Seçim körlüğü

Bilim insanları tarafından yıllardır, insan beyni, algısı ve beynin nasıl işlediğine dair çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Yapılmış ve yapılmakta olan birçok deney, ilginç sonuçlar ortaya koyuyor. Örneğin bir sokak çalışmasında X kişisi, yoldan geçmekte olan birine bir adres soruyor. Adres sorulan kişi yolu tarif ederken, soran X kişisi yerini başka birine, Y kişisine bırakıyor. Tarifi yapan dönüp de adres sorana baktığında, kişinin değiştiğini, yani adres soran X kişisi yerine Y kişisinin geçtiğini çoğunlukla fark etmiyor bile.

Araştırmacılar tarafından hâlâ incelenmekte olan bu “ortamdaki büyük değişikliklerin bile, büyük oranda bir kitle tarafından algılanamaması” olgusuna psikologlar, “değişim körlüğü” adını veriyorlar.

Yine benzer bir çalışmadan da, “seçim körlüğü” diye bir tanım çıkarıyor bilim insanları. Bu çalışmadaysa, kişiye iki adet fotoğraf gösterip, birini seçmesini istiyorlar. Arada başka fotoğraflar da sunuyorlar. Deney bittiğinde, deneklere, “seçtiğiniz fotoğraf buydu.. neden bunu seçtiniz?” diye soruyorlar. Oysa gösterilen fotoğraflar, deneklerin seçtikleri değil, seçmedikleri fotoğraflar.

Katılımcıların yaklaşık yüzde 75’i, seçtikleri fotoğrafın farkında bile değiller. Seçtikleri söylenen ve fakat gerçekte seçmedikleri fotoğrafı, neden seçtiklerini açıklamaya çalışıyorlar.

Bilim insanları bunun açıklamasını, “otomatik beynin, günlük hayatta kestirme cevaplar bulup seçimlerimizi kolaylaştırmak için devreye girdiği” şeklinde yapıyorlar. Yani, otomatik beyin, “sunulan seçeneklerden en kolayına yönelik seçimi yapar ve hayata devam eder.”

Hiç şüphesiz, günlük hayat içerisinde, yol tayininden yiyecek seçimine, hemen giymemiz gereken kostümden alışveriş listesine kadar çeşitli seçimler yapmak zorunda kalırız ve bu bağlamda, daha önceki verilere dayanmış önkabullerimizle, sorun yaşamayacağımız hatta savunabileceğimiz seçimler yaparız.

Bu deneyde de görüldüğü üzere, aslında seçmediğimiz bir şey bize seçmişiz gibi sunulduğunda da, “seçimimizi savunmak” derdine düşeriz.

Gerçekte seçmediğimiz bir şeyi seçtiğimizi sanarak savunmaya dayalı bir algı:

Seçim Körlüğü.

Önümüzde bir yerel seçim var. Yerel seçim. Yerel yöneticileri seçeceğiz. AKP iktidarına kızan hatta nefret edenlerin de, AKP yanlılarının da, çıkacak oy oranına dayanarak, neredeyse bir referandum ya da güvenoylamasına dönüştürmeye çalıştığı bir yerel seçim.

Oysa sadece bir yerel seçim. Yani, daha önce defalarca örneğini gördüğümüz üzere, iktidar partisinden seçilmeyen bir yerel başkanın, iktidar tarafından elinin kolunun bağlanmaya çalışılacağı, bu bağlamda kaynağı kesilen yerel iktidarın, icraatlarını(!) hayata geçirebilmek için yerel ya da uluslararası sermayeyle ilişkiye geçmek zorunda kalacağı bir seçim.

AKP iktidarından bir an önce kurtulmak için, “CHP’ye verilmeyen her oy AKP’ye verilmiş demektir” diyenler bunun bir yerel seçim olduğunu unutmuş değiller hiç şüphesiz. Bu argümanla, aslında, AKP’yi iktidara taşıyanlara, “başka bir alternatif var, hiç olmazsa bunları iktidara” getirin mesajı verilmektedir açıkça.

Zira bu seçim, sokulmak istenen hal gibi bir referandum ya da güvenoylaması ise, CHP’nin ne kadar oy aldığı değil, AKP’nin ne kadar oy aldığı, hatta belki de almadığının ortaya çıkması yeterli olacaktır. O zaman herkes istediğine oy verse yeterli olmaz mı? Olmaz! Çünkü aslında talep çok net bir şekilde, başta ABD olmak üzere emperyalist yapılara ve hayatı, gündelik yaşamı gericileştirmeye, dinselleştirmeye çalışan cemaat yapılarına, yeni adresi göstererek, “halk bunu istiyor, buna oynayın” demektir.

Tüm halkı kucaklayan parti havasına giren CHP zaten bu rolü çoktan üstlenmiştir. ABD ve cemaatlerle girilen ilişkiler ve sağ kökenli adaylar, CHP’nin bu rolü oynamaya hazır olduğunun açık belirtisidir.

Peki “yıllardır bu ülkenin başına ne geliyorsa emperyalist kuruluşlar, din referanslı gerici yapılar ve sağ politikalar yüzünden geliyor.. yeter artık.. halktan, emekten, insandan yana, hukuka dayalı, adaletli ve toplumcu bir düzen istiyoruz..” diyenler şimdi neden kalkıp CHP’ye oy vermek zorunda kalsınlar ki?

Söz konusu olan bir Genel Seçim olsa, belki, bir ihtimal ileri sürülenler düşünülebilinir. Öylesi bir durumda belki, tek parti iktidarına karşılık, tek bir alternatif partinin etrafında toplanabilinir. Onun da hiç şüphesiz şartları, ilkeleri olmalıdır.

Örneğin, hukuka ve demokrasiye inanan tüm partiler, bir parti etrafında toplanıp, bu saçma seçim sistemiyle, %50 oy alıp, mecliste %66 sandalye kazanıp, tek başına seçim sistemini değiştirip, barajı kaldırıp, 1 sene içerisinde yeniden seçime gitmek şartıyla, belki desteklenmesi düşünülebilinir. Ama bir Yerel Seçim için neden bu yapılsın?

İstenen, sürekli sandıktan bahseden Erdoğan’ın moralinin düşmesiyse sadece, düşmüştür zaten. Haziran direnişiyle o çıta aşılmıştır. Erdoğan, toplumun büyük bir kesimi için sadece meşruluğunu kaybetmemiş, bir şamar oğlanına, bir traji-komik figüre dönmüştür. Buna rağmen mecliste, gereğini yapıp hükümeti düşüremeyenler, şimdi yerel seçimleri bir güvenoylamasına dönüştürmeye çalışarak, kendi hazırsızlıklarını deşifre etmektedirler sadece.

Bu bir yerel seçimse eğer, -ki öyledir!-, o halde hayatı yeniden kurmayı, örgütlemeyi, yaşanılır bir hale getirmeyi hedefleyen Haziran’ın güzel yürekli insanlarına tek bir görev düşmektedir: Sistemin manipülasyonuna da Boyun Eğmemek!

Haziran’daki özgücümüz, yerel yönetimlerimizi kurmaya da, yaşatmaya da, örnek yapmaya da yeter.