“Sanatçının durduğu ve konuştuğu yer”

“Hiçbir 'dükkan'a girmem 'alışveriş' de etmem! Mesafemi korurum” (Yazar, 'dükkan'dan söz ederken siyasi parti ve örgütleri kastediyor)

“AKP'ye karşıyım ama (Ergenekon, Balyoz vd. kastedilerek) kimi demokratik(!) adımlar da atılmıyor değil!” (Tiyatro Oyuncusu)

“Öyle sorularım var ki, parti bunları tartışmaya cesaret edebilir mi?” (Oyuncu)

“Kimi konularda bizlere danışmanız gerek!" (Yazar)

“Sanatın kendi gündemleri var, bunlar siyasetle açıklanamaz.” (Oyuncu)

“Müzik son derece bireysel (individual) bir şeydir. (...) Benim hiçbir misyonum yok, müziğimi yapmaktan başka.” (Fazıl Say)

“Bizden hiç kimse hesapsız kahramanlık beklemesin” (Fazıl Say)

Yukarıdaki alıntılar, son ikisi hariç, sanat ve edebiyat dünyasından kişilerle yaptığımız sohbetlerden aklımda kalanlar. Fazıl Say'a ait olanlar ise, son dönemde kendisi üzerinden yaşanan gelişmeler karşısında verdiği tepkileri göstermesi açısından ilginç ve önemli.

Bunları, Ruhi Su'nun 100. yaşı nedeniyle, öğrencisi Emin İgüs'ün soL Portal'a verdiği röportajda onu tanımlarken kullandığı cümlelerle birlikte değerlendirmenin anlamlı olacağını düşünüyorum.

“Bir kere en önemlisi bugün hayatımızda alabildiğine ihtiyacımız duyduğumuz bir şey, Ruhi Su'da fazlasıyla vardı sahicilik.
Durduğu yer, konuştuğu yer hepsi birbirinin içindeydi. Hiçbir zaman bunların ayrı kulvarlarda seyrettiğini görmedim.
Ruhi Su ne tek başına sanatçı kimliği ile ne de tek başına siyasi kimliği ile tanımlanabilir. Bunlardan bir tanesini merkeze koyup, tanımlama yapmaya kalkarsanız çok önemli bir eksiklik ortaya çıkar.
Ruhi Su tam bir aydın kimliğidir, tam bir yaşam insanıdır, tam bir direniş insanıdır ve bu yüzden Ruhi Su ile ilgili konuşurken, onun yaşamını inat öyküsü olarak tanımlarım…
Dünyayı değiştirme yaşanılır, paylaşılır kılma inadı…”

***
Sanatın içine tükürmekle başlanan, AKM, Emek Sineması, İnsanlık Anıtı, “Muhafazakâr Sanat” tartışması, Fazıl Say'ın başına gelenler, Şehir Tiyatroları'nın özelleştirilmesine dek olan süreç, bazı konuların ele alınmasını ivedilikle gerektiriyor.

***
Sermaye sınıfının büyük bir özlemi olan AKP iktidarı, hiçbir adımı gelişigüzel atmamaktadır! Neoliberal politikaların ülkemizdeki otuz yıllık seyrine bakıldığında, sermaye egemenliği yeniden örgütlenmiş ve bu doğrultuda toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel büyük dönüşümler gerçekleştirilmişken, AKP'nin sanat alanını ve sanatçıları rahat bırakacağı düşünülebilir mi?

“Karanlığa karşı özgür tiyatro” ve “İstanbul uyuma, tiyatrona sahip çık” sloganları atan tiyatro emekçileri, KİT'ler özelleştirilirken, İstanbul yağmalanırken neden ses çıkarmadıklarını tartışamazlar mı? Sanatçı, piyasacılık ve gericilik sarmalında, kendisini siyaset karşısında neden bağımsız ve “özgür” görmek ister?

Piyasacılığın sanat ve edebiyat alanında son otuz yıldır giderek artan baskısı, sanat alanını çürütmemiş midir? Bu ilişki, sanatçının durduğu ve konuştuğu yerin ayarını bozmamış mıdır? Siyaset karşısında “özgürlüğünü” tercih eden sanatçı, piyasa ilişkileri içinde duruşunu kaybetmeyi neden göze almıştır? Piyasa terimi olan “dükkan” sözcüğünü kullanmak, sadece talihsiz bir benzetme olarak görülebilir mi?

