Algı yönetimi

İletişim disiplini açısından en yalın anlamda, “duygu, güdü ve muhakemelerini etkilemek amacıyla, izleyicilere, seçili enformasyonu ve sinyalleri taşıyan ya da inkâr eden faaliyet” şeklinde tanımlayabileceğimiz “algı yönetimi” kavramının, terminolojiye ABD ordusunun birimleri tarafından kazandırıldığı konusunda yaygın bir düşünce vardır.

Doğrusu pek de yanlış değildir bu düşünce. ABD’nin, öyle veya böyle bir şekilde el attığı ülkelerin ekonomik, siyasal ve tarihsel verileri üzerinde yapılacak ciddi bir okuma, nelerin, nasıl sunulduğu açısından yeterli örnekleri teşkil edebilecek zenginliktedir.

Şirketlerin kurumsal yapı, markalaşma, müşteri sadakati gibi birçok çalışmasında, müşterileri ve/veya tüketicileri etkilemek amacıyla da önem verdikleri “algı yönetimi” kavramı, en nihayetinde, iletişimi yönetmek demektir.

“Algı yönetimi” kavramı üzerindeki ambalajı, göze hoş gösteren yaldızlı kaplamayı kazıyıp kaldırdığımızda, geriye kalan tek gerçek, “ikna” ve “inandırma” çalışmalarıdır aslında. Ve buna bağlı olarak, hareketlendirme, isteklendirme.

Bireyleri ikna eden mantıktır. Harekete geçirense, duygular. Bu bağlamda, başarılı bir algı yönetimi için, hedeflenen kitlenin motive edilmesi, dolayısıyla onunla duygusal bir iletişim kurulması gerekmektedir.

Ülkemizde, günümüz siyasetçileri arasında, bütün gaflarına, saçmalamalarına ve çuvallamalarına karşın, en başarılı algı yöneticisi, hiç şüphesiz Tayyip Erdoğan’dır. Genel kitle için söyleyemesek de, en azından hedef kitlesi üzerinde yabana atılmayacak bir algı yönetimi çalışması yapmaktadır her fırsatta Erdoğan.

Şüphesiz ki bu çalışma, kendi emrindeki ve/veya karşı gelemeyen medyanın, kurumlar içerisindeki kadrolarının, yarattığı yeni sermaye gruplarının ve onunla işbirliği yapmaktan çıkar bekleyen tüm kişi ve kuruluşların desteğiyle olmaktadır.

Örneğin, yıllarca IMF’ye borç ödeyen bir ülkenin halkına, IMF’ye borcun bittiği müjdesini vermiştir kat be kat fazla borcun nerelere olduğunu dile getirmeden. Kabataş’ta “türbanlı bacıya saldırı”dan, “camide içki içtiler” feryadına kadar ileri sürdüğü birçok iddia, görüntü ve belgelerle yalanlansa da, bu iddiaları sürdürmeye devam etmiştir.

Elindeki olanaklarla, olmamış olayları olmuş gibi ifade eden sözlerinin yalan olduğu kanıtlansa da, bunların üzerinden söylem ve kavram inşa etmekteki gibi, daha birçok taktiği var Erdoğan’ın algı yönetimi üzerine.

Ailesi ve yakın çevresiyle giriştiği iddia edilen hırsızlık ve yolsuzluk planlarının konuşmalarını içeren telefon kayıtlarını yalanlarken bile, devletin en üst kademelerinin dinlenmesini vatana ihanet olarak tanımlamıştır. Yani aslında dinlemeleri ve içeriklerini reddedememiş ama dinleyenleri de yayınlayanları da suçlu olarak ilan etmiştir. Bu arada kâh emniyetteki kâh yargıdaki tayinlerle de soruşturmaların önü kesilmiştir.

Bu aynı zamanda, mağdur oyunculuğunun da tavan noktasıdır. Bir zamanlar birlikte yürüdüğü cemaat, artık devleti ele geçirmeye çalışan bir “paralel yapı”dır kendisi için. Algı yönetimi, “ne istediniz de vermedik?” gibi hesap sorulması gereken bir cümleyi bile atlatıp, “ihanet” ve “hain” kavramlarına odaklatmıştır her şeyi. Tıpkı, TSK’nın kozmik odasına giren savcının doğru, MİT’e ait TIR’ı durduran savcının yanlış yaptığının iddia edilmesindeki gibi, benzer konuları bile farklı yorumlarla şablonlaştırıp belleklere yerleştirme çabası vardır.

Bir başka örnek de, kavramların içini boşaltarak ve/veya ters yüz ederek, anlamlar olmasa da yeni anlamalar yükleme girişimleridir.

Yaklaşan 1 Mayıs’ta, bir dönem mecburen serbest bıraktığı Taksim meydanını, şimdi kitlesel bir anma ve kutlamaya kapatmak için, pervasız cümlelerle, yeni anlamalar yaratmaya çalışıyor algılarda. Taksim’de anma ve kutlama yapacaklara yönelttiği yeni saldırı cümlesi: “şımarık ruh hali”

Demokrasi kültürünün en temel hakkı olan protestoyu, gösteriyi, sokağı, şımarık ruh hali olarak tanımlayarak “hak” olmaktan çıkarma çabasında. Çünkü hiçbir yerde olmadığı gibi sokakta da kendisine yönelik eleştiri istemiyor. Duymak istemiyor kendisine bas bas “katil” ya da “hırsız” diye bağıranları.

Oysa gerçek şudur ki, şımarık ruh halinde olan, hakkın hukukun peşinde avaz avaz hesap soranlar değil, kurumları kendisine bağlayan, seçim sistemini de değiştirerek diktatörlüğünü ilan etmeye hazırlanan, belediye başkanlığından şu andaki konumuna kadar hakkındaki şaibeleri temizleyememiş iktidar histerisi içerisindeki Erdoğan’ın ta kendisidir.

Ve her ne yaparsa yapsın, bizlerin algısı çok nettir!.. Elbette ki gün gelecek, devran dönecek, yaptıklarının hesabını verecek ve bedelini ödeyecektir. Cumhurbaşkanı olmayı becerebilse bile.