Milli Mücadele’nin 90. yılı

“Şeriat mahkemeleri güven veriyor” diyor bir gazete haberinde. “Önce demokrasi olmalı ama” diyor haberin devamında, “şeriat mahkemelerini sindirebilecek bir demokrasi…” Haberin yorumlarına bakıyorum “şeriat mahkemesinden korkan ya hırsız, ya dolandırıcı ya da fahişedir” diyor biri.

Taciz sanığı zatın mağdur ettiği B.Ç.’nin babası çıkıyor sahneye. “Kızımın ruh sağlığını onlar bozdu” diyor, Adli Tıp Kurumu için. Artık Üzmez’in pişkinliğine değil de, tacize uğramış bir kızın biyolojik babasının söylediklerine üzülüyoruz.

Uzun uzun tarif ediyor bir başka yazar köşesinde, idrar dışı gelen akıntı gusül abdestini mi yoksa namaz abdestini mi bozar diye. Tıbben temiz sayılsa bile dinen necis/pis sayılırmış, çamaşır bol suyla yıkanmalı ve namaza durulmalıymış.

Bahçeşehir Üniversitesi, New York Üniversitesi ile beraber yaptığı bir siyasal kimlik araştırmasını duyurdu kamuoyuna. AKP’ye oy veren her 100 gençten 38’i kendisini Kemalist, CHP’ye oy veren her 100 kişiden 18’i de kendisini İslami kesime dahil hissediyormuş. Bu da gösteriyormuş ki, gençler ideolojilerin katı etkisinden kurtulmuş.

Belli bir tarikat veya cemaate mensup bir genel müdürün nasıl davranması, nasıl kadrolar seçmesi gerektiğini anlatıyor bir diğer köşe yazarı. Cemaat ayrımı yapmadan, demokratik bir yapılanmaya girmeliymiş Müslüman dediğin.

“Seçeceğiniz eş tahkiki imana sahip olmalıdır” diyor bir diğeri. İnanmak, iman etmek yetmezmiş. Aile hayatında tahkiki iman amelin itici gücü, enerjisiymiş. “Tıpkı tazyiksiz suyun şofbeni, voltajı düşük elektriğin herhangi bir elektrikli cihazı çalıştıramaması gibi…“

***

Toplum hızla gericiliğin girdabına girmiş durumda. Tevekkül kültürü yaygınlaştıkça değer yargıları da erozyona uğruyor. Toplumu cemaat önderleri şekillendiriyor artık.

Cumhuriyet’in kazanımları yok edildikçe, bilimin yol göstericiliği yerini gericiliğin karanlığına terk ediyor.

Aydınlanma, bağımsızlık, ulusal gurur gibi kavramlar artık demode ve çağdışı ilan edilmeye başlandı bile.

Toplumun çıkarları, gerici iktidar eliyle uluslar arası sermayenin sınırsız tahakkümüne teslim ediliyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını korudukça bağımsızlık ve aydınlanma düşüncesinin daim olacağını iddia eden ulusalcı kanat, devletin nitelik değiştirmesi karşısında çaresizce seyretmeye devam ediyor. Resmi ideolojinin 90 yılda ülkeyi getirdiği nokta budur. Resmi ideolojinin bağımsızlık ve aydınlanma düşüncesini taşıyacağı yer en fazla buraya kadar.

İşte böyle bir ortamda ülkemizde “Milli Mücadele’nin 90. yılı kutlamaları” yapılıyor. Hiç olmadığı kadar sönük, hiç olmadığı kadar “resmi”.

Samsun, Sivas ve Amasya’nın ardından Erzurum’da devam eden 90. yıl kutlamalarına bu yıl Cumhurbaşkanı da katıldı. Erzurum Kongresi’nin 90. yılı olan 23 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Gül, hükümetin gerçekleştirdiği “demokratik reformlara” halkın sahip çıkmasını istedi.

Son yıllarda hükümetin aldığı tüm kararlar, Cumhuriyet’in 90 yıllık tarihiyle bir hesaplaşma havasında alınıyor. Rövanşın deplasmanda mı yoksa kendi sahasında mı alındığının önemi kalmıyor, çünkü iktidar ülke sathını kendi sahasına dönüştürmüş durumda.

Erdoğan’ın İstanbul Üniversitesi Rektörü elinden aldığı fahri doktora ünvanı nasıl temsili bir rövanş niteliği taşıyorsa, Erzurum Kongresi’nin 90. yılı etkinliklerine Cumhurbaşkanı Gül’ün katılması da bir o kadar önemli kanımca.

Bugün AKP eliyle düzenlenen kutlama programında, Cumhurbaşkanı Gül’ün halkı mevcut hükümetin reformlarına sahip çıkmaya çağırması, 90 yıl sonraki rövanşın ironisini oluşturuyor sanki. “Manda ve himaye kabul olunamaz” kararının alındığı Erzurum’da, ülkemizi emperyalizmin boyunduruğuna pervasızca sokan hükümetin boy gösterisi…

Bağımsızlık ve aydınlanma fikrini ileri bir noktaya taşıyamamanın bedelidir bu.

***

Cumhurbaşkanı’nın Erzurum gezisinde borçları nedeniyle kepenk kapatma noktasına gelen bir esnaf ve işsiz olduğu için çocuğuna ekmek bile alamadığını söyleyen bir emekçi dikiliyor karşısına Gül’ün. “Öldük bittik” diyorlar ama eklemeyi de ihmal etmiyorlar “hükümetimizi ve Cumhurbaşkanımızı çok seviyoruz.”

Tevekkül kültürünün sistemin devamı için ne kadar elzem olduğunun kanıtıdır bu. Hükümetin mağdur ettiği halkın, yine hükümete duyduğu mazoşistçe bir sevgi!

Bu gerici kuşatma kırılmadığı takdirde, solun işi çok ama çok zor gibi görünüyor. Öncelikle halkı yeni ve yaygın bir aydınlanma felsefesiyle buluşturmak solun önündeki en büyük görev olmalı.

Bu görev yerine getirilmezse ne olur? İşte bu sorunun cevabı, “sol ne yapmalı da halkı bu karanlıktan kurtarmalı?” sorusu kadar önemlidir.

Sol bu tarihi görevi yerine getirmezse, mazlumların sesi olma iddiasındaki ve dini referans alan yeni siyasi hareketler ortaya çıkacaktır, çıkmaktadır da. İslam’ın yanlış yorumlandığını ve dinin, elit bir kesimin elinde şahsi zenginliklerini daha da artırmak için kullanıldığını temel argümanları yapacaklardır.

Bu yeni asr-ı saadet’çiler, toplumun daha da gericileşmesinin önünü açacak kuşkusuz.

Bugün dahi, muhalefette olsa bile dini referans almayan düzen partisi kaldı mı? Bakın, şimdilerde CHP’nin soyunduğu misyona. Toplumun gericileştiğini referans alarak yeni bir gericileşme döneminin kapılarını açıyorlar.

İktidarın ve muhalefetin dini referans alan siyasi hareketler tarafından kuşatıldığı bir ülke, tarihte bir 90 yıl daha geriye gidecektir.

Hem de imparatorluk dönemine değil, yalın haliyle sömürge ülkeler dönemine…

[email protected]