"İt"ler ve "Eşek"ler

Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirilen TKP İşçi Kurultayı'nda, Tekel işçisi bir arkadaşımız, Tekel Direnişi'nde yaşadıklarına dair değerlendirmeler yaparken, konuşmasının sonuna doğru, IMF gibi kuruluşları “it”e benzeterek, “ülkede 'itler' ısırmadan bağrılmadığını oysa itin ısırmasını beklememek gerektiğini” belirtmişti.

***
Pazartesi günü ajanslara bir haber düştü. Bursa'da geçtiğimiz yılki KPSS sınavında başarılı olamayan ve vekil öğretmenlik yapan Fikret Ercan (24), girdiği bunalım sonucu kendini asarak intihar etti.

Kravatla kendini oturma odasının kapı koluna asan Ercan, "Artık yoruldum, çalışıyorum ama olmuyor. Sizleri sıkıntıya sokacak, onurunuzu zedeleyecek bir şey yapmadım. Yaşamış olsam bile yine başarılı olamayacaktım. Ölümümden kimse sorumlu değildir" yazılı mektup bıraktı.

Geçtiğimiz Ekim ayında da, İstanbul-Bağcılar'da, İsmail Kızılok (27) işsizlik nedeniyle intihar etmişti. Ücretli öğretmenlik için başvuru yapan Kızılok, olumsuz cevap alınca bunalıma girmiş ağabeyini arayarak "Benim cenazemi hastaneden alın" diyerek, bir yıl önce ölen annesinin ölüm yıldönümünde, Bayrampaşa'daki bir elektrik direğine çıkarak ölüme atlamıştı.

***
Ah Fikret ah! Seni “ısırması” bir yana, ölümünden sorumlu olan “itler”i fark edemeden, bilincine çıkaramadan hayata veda ettin! Yirmili yaşlardaki iki insana yukarıdaki sözleri söyletebilmek ve onları hayata küstürmek itlik değil de nedir?

Bu düzenin ve temsilcilerinin itliği baki. Küfür edebilir, kendimizi “rahatlatabiliriz”. Arada sırada lazım da. Ancak bununla yetinmek bize göre değil. Bu düzene karşı mücadele etmek ve onu yıkmak “suyu akıtacak deliği bulmak” gerek.

Ama nasıl? Tabii ki bir mücadeleyi örgütleyerek. Bu mücadeleyi yürütenler, toplumdaki diğer kesimlere örnek olması, umut taşıması açısından büyük bir sorumluluk altına girmeli düzen cephesinden yapılan saldırılara verdikleri yanıtlarla zihinlerdeki zincirleri kırmalılar.

AYÖP üyesi dostlarımız, taleplerinden hareketle, düzenin ve tabii ki AKP'nin eğitim alanındaki piyasacı özelliğini deşifre eden, ideolojik mücadelede yaratıcı örnekler sergilemelidir. TEKEL direnişi, bu işin uzun soluklu ve sabırla yapılması gerektiğini gösterdi.

Her ile üniversite açarak işsiz sayısını azaltan(!) ve işsiz kalma süresini uzatan, eğitimde gerici ve piyasacı bir anlayışı yerleştirmeye çalışan AKP'ye karşı yapacak çok iş var. Aileleri ve dostlarını mücadelenin parçası yapamayan AYÖP üyeleri, eksikli olacaktır. Ailesinde işçi, emekçi kadın, üniversiteli, liseli olan AYÖP üyesi dostlarımız, mücadelelerini bir “bütün” olarak yürütmelidir. TEKEL direnişi, bunun ne kadar doğru olduğunu gösterdi.

AYÖP üyesi dostlarımız, işçi sınıfının diğer üyeleriyle, karşılıklı, ortak bir mücadele kültürü oluşturacak adımlar atmalıdır. Bu adımlar, yalnızlık duygusunu yok edecek sınıfın gücünün bilince çıkmasına yarayacaktır. TEKEL direnişi, bunun ne kadar gerekli olduğunu gösterdi.

AYÖP üyesi dostlarımız içindeki siyasal kimlikleri olanlar, mücadeleye katılmakta çekinik davranan arkadaşlarını siyasal ve örgütsel süreçlerin içine katmanın yolunu mutlaka bulmalılar. Öğreten değil, birlikte öğrenen, deneyimlerini sıklıkla paylaşan bir ilişki, güven vericidir. Siyasi mücadele, mücadele edeni biçimlendirir, bilinçlendirir. O zamana kadar ki bilinç başkalaşır. TEKEL direnişi, bunun nasıl yapılacağını gösterdi.

Zihinlerdeki “somut” ile sınıfın içinde bulunduğu somut aynılaşır. “Doğru, somut” ise, somut da bir o kadar doğrudur, artık.

Bunu sağlayan mücadeledir.

***
Fikret'in intiharı, Bursa yerel basını tarafından önemsiz görülmüş olacak ki, “sessizlikle ölüme mahkûm edildi”. İrdeleyen ve sorgulayanı ne yazık ki göremedim.

Olay gazetesi, aynı tarihte benzer kaygılarla intihar girişiminde bulunan bir işçiyi sütunlarına taşıyıp, haberi “Çatıda intihar şov” diye verdi. (http://www.olay.com.tr/Sayfa.php?Git=Haber&id=35490) Aynı haber, başka bir gazetede “Ah şu işsizliğin gözü kör olsun!..” başlığıyla verildi. (http://www.kentgazetesi.com/habergoster.aspx?id=11922)

Habere göre, Denizli`de yaşadığını, 1 yıllık evli olduğunu ve 7 aylık bir kız çocuğu olduğunu söyleyen 26 yaşındaki İ.Ç. "Eşim, ben işsiz kalınca kızımı alıp İzmir`deki ailesinin yanına döndü. Ben de 22 gün önce Bursa`ya gelerek iş bulup ev kiralamak istedim. Ancak iş bulamadım. Geldiğim günden beri otobüs terminalinde kalmaya başladım. Param olmadığı için otobüs şoförlerinden ikram olarak dağıtılan keklerden istedim. Her gün iki tane kek yiyip bol bol su içtim. 3 gündür ise ağzıma tek lokma girmedi, hayatıma son vermek istiyorum" diye konuştu.

***
Bunun neresi şov? Bu başlığı attıran zihniyet neyi amaçlıyor? Ya da bu haberlerin çıktığı günlerde, Bursa'da yatırım ve yatırım planlarının(!) ardısıra sıralandığı manşetlere ne demeli?

Bursa Hakimiyet gazetesinin web sitesindeki yedi manşetten dördü Bursaspor, biri Özhan Canaydın'ın ölüm haberi, bir arkeoloji haberi, bir de dış haber.

Bursa basınında gündem, hafta başında bu yana, varsa yoksa Bursaspor.

Bir yanda yitip giden gencecik bir hayat. Diğer yanda her şeyi kesen bir akıl dışılık.

Örneğin, Bursaspor nedeniyle, bir köşe yazısının başlığı “Bir kentin en mutlu günleri” olabiliyor. Bu kentte, işsizliğin, sömürünün ve eşitsizliğin sayısız ve dramatik örnekleri dururken, bir futbol histerisi almış başını gidiyor.

***
Rivayet odur ki, Alman komünist yazar Bertolt Brecht'in çalışma odasının üzerinde "Doğru somuttur" diye bir yazı bulunurmuş. Pencere önünde de tahtadan yapılmış ve başını sallayan bir eşek varmış. Brecht, bir tabela da eşeğin boynuna asmış ve şöyle yazmış: "Bunu ben bile anlamak zorundayım!"

Yitip giden gencecik hayatlar, yoksulluk ve yolsuzluklar karşısında, tepkisel duyguların en azını bile göstermekten yoksun bu “toplam”ın eşekliği baki kalmaz mı?

Brecht'in eşeği kadar bile değiller! Olamazlar da.

[email protected]