Sanat dendiğinde, insanlık tarihinin büyük mirası ve birikiminden söz eden sanatçı, bu tarihin en özel örnekleri olan aydın ve sanatçılarımıza neden öykünme isteği duymaz? “Yıkılan Rönesans'ın (Cumhuriyet) çocuğu olduğunu” belirten Fazıl Say, bu ülkenin tarihinde Namık Kemal, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Ruhi Su gibi değerlerin “Sanat ve edebiyat, son derece bireysel (individual) bir şeydir. Benim hiçbir misyonum yok, sanatımı veya edebiyatımı yapmaktan başka.” dediğini ve böyle yaşadığını duymuş mudur? İnsanlığın tarihi ile sanatçının tarihi arasında mutlak bir bağ yok mudur? Fazıl Say, bu bağdan bağımsız bir şekilde mi Fazıl Say olmuştur, tartışılmalıdır.

AKP'nin Fazıl Say üzerinden sanatçılara ve topluma hissettirdiği şiddet, TEKEL işçilerine reva gördüğü hayat, sanata karşı yaptığı saldırı, kadını yerin dibine batıran anlayışı, memleketin toprağına, suyuna ve havasına yönelik yağma harekatı arasında bir bütünlük ilişkisi vardır, ayrı tutulamaz. Örnek vermek gerekirse, doktora saplanan bıçak ile AKM ve Emek sinemasına vurulan kilit arasında bir bağ vardır.

AKP'nin piyasacı, gerici ve işbirlikçi anlayışı karşısında, emekçi halkımızın vereceği mücadele aynı zamanda insanlığın mücadelesi ise, tarih, sanatçıların duracağı yeri işaret etmektedir.

Bu buluşmanın zemini, siyasettir. Sanatçı da durduğu ve konuştuğu yeri değiştirmek zorundadır!

Fazıl Say ve diğer saygın sanatçılarımız, ülkemizde yeni Nazım'lar, Orhan Kemal'ler, Ruhi Su'lar ve Aziz Nesin'ler neden çık(a)mıyor, bunu düşünmek, tartışmak ve en önemlisi tarihsel olarak sorumluluklarını duymak zorundadır!

Evet, bu güzel insanlar “hesapsız kahraman”dılar, aydın olmanın sorumluluğuyla birçok şeyi göze aldılar. Tüm eserlerini “hesapsız, kitapsız” yazdılar. Eserleri hâlâ bize yol gösteriyorsa, büyük bir misyona sahip oldukları içindir. Her ne olursa olsun, içinde yaşadıkları toplumun sorumluluğunu hep omuzlarında hissettiler. En has bireydiler ama hiç “individual” olmadılar! “Gidiyorum buralardan” demediler. Gittilerse eğer, gönüllü gitmediler. Gözleri hep arkada kaldı hep bu toprakları yaşayıp soludular. “Karşı yaka memleket, sesleniyorum Varna'dan, işitiyor musun Memed” dedi. Bu toprakların insanları onları hep sevdi, sahiplendi. Bu kahpe düzenin sahipleri, onları hep yok etmek istedi, ettikleri oldu da. Gerektiğinde yanlız kalsalar da, direnen bir halk gibi karşı koydular. Çünkü aydındılar. Tarihin ve siyasetin gücü arkalarındaydı. Eğer, unutturulmak isteniyorsa, unutulmaya yüz tutmuşlarsa ve yenilerini çıkaramıyorsak suç bizimdir.

Şimdi duymamız gereken suçluluk değil, sorumluluk duygusudur.

***
Bu yazının amacı, özeleştiriye davet değil, unutulan bir iradeye dikkat çekmektir. İnsan(lığın) aklı, büyük bir birikimi temsil ediyorsa eğer, tarihte her aydın ve sanatçı, devraldığı mirası kendilerinden sonraki dönemlere ve günümüze, üstüne koyarak devretmiştir. Haliyle, çıta daha da yukarılara çekilmiştir.

Sanatçı, yazıdaki örneğimizden hareketle, Ruhi Su'nun koyduğu çıtanın altında konumlanmamalıdır. Bu, sanatçının tarihi bir sorumluluğu olup, büyük bir birikim ve eylemlilikle (mücadele) değer kazanacaktır.

İnsanlığın en kötü dönemlerinden birinde yaşadığımız doğrudur, gerçektir. Bu gerçek, bir yere kadar gerçektir. Daha fazlası, “biz”e ait değildir.

Sanatın ve siyasetin amacı, “bizim gerçekliğimizi” bu toprakların gerçekliği haline getirmektir.

Sanat ve siyaset, hiç bu denli birbirine muhtaç olmamıştı!