Halkın çıkarını çiğneyen emperyalizm emrinde siyaset

Referanduma bir hafta kala en güçlü kale İstanbul’da Yenikapı mitingi bitişinde rastlantısal olarak Yenikapı metro istasyonundan geçme gafletinde bulundum ve dağılan miting cemaatine yakından tanık oldum. Bir arkadaşım bir kentte diyanet işleri sorumlusunun cami sorumlularının cami cemaatiyle mitinglere (tabii ki, evet yanlı) katılmalarını emir buyurduğunu(!) söylemişti. Bir halk nasıl bu kadar acımasızca kullanılır, saf duyguları nasıl bu kadar insafsız ve vicdansızca çiğnenir, anlayamıyorum! Nedir bu hırs; tehlikeli boyutlarda kışkırtılan hırsa bürünmüş kin! Siyasetçi başlangıçta psikolojik tatmin duygusu ile davranıyor olabilir, ancak icraatında toplumsal çıkarı gütmek zorundadır. Toplumsal çıkarı referandumda önerildiği şekilde en iyi tek-otoritenin düşündüğü ve güttüğü yönünde elimizde hiçbir delil olmadığı gibi, tarihsel süreç de aklıselim de “kötülerin iyisi” olarak tek-otorite yönetimini değil, demokrasiyi işaret etmektedir. Tek-otorite rejiminin uzaktan yakından demokrasi ile bir alakası yoktur. Tek-otorite anayasası önerisini hazırlayan, savunan ve bu anayasa doğrultusunda oy kullanacak olanların akıbeti için üzüntü duyuyorum. Bu insanlar bir milleti böylesi manevralarla teslim almayı vicdanlarına nasıl sığdırabiliyor, gerçekten anlayamıyorum!

Acaba milleti teslim almaya çalışan güç, görünürde tek-adam otoritesini ele geçirmeye çalışan siyasetçi mi, yoksa tek-adam otoritesini kukla gibi kullanarak tüm ulusu, hem de doğal ve maddi özvarlıkları ile ele geçirmeye çalışan arka plandaki küresel emperyalist güç mü? Buna karar vermek için biraz gerilere gitmemiz gerekmektedir. Yıl 2000, krizin eşiğindeki Türkiye’ye önce IMF tek başına, ertesi yılda da Derviş ile birlikte bir program hazırladı. Ekonomik alt-yapıyı ve krizin nedenlerini irdelemeden ve birikmiş borçların ödenmesi için zaman dahi tanımadan uygulamaya koyulan programın hedefleri, kabaca, Batı dünyasında sıkışan maddi ve finansal sermayeye güvenli ve denetimli yeni faaliyet ve kâr alanları açmak idi. Bu amaçla ekonomi sınırsız ve denetimsiz dışa açıldı, hızla özelleştirmelere girişildi, önlenemeyen kamu açıklarına rağmen Merkez Bankası “para kurulu” na dönüştürülerek faiz yükseltildi, vs.. Türkiye ekonomisinin soyulması ve ekonomik işgaline yönelik bu programı AKP büyük bir sadakatle içine sindirerek uygularken, değerli kamu varlıklarını babalar gibi satarken aslında Türkiye’nin ekonomik ipotek senedinin hazırlanmasına temeli oluşturdu ya da öteden beri başlayan cılız oluşumu güçlendirdi ve tamamlanma aşamasına getirdi. Millet kof şişmanlığını idrak edemediği uykusunda siyasilere destek verirken, köşeyi dönmeye çalışan aslî ve yandaş icraatçıları göremedi. Görüntünün ortaya çıktığı anda da ustalık dönemine has manevralarla toz dumana karıştırılarak, görüntünün algılanması perdelenebildi. Ne de olsa her alanın ustası o alanın en mahiridir!

Taşlar yavaş yavaş diziliyordu ki, 1016 yılında ihdasa edilen Türkiye Varlık Fonu, bu yıl yeni devirlerle inanılmaz mali güce ulaştırıldı. Tasarlanan anayasada nasıl parlamento şekle dönüştürülüyorsa, ulusal hâkimiyet ve demokrasinin sembolü bütçe de zevahiri kurtarmak için mini-maket haline dönüştürülmektedir. Şöyle ki, gerek şimdiki gerekse gelecekte alacağı boyut itibariyle Varlık Fonu yanında bütçe, giderek eriyen hesap tablosuna dönebilecektir. Hal böyle iken, idari otoritenin mali-ekonomik güç ve otorite ile bütünleştiği durumda tek-otorite rejiminin hangi güçlerin eline geçeceğini, daha doğrusu bu devasa projenin hangi üst-akıl tarafından heveslilere ihale edildiğini kestirmek çok güç olmasa gerek. Türkiye Varlık Fonu, 2000 IMF-Derviş programının amaçsal-uygulama devamıdır. Şöyle ki, 2000 programı ülkeyi küresel maddi ve finansal sermayeye açtığı gibi, Varlık Fonu da Türkiye’nin varlıklarını ipotek ederek küresel finansa yağlı kapı açmakla kalmamakta, bu fonlarla siyasilere hem de her konuda rant oluşturacak mega projelerle yabancı firmalara da faaliyet ve kâr alanları oluşturmuş olacaktır. Ülke zenginleşiyor algılamasında göreli erime ve yoksullaşma yaşayacaktır.

Ey halkım, gözlerinizi kamaştıran mega projelerden kimlerin yarar sağladığını ve bu borçları kimlerin ödediğini ve daha büyük bölümünü ileride kimlerin ödeyeceğini lütfen şöyle bir düşün ve öylece oyunu gelecek kuşaklara duyacağın vicdan borcu ile kullan! Gelecek kuşaklar senden hesap soramayacak, belki bu bilince de sahip olamayacak, ama bu durum seni kurtaramayacak, çünkü kararı sen verdin. O nedenle bugün bu meseleyi çok iyi düşünmelisin. Gelecek kuşaklar hesap soracak siyasi de bulamayacak karşılarında, o nedenle, bu hesabı yapmak bu dönem insanının vicdan borcudur, sorumluluğudur.

Bugünün seçmeni bu haftanın sonunda önüne getirilecek oylamada yapacağı tercihle kendisinden çok gelecek nesilleri kurtaracak ya da yakacaktır. O nedenledir ki, bu dönem halkının vicdani sorumluluğu, kendisinden çok, şu anda karar ortamında bulunmayan gelecek kuşakları kapsamaktadır. Siyaset bilimcilerin “halkın sağduyusu” dediği algılama-karar mekanizması bu referandumda her seferinden çok daha farklı işlemek durumundadır. Zira bugün karşı karşıya olduğumuz mesele bir parti meselesi olmayıp, iç ilişkide şimdiki toplumun gelecek toplum üzerinde kuracağı sömürü; dış ilişkide ise, ülke ve millet hakimiyetini ele geçirecek tek-otorite yönetimi üzerinden emperyalistin tüm ulusun şimdiki ve gelecek varlığı üzerinde kuracağı sömürü ile ilgilidir. Kısacası, bugün bir tür var olmak ya da yok olmak konusunda karar durumu ile karşı karşıyayız. Lütfen, siyasetçiye değil, kendi vicdan ve sağduyunuza güveniniz. İnanıyorum ki halkımız, ülkesi, kendisi ve geleceği hakkında en iyi kararı vererek, eli mahkûm siyasi figür marifetiyle ülkeyi ele geçirmeye çalışan emperyaliste en güçlü yanıtı verecektir!

Haftaya çok daha iyi konulara değinmek dileği ile!