Korkuların çağrıştırdığı başkanlık modeli

Yaşama geçirilmek istenen bir proje önce bir modelde ya da hayali olarak incelenir. Model kurulurken ya da olası netice hayalde canlandırılırken eldeki malzeme ve koşullar esas alınır. Acil gündemimiz olan başkanlık sisteminin analizi, sistemi dayatanın amacı bağlamında yapılmalıdır.  Başkanlık için böylesine dayatmanın altındaki amacı ıskalayıp, salt siyaset teorisinin bir konusu olarak ele almak konuyu saptırmaktır. Meseleyi, objektif amaçlarla ve soyut düzlemde tartışmak, habis amaca hizmet dışında ancak saflıkla açıklanabilir.   

Bir ülkede, tarafsızlık ilkesi alenen çiğneniyor ve bu durum karşısında kimsenin kılı dahi kıpırdayamıyorsa; tek emir merci oluşturulup, hemen tüm işler sıkı denetime alınırken kimsenin itirazına konu olamıyorsa; tüm süreçlerde kuvvetler ayrılığı ilkesi alenen çiğneniyorsa; hukuk hiçe sayılıp, ayaklar altına alınabiliyorsa, bu durumda topluma dayatılan başkanlık konusu sakin bir ruhla tartışılamaz.

Bugün fiili başkanlık icra ediliyorken, de facto durumun de jure konuma çekilmeye çalışılmasının nedeni, derin akademik tartışmalarla değil, bugünkü işleyişe bakarak anlaşılabilir. Bu zaruret(!) ülke koşullarından mı yoksa kişisel ya da partisel gereksinimlerinden mi ortaya çıkmaktadır, sorusunun yanıtı çok nettir: başkanlık sistemi arzusu ülke koşullarından değil, kişisel korunma gereksiniminden kaynaklanmaktadır. Biat kültürünün insanı insanlığından ve haysiyetinden uzaklaştırdığı durumda böyle bir yönetim tam bir dikta ve faşizme giden yolu açarak, bu yolda yürüyene ciddi koruma sağlayabileceği açıktır. ABD Başkanının her istediğini yapamıyor olmasını demokrasi geleneğine bağlamak yerine, başkanın zayıflığı olarak görme eğilimindeki bir dokuda başkanlık mutlak diktatörlük olur. ABD ve sair medeni ülkelerde kabine üyeleri ve/ veya parlamenterler kendilerini başkanla eşit görüp, karşılıklı fikir tartışması yapabildiklerinden dolayı oralarda  sistem işliyor ve kapitalizm çerçevesinde demokratik yönetim biçiminde bir sıkıntı yaşanmıyor. Türkiye'ye dayatılan başkanlık sistemine, HDP de dahil olarak, tüm sistem partileri ve özellikle de halkımız, Batı ülkelerinde olduğundan çok farklı bakmalı ve kararını ona göre vermelidir.  

Eldeki malzeme ile geçilecek başkanlık sistemi, yolsuzluklar konusunun yaşam boyu gündeme getirilmemesi yolunun döşenmesidir. Halkın ancak yeterli oyu ile başkanlığa oturup, "halk beni buraya taşıdı" halüsinasyonu ile parlamentoyu, icra organını ve yargıyı ele geçirip, muhalefeti silerek, soru ya da gensoru gibi can sıkıcı ve zaman kaybı yaratacak parlamenter uygulamaları baskılayacak güç kazanan bir despot, tüm yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerini örtemez mi! Yolsuzluk yapıldı mı, ya da yapılıyor mu, bu zenginlikler neyin işaretidir ki, acaba? Bunu bir vatandaş olarak, ben bilemem. Ancak başbakanın danışmanı geçen günlerde bir Avrupa kentinde, halkımızın "darbeler karşısında yolsuzlukları tercih" ettiğini buyurmuş. Bu bir itiraf mı, yoksa, iç siyaseti şeffaflaştırarak, yargı yolunu zorlayıp iktidarı ya da danışmanı olduğu çevreyi üst makamlara karşı güçlendirme ve/veya aklama çabası mı, bilemiyorum. Ancak, şunu söylemeden de bu meseleyi kapatmak istemiyorum. Bir kere, eğer, "hırsız var" diye meydanlara çıkanlar şiddetle karşılaşıyor ve yargılanıyorsa, bu zatın da aynı işleme tabi tutulması gerekir. İkincisi, AKP'ye oy veren vatandaşlar dışındakiler kadar AKP'ye oy vermiş olmakla beraber, icraattan mutlu olmayanları da aynı kefeye koyarak böyle bir tercihte bulunduğunu söylemek neye hizmettir? Üçüncüsü, AKP darbelere karşı da, diğer tüm partiler darbeci mi ? Nihayet, durum gerçekten bu danışmanın bildiği ve söylediği gibi ise, kendisi nasıl oluyor da bu durumu yargıya taşımıyor ve böyle bir örgüte danışmanlık yapıyor ya da acaba hangi konuda danışmanlık yapmaktadır? Bir darbe kültürüdür gidiyor da, bu danışman darbeden ne anladığını bir anlatsa hiç fena olmaz. AKP cenahı, hiç gizlemeden bir ülkü ya da hareket kalkışı olduklarını ve, belki de bu amaçla, var olan anayasayı ve yasaları hiçe saydıklarını ima ediyor ve öyle davranıyorsa, acaba darbe sözcüğünü nasıl yorumlamalıyız?

Japonların harakiri ahlakı bir uç olabilir. Japonya'nın başkentinin Osaka olduğu dönemde, hükümet Japon ipek sanayisini dünyaya hakim kılabilmek için bu sektöre avantajlar sağlamış. Bu uygulamadan bir müddet sonra bazı üretici ve ihracatçılar destekleme uygulamasında sahtekarlık yapmış olduklarını beyan ederek, bakanlık binasının önünde harakiri yapmış. Bir ünlü yazarımız Japon olmak istediğini ifade etmiş. Biz onu beceremeyiz, kaldı ki eğer böyle bir işe kalkarsak, aile başına üç değil beş çocuk dahi yapsak nüfusumuz hızla erir. Harakiri değil de, hiç olmazsa, bir "özür ve istifa" kültür ve ahlakına sahip olsak, o da yeter! Bir zamanlar Japonya'da iken uçakların çarpışmasından kendini sorumlu gören ilgili bakan istifa etmişti. Bizde hızlı tren kazasından sonraki durum unutulmadı. Türkiye'de artık işler, maalesef, aleni olarak yürütülüyor. Başbakanın yolsuzlukların araştırılması gerektiği görüşüne, cumhurbaşkanının bu koşulda yönetici bulmada sıkıntı çekileceği şeklinde karşılık verdiği bir düzende her şey çok ortadadır. Bu ortamda harakiri ya da istifa kavramlarından söz etmek çok tehlikelidir.