Nâzım Hikmet’in Tayyip Erdoğan’a nasihatleri

AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana yaptığı icraatlar gericiydi, sermayeyi besledi, kötüydü, soysuzdu ama asla köksüz değildi. 

Akla sadece 12 Eylül ve akabinde rotası billurlaşan Türkiye sermayesi gelmemeli. Öncesi de vardı. Ta Adnan Menderes’ten alıyordu ilhamını. Sonra Özal ile sağlanıyordu süreklilik ve bugün bu ikilinin muadili Tayyip Erdoğan’dı. Demokrasinin üçlüsü diye övünüp durdular.  

Doğrudur. “Demokratlıklarıyla” övünmeleri bir kenara kim karşı çıkar sermayenin bu üç atlısının benzerliklerine? Kore’ye asker gönderen Menderes, bir koyup üç alacağız diye Ortadoğu’daki kan gölüne ağzı sulanan Özal, Şam’da kılınacak Cuma namazların hevesindeki Erdoğan. 

Nâzım işte böyle benzer zamanlarda, yine halkı demokrasiyle uyutup, yorganını gericilikle örtüp, ninnisini savaş tam tamlarıyla okuyan bir hükümetin muhatabı Adnan Menderes’e bazı “nasihatlerde” bulunur. 

Şiirinin başına da şu bilgilendirmeyi koyar Nâzım; 

“Nev York Tayms gazetesi 29 Aralık 1954 tarihli sayısında "Türkiye Geriliyor" başlıklı bir başyazı yayımladı. Bu başyazıda şöyle satırlar var : "O - Adnan Menderes - Basın hürriyetini yok ediyor... Basında kendisini tenkit edenleri hapse atıyor... Siyasi muhalefeti eziyor... Menderes işçilere grev hakkını tanıyacağını vaad etmişti... Halbuki en kısa grevler için işçileri takip ediyor..." 

Ben, Nâzım Hikmet, Nev York Tayms gazetesinin satırları arasında kalan yazıları da okudum. Bu satırların arasındaki satırları aynen aşağıya geçiriyorum.”

Ve koyar şiirin başlığını: GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES'E ÖĞÜTLER.

Nâzım, New York Times gazetesinin haberindeki satır aralarını, bir okunuşta fark edilmeyenleri yazar. Bugün ise şiirindeki dizelere bakınca bazı küçük oynamalar yaparak aynı öğütleri Tayyip Erdoğan’a yapmak pekâlâ mümkündür. 

Adnan Menderes’in içeri tıktığı gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın’dır. Sebebi belli. Gazetecinin iktidara yaptığı cilve az gelmiştir Nâzım deyimiyle. Halkla savaşmak kolay iş değil. Az gidilir uz gidilir de uzlaşarak gidilmez. Diktatörlerin kabilindendir, azıcık gülümseyip bolca höykürmek. 

İster Menderes gibi “zarif” olsun, ister Özal gibi “tatlı” ya da Erdoğan gibi “Kasımpaşalı”. Kısaca mesele cilve yapan medyanın şahsiyetleri nasıl duyurduğu, ne kadar zarif ya da kaba oldukları değil, kavgayı kime karşı verdikleridir.

Nâzım, “bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes” diyerek uyarır. 

Tutukladığın gazetecilerin önemli birçoğu eski yalakası en iyisi suskunu kötülüklerin, tıktığı tarikat ehli kişiler hempası, üstüne yürüdüğü muhalefet aynadaki akistir.  

Ha Adnan Menderes’ten söz etmişiz ha Tayyip Erdoğan’dan. Farkı yok. Aynı nasihatleri yenileyebiliriz. 

Dün Kore’ye bugün Ortadoğu’ya asker gönderme heveslisi muhalefete yüklen, düne kadar yaptıklarına gıkını çıkarmayan medyaya yüklen, seni kanlı bir denizin ortasına salıp da sahip çıkma heveslisi olmayan Batılı dostlarına yüklen, matbaalarda kitapları dergileri toplat, işçiye emekçiye düşmanlarını sahipsiz bırak, sana bağlı liderlerin ya da liderciklerin itibarını zedele…

Ne diyelim?

“Şaşkınlığın  bu kadarına doğrusu ya pes, 
Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. “

1955’te kaleme aldığı şiirden 60 yıl sonra aynı noktalara nasihatlerde bulunabiliriz. Hala gerilemekte Türkiye ve birileri onlarca yıldır “hırsız ve katil” olmak konusunda elinden geleni yapıyorken üstelik: çoğu zaman da bindiği dalları da keserek.

Nâzım’ın şiiri şöyle bitiyor;

“Senin bindiğin dallar ve bindiğimiz dallar, 
Unutma bu dallardan başka asıl ağaç var, 
öfkeyle homurdanan yarı çıplak, yarı aç, 
bizi silkip atmaya fırsat kollıyan ağaç... “

Erdoğan’ın elinde iki seçenek kalıyor öyleyse geriye, ya bindiği dalı kesip onu var eden zemini oyacak ya da asıl işine bakıp halk düşmanlığını körükleyecek. İki seçenek de kaybedişini engelleyemeyecek.