Google’a “Kuran’da kardeşlik”, “Kuran’da vefa” gibi istediğin konunun başlığını yaz, şak çıksın karşına, salla Twitter’dan, dedi biri.
- Yeterli mi yani, diye sordu diğeri.
- Yetmez tabii, arada cumalarda da görünmen lazım, dedi biri.
- Sen namaz kılmayı bilir misin ki, diye sordu diğeri.
- Bilmen gerekmez ki, yat, otur, eğil, kalk, uy imama etrafa bak. Kimse senle ilgilenmez. Orada ol yeter. Hele cemaatlerle de ilişkin olursa, e daha ne olsun, dedi biri.
- Dindar görün yeter diyorsun yani, diye sordu diğeri.
- Yetmez tabii, ABD’yi de arkana alman lazım, diye yanıtladı biri.
- O nasıl olacak, diye sordu diğeri.
- ABD’nin çıkarlarını gözeteceğine onları ikna et yeter. Hele bir de senin için “bu adam size yarar, onu deliğe süpürmeyin, kullanın” diyecek bir tanıdığın olursa tadından yenmez, diye yanıtladı biri.
- ABD ve din diyorsun yani, diye ısrar etti diğeri.
- Yetmez... Vatan millet edebiyatını unutma. İşadamlarını kâh tehdit, kâh kar payıyla yanına çekmeyi unutma. Zaten para parayı çeker. Para gelmeye başlayınca kendi işadamlarını da yaratırsın. Devlet ihalesini verdiğin işadamlarından, “bal tutan parmağını yalar hacı baba, bizi de görmeyi unutma” diye komisyonu indirdin mi değilmez keyfine, dedi biri.
-Yahu olur mu? Ya bir duyan, bir gören, bir öğrenen olursa ne dersin? Rezil kepaze olursun, dedi diğeri.
- Aman canım, rezalet dediğin geçicidir. Geçince unutulur. Gündem değiştirmeyi bilirsen sorun olmaz. Ayrıca çok sıkışırsan, “bu ülkenin koskoca bakanına bunu söylemek vatan hainliğidir” dersin nasılsa yiyen bulunur, dedi biri.
- Bu kadar kolay olabilir mi yahu bu iş, diye inatla sorguladı diğeri.
- E kolay değil tabii, dedi biri ve ekledi:
Vatan, millet, ABD ve para
Fatiha’yla az biraz Bakara
Siyaset dediğin bu ülkede,
Aslında bil makara kukara.