Dokunan düzene yakınmak ve dokunulmazlıklar

Gündemde uzunca bir zamandır yer edinen dokunulmazlıklar meselesi geçtiğimiz hafta itibariyle yeni bir evreye girmiş oldu. Bahsi geçen konularda HDP’li vekillerin yargılanması ve tutuklanması gibi başlıklar da var.

Tüm bunlardan söz edilirken yine 90’lı yıllar ve DEP (Demokrasi Partisi) ile kıyas yapılıyor. Ve yine o meşhur söz “90’lara mı dönüyoruz?” edebiyatı. Evet, düzen siyaseti açısından 90’lar zulüm, baskı, sömürü ve vahşetle anılıyor. Ama böyle olsa bile bugün daha mı iyi koşullar sizce?

O yüzden 90’lara kadar gitmeden sadece AKP’li yıllara bakarak Kürt siyasetine ve düzenin “dokunduğu” yerlere göz atmak faydalı ve yeterli olacaktır.

AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımındaki temel fark diğer düzen partilerinde ayrı olarak “Kürt sorununu” ve kimliğini tanıması ve fakat bunu İslamcılık adı altında çözmek için adımlar atacak olmasıydı. En azından yarattığı etki buydu. Açılımlar, müzakereler, barış süreçleri, TRT Şeşler, Kürtçe yapılan siyasi propagandalar bunun çıktısıydı.

Bununla beraber KCK operasyonlarında yaklaşık 10 bin kişinin tutuklanması, Kürtçe anadilinde yapılan savunmaların tarihe bilinmeyen dilde yapılan savunmalar olarak geçmesi, pek çok Kürt entelektüelin üretimine dönük kısıtlamalar ve baskılar, dönemin Kürt partilerinden Demokratik Toplum Partisi (DTP)’nin kapatılması, Roboski’de yaşanan katliam, sokağa çıkma yasakları, güvenlikli bölgeler, savaşlar, yaşamını yitiren binlerce insan, köy boşaltmaları da yine bu döneme denk geliyor. Yani AKP’nin normalleşme ya da fabrika ayarları olarak tarif edilen dönemlerinde yaşandı bunlar.

Buradan sonra kısaca ve özetleyerek devam edelim.

Süreç ve müzakere denkleminde pek çok kırılma olsa da en kritik ve belki en son kırılmalardan bir tanesi Gezi Direnişiydi. Burada Kürt Siyasi Hareketi (KSH) kendi deyimiyle AKP’yi kurtararak kendince süreci devam ettirmenin zeminini yaratıyordu. Buradan yola çıkarak söylenebilecek ilk şey KSH’nin kritik bir fırsatı kendi ayağıyla tepmesidir. KSH, o süreçten sonra Türkiyelilik olarak tarif ettiği şeyi geri tepmiş ve Gezi’de ayağa kalkan insanlara karşı, yaprak kımıldamayan bir Kürdistan sınırı çizmiştir. Devlete bölgenin hâkimi, insanlara da iktidarın destekçisi izlenimi çıkmıştır ortaya. Gezi’ye darbe, ulusalcı ayaklanma gibi betimlemelere girmiyorum bile.

Bugün gelinen noktada; Gezi ile başlayan süreçte fiyakası çizilen bir iktidarın alternatifi ve burada yaşanan krizin aşılması üzerinden bir sürecin içindeyiz hala ve son dönemlerindeyiz. Sermayenin yaşadığı kriz derin ve tarihsel. Basit bir çözümü de yok. Tıkanmış durumda. Tıkandığı noktada da bir basınç ve birikme yaşanıyor; gericilik ve savaşlar.

2005 yılı itibariyle Kürt sorununun çözümü düzende arandığından beri bugün düzende yaşanan krizler Kürt sorunun çözümünde de krizlere gebe oluyor. Yani Erdoğan sorunu çözülmeden Kürt sorunun çözülme şansı görünmüyor.

Erdoğan’ın elini güçlendiren şeylerden birisi sermayenin içine sinecek bir alternatifin olmamasıyla birlikte sermayenin yaşadığı krizin evrensel boyutu. Kriz derin, köklü ve tarihsel. Avrupa’da mülteci meselesinde ve Suriye denkleminde muhatap alınacak bir alternatifin olmaması da Erdoğan’ın elini güçlendiren bir diğer seçenek. İçerde muhalefetsizlik dışarda alternatifin henüz oluşmaması Erdoğan’a hayat öpücüğü vermiş durumda. Zaman kazandılar ve sonuna geliyorlar. Ama sonuç değişmiyor. Gidecekler.

Duran Kalkan dokunulmazlıklar sürecinde HDP bir Kürt partisi değildir açıklaması yapıyor. Zira bu denklem artık sadece Kürt meselesiyle ele alınarak