Derin Anadolu’nun Zirvesinde

KENTİN SESİ - ERZURUM Yazıları

Misafirlere, Anadolu’nun zirvesine hoş geldiniz denir buralarda. 1853 metrelik rakım ile Erzurum, Anadolu’nun Zirvesi tanımına en fazla uyan kenttir ülkemizde.

Derin Anadolu tabiri ise Metin Çulhaoğlu’na aittir. 29 Mart yerel seçimlerinin ardından yaptığı değerlendirmede, sağ partilere verdikleri yüksek oy oranlarıyla kapılarını uzun bir süre sola kapattığını ilan eden şehirler için kullanılmıştır bu sıfat.

Bu nedenle, Erzurum’a Derin Anadolu’nun Zirvesi demek yanlış olmayacaktır. Hem coğrafik, hem de siyasal nedenlerle…

Siyasal gericiliğin zirve yaptığı Erzurum hakkında ne zaman yazmaya niyetlensem, ister istemez Erzurum’luyu, yani nam-ı diğer Dadaş’ı eleştirmek ve karşıma almak zorunda kalıyorum. Eminim Bayburt, Yozgat, Kırşehir, Kırıkkale, Kayseri gibi şehirlerde yaşayan solcular da aynı hissiyata sahiptir. Derin Anadolu’nun solcusu, ülkesini ve halkını sevmek ile halkın gericiliğini mahkum etmek arasında tuhaf bir çizgidedir maalesef.

Bu çelişkili durum ülke geneline yayılmış olsa da, sağın kaleleri olarak nitelendirilen bölgelerde solcunun kendini ifade etme ve algılanma düzeyi açısından önemli sıkıntılar barındırmaktadır. Solcu olmanın dinsiz veya bölücü olmak ile bir tutulması yönündeki bildik sağ propaganda, batıdakinden çok daha etkili durumdadır. Örnek olsun, hafta içinde TAYAD’lıların Erzurum’da görülmekte olan bir dava nedeniyle adliyede yapmak istedikleri basın açıklaması vatandaş kılığındaki faşistlerin “Kahrolsun PKK” sloganlı saldırısıyla sonuçlanmıştır. Faşistlerin siyasal kimliklerini saklamaları değil bu örneği vermemin nedeni. Olayların içinde yer almayanların da olay hakkındaki yorumlarında “vatandaş tepkisini” olağan ve inanılır bulmasıdır.

Solcu için çelişki yoksulluk sıralamasında ilk on içerisinde yer alan, işsizlikten kıvranan, hastane kapılarından çevrilen bu halkın nasıl oluyor da sisteme bu kadar sadık olabildiğidir. Ve bu halkın aynı zamanda yeni bir düzenin kuruluşunda teorik olarak yer almak zorunda oluşudur. Halkına ve ülkesine sahip çıkma iradesindeki devrimcilerin, devrimcilere sırtını dönen bir halkla yapmak zorunda olduğu bir devrim…

***

Sanıldığının aksine, sadece çaresizlik ve yoksulluk insanların yüzünü sola dönmesine neden olmaz. Bu nedenle “bu hükümete oy verirseniz daha çok acı çekersiniz” söylemi teorik bir doğru olmasının yanı sıra siyasal pratikte ikna ediciliği olmayan bir söylemdir. Fakat vicdan denen duygunun da bir sınırı olduğu bilinmelidir. Vicdansızlığın alkışlandığı bir ülkede, alkışlayanların içine düştükleri içler acısı durumda kendi paylarının en büyük olduğunu da birilerinin hatırlatması, hissettirmesi gerekmez mi?

Hız sınırını bilerek ve isteyerek aşan bir sürücünün bu nedenle virajı alamayıp bir başka araca çarptığını ve ağır yaralanmalı bir kazaya neden olduğunu düşünün. Sanırım, kazanın nedenini bilen hiçbir vicdan sahibi, kazada yaralanan diğer aracın içindekiler ile kazaya sebep olan aracın sürücüsüne yardım esnasında aynı muameleyi yapmayacaktır. Fakat, insanlık edecek ve kazanın müsebbibi olan sürücüye de yardım elini uzatacaktır.

İşte bu insanlığı, evrensel vicdanı toplumsal alanda en çok hisseden de devrimcilerdir hiç kuşkusuz. Halka sırtını dönmeden ona ayna tutmak olarak da özetlenebilir bu durum. Tutulan bu aynayı yine vicdan sahiplerinin göreceği de bir gerçektir. Siyasal körlüğün teslim aldığı bir halkta, kalmışsa bir tek vicdan kalmıştır çünkü.

Vicdan Anadolu insanının, yaralanan ama henüz tam anlamıyla kaybetmediği bir duygudur. Vicdan duygusu üzerine kurulu siyasal söylemin hala alıcısı varsa, bunun nedeni bu toprağın insanının kadirşinaslığıdır.

Vicdanı yara almamış Anadolu insanı, gericiliğin karanlığına gömülmüş olsa bile yine vicdanının sesini dinleyerek çıkacaktır aydınlığa.

[email protected]