Başkanlık sistemi ülkemiz için felakettir

Devletin tüm  araçları kullanılarak yaratılan büyük baskı ile halkımıza başkanlık sistemi dayatılmaktadır. Var olan sistemde "ceketin dar geldiği" gibi akla hayale sığmaz saçma savlarla halkın başkanlık sistemine itilmesi dahi, ne denli vahim bir ortama sürüklenmekte olduğumuzun açık delilidir. Bu sürükleniş, ülkenin ve halkların yüksek menfaatlerinin gereği midir, yoksa kişisel ya da grupsal bazı siyasi hesaplara mı dayandırılmaktadır? Bu sorunun yanıtı, başkanlık konusu tartışmasının bel kemiğini oluşturur. Burada paylaşacağım kanaatim odur ki, başkanlık sistemini, Türkiye'nin özel ve küreselleşme olgusunun oluşturduğu genel koşulları çerçevesinde bir siyaset bilimi konusu olarak değil, var olan koşulların olası sonuçları itibariyle tartışmak durumundayız.

Türkiye'nin özel konumu ve görüntüsü bağlamında başkanlık sisteminin olası riskleri şöyle belirtilebilir. Resmen ikiye ayrılmış bir ülkede, kişisel ve grupsal nedenlerle iktidara yapışmış olup ayrılmak istemeyen ve ülkede ciddi değişiklik yapmaya yeltenen, hatta kısmen de yapmış olan bir siyasal partinin başkanlık sistemini dayatıyor olması, çeşitli açılardan çok vahim sonuçlara gebedir. Siyaset teorisinde siyasal partilerin amacı iktidara gelmek olarak tanımlanır. İktidara gelmek arzusu doğaldır, ancak iktidarın tüm yetki ve avantajlarını her türlü siyasi etik dışı, hatta anayasayı ihlal edercesine kullanarak iktidarda kalmaya çalışmak siyasal etik dışı davranış olduğu kadar, ciddi anlamda da bir suçtur. Peki, iktidarda kalma canhıraş haykırışının sebebi nedir? Kimi siyasilerin bazı potansiyel düşman belledikleri için "suçsuzsan, niçin yargıya gitmekten korkuyorsun" diye çıkış yapmaları, kafamızda bu konuda bir parıltı oluşturmaktadır.  

Başkanlık sistemi ile oluşturulacak uzun dönemli ve denetimsiz olağanüstü yetkileri ülkeyi yeniden yapılandırmak için kullanmaya eğilimli bir parti çok tehlikelidir. Bir ülkede tabiatıyla her şey yeniden yapılandırılabilir, hiç bir şey tabu değildir, ama böyle bir işlem anti demokratik bir seçim yasası ve çeşitli mekanizmalarla iktidarı zorla ele geçirmiş bir partinin yetkisinde değildir. AKP, başta Dışişleri, Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıkları olmak üzere tüm icra organının yapısını ciddi olarak bozarken, aynı zamanda ülkenin var olan durumunda ciddi değişiklikler yaparak geleceği planlamaktadır. Seçilme yaşının indirilmesi de, nüfusun çeşitli kesimlerindeki artış hızları bakımından, aynı amaca yöneliktir. Sürdürülen  icraattan mutlu olanlar, ülkenin yarısını temsil etse dahi - ki, böyle bir durum da yoktur! -  yapılanların olağan siyaset veya demokrasi ile ilgisi olduğu ileri sürülemez. AKP böyle bir amaç peşinde koşarken "demokrasi tramvayı" nı arzusu yönünde kullanmakta ve bindiği tramvayla toplumun yarısından da fazlasını temsil ettiği kesiminin önünden fütursuzca geçme saygısızlığı gösterebilmektedir.

Var olan koşullarda dahi parti yönetici veya yöneticilerinin önü alınamazken, parlamentonun, icra erkinin ve diğer tüm demokratik parlamenter sistemin kurum ve kurullarının başkan karşısında işlevsizleştirilmesi, fiilen toplumun yarısını dahi temsil etmeyen siyasal organ temelinde bir tiran yaratmak demektir.

Başkanlık sisteminin küreselleşme ve neoliberalizm bağlamındaki sakıncaları da dikkate değer niteliktedir. Bu ortamda ülkelerin ekonomik sınırları sermaye hareketlerinin serbestleşmesi doğrultusunda açılırken, aynı anda siyasal iktidarların politik erki ise ülke sınırları ile tahdit edilmektedir. Böylece oluşturulmuş küresel federatif yönetimde geç kapitalistleşen ekonomiler sanal federatif sistemde birer eyalet mesabesindedir. Eyaletler ise merkezden gelen emir ve direktifleri yerel eleştirel süzgeç mekanizmalarından geçirmeden uygulamak durumundadır. Hal böyle oluca, başkanlık sisteminde halkın en fazla yarısının şöyle veya böyle seçeceği bir başkan, hiç bir iç denetim organına muhatap olmadan, doğrudan merkezden gelen emirleri uygulamak durumunda kalacaktır.

Kişisel hırslar ya da iktidarın kaybedilmesi durumunda muhatap olunacak olağanüstü hallerden kaçınmak gayesi ile aşırı iktidar gücünü ele geçirmeye çalışmak sadece halkların değil, bizzat diktatörün de aleyhinedir. Ancak, gözü kara bir diktatör bunları düşünmez ya da içine düşmüş olduğu koşulda düşünecek durumda olmayabilir. Halkımızın, belirttiğim ve benzer sair endişeleri göz önünde bulundurarak, önümüzdeki seçimlerde aklı selimini harekete geçirip siyasi tercihini basiretle kullanması, salt toplumsal yarar açısından değil, bizzat hırsla iktidara sarılmış olan siyasal dokunun selameti açısından da fevkalade yararlı ve isabetli olacaktır.