İnsanın ikazı

KENTİN SESİ - BURSA yazıları

Doğu bölgemizde büyük bir felaket yaşıyoruz. İçimiz acıyor, yanıyor! Devletinden medyasına, düzen ve tüm kurumları her sorun ve felakette olduğu gibi, bu deprem felaketinde de kendini yeniden üreterek ve ihtiyaçları doğrultusunda toplumun aklını dönüştürerek çıkmak istiyor.

Tartışmalarda çizilen çerçeve, söylenecek sözler bile belli. Düzene dokunmayacaksın! Hemen bir, iki suçlu bulacaksın! Yeni fırsatlar için ideolojik zeminler oluşturacaksın! Buna direnmek ve izin vermemek gerekiyor.

Düşün(dür)mek ve tartış(tır)mak zorundayız. Sosyalist bir Türkiye’de yaşıyor olsaydık, depremi önleyemezdik ama bu kepazelikleri yaşamazdık!

Ne mi olurdu?

- Sosyalist bir düzen her türlü kâr, rant ve vurgun duygusundan uzak ve insani bir toplumdur. Devletten insanına, örgütlü bir sosyalist toplum olarak bu ülke, bu denli aciz bir durumda olmaz. Bu acizliğini, “dayanışma ve kucaklaşma” yalanıyla örtmez.

Ne demek istediğimi 2005 yılındaki Katrina Kasırgası’nın vurduğu Amerika ve Küba’da iki devletin insanına yaklaşımında hareketle verebilirim. İlki gelen kasırgaya olabilecek en kötü şekilde yakalanır, insanlarını (özellikle New Orleans’da zencileri) ölüme terkedebilmişken Küba’da bir plan dahilinde ve devletin koordinasyonunda, kentler ve bölgeler boşaltılmış, toplum, mahalle komitelerine varıncaya dek hazırlıklarını yapmış, azami derecede insanını koruyabilmiştir.

- Sosyalist bir Türkiye’de farklı deprem kuşaklarında bulunan birçok köy, belde hatta ilçe ve belki de il, yerleşim yeri olmazdı. Sosyalizmde, fiziksel alt yapısı, sosyal, ekonomik ve kültürel özellikleriyle kent ve kentli bir yaşam esastır.

- Bilimsel araştırmalar, örgütlü bir sosyalist toplumun doğal afetlere karşı olabilecek en üst düzeyde savunmasına rehberlik eder. Doğal afetler, ilahi ikaz, kader ve alınyazısı olmaktan çıkar insan–doğa ilişkisini doğa ile uyumlu bir mantığa oturtur. Doğal felaketleri karşılanabilir kılar. İnsanlığın tarihine bu gözle bakan bir kişi, bunu görür.

- Sosyalist bir toplumda, “yumurta kapıya gelmez”! Bu nedenle karalar bağlanmaz İnsani hasletler ancak o zaman hatırlamaz! Toplumsal vicdan da, bu düzendeki gibi, “uçucu” değildir.

- Deprem kuşağındaki yerleşim yerlerinde, depreme karşı hazırlıkların tüm alt yapısı planlanmış olur toplumsal ihtiyaçlar, dönemsel tatbikatlar ve bilimsel yeniliklerle bu koordinasyon her zaman güncellenir ve toplumla paylaşılır.

- Yerleşim kültürüne sahip ve mahallelerine varıncaya kadar örgütlü bir toplum, böylesi doğal afetler karşısında neyi nasıl yapacağına dair bir birikime sahip olur. İnsanın, muhtaç ve aciz bir varlığa dönüştürülmesine izin verilmez.

- Örneğin, devlet risk altındaki iller tanımlaması yapmaz Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı çıkıp da, 40 bin konutun yıkılacağını söylemez. Bunlar topluma önlemmiş gibi yutturulamaz.

Çünkü, ne kentler böyle yağmalanır ve riskli hale gelir ne de Bursa gibi kentlerde böylesi çarpık kentleşme olur. Deprem kuşağındaki illerin, buna göre yerleşim planları yapılır. İnsanlar bu plana göre yaşam alışkanlıkları edinir.

Kapitalist Türkiye’deki gibi, kentler ortalama 30 yılda bir, yeniden yıkılıp yapılmaz. Fay hattının üzerine, dere kenarına 15 katlı binalara ruhsat verilmez. Yıkıldığında da suçlu ve vicdansız müteaahhit aranmaz.

- Sosyalizmde afetler tıpkı kapitalizmdeki gibi, düzen tarafından yeni bir rant, fırsat ve talan olarak görülemez. Sosyalist toplumun Başbakanı kamu yöneticileri şimdiki gibi fırsatçı düşünemez.

Afetten (fırsattan) istifade, TOKİ benzeri kurumlarla yeni bir “vurgun” ve “birikim”in altyapısı oluşturulmaz. Sosyalizmin alt yapısı buna zaten izin vermez.

- Sosyalist bir toplumda, gericiliğin ve piyasacılığın şarlatanları, yobazlar ve Ali Ağaoğlu gibi hırsız müteaahitlerin esamesi okunmaz. Deprem bölgesine gelip de yakınlarını kaybetmiş insanlara gerici propaganda yapabilecek ne bir cüretin ne de “zamanında ben de çalmıştım” derecesinde pişkinlikle ortaya çıkıp, “yıkmalıyız” diyebilecek bir yüzsüzlüğün zemini yoktur.

- Sosyalist bir toplumun devleti, çevre ülkelerden gelebilecek olan tüm yardımları “dost yardımı” olarak görür. Şam, Erivan ve Tahran’da acıyı duyan komşusunu hisseder. Çünkü dosttur.

- Kürt ve Türk halklarının birlikte yaşadığı sosyalist bir Türkiye’de, bu depremde görülen toplumsal hezeyanların hiçbirisi görülmez. Halklar, siyasetin öznesidir bu düzendeki gibi mezesi değil. Aynı toprakların insanı olarak üzülür ve acısını hisseder.

- Çok fazla tartışmaya gerek yok ne böyle bir medya ne de Müge Anlı gibi arsız figürler de olmazdı.

- Demem o ki, deprem ile birlikte yapılan tartışmaları bir de bu gözle yapalım. Medyadan bize dikte edilen tartışma biçimini reddetmeliyiz. Bu düzenin konuşulacak ne güzelliği var ki?

Bu düzenin sahipleri, “ikaz”lar, korkular, kaygılar ve giderilemeyen acılarla, insanımızın zihnini ele geçirmiş durumda. İnsan, düşünemez ve hayal kuramaz oldu.

Düşünen ve hayal eden bir insanın varlığı... Bu köhne düzenin hissedeceği ve şiddetini ölçemeyeceği en büyük deprem!

“İlahi ikaz” da değil! Gerçek ve görünen bir ikaz! İnsanın ve halklarımızın ikazı olacak.

Ama biz ikaz ile yetinmeyeceğiz ki!

[email protected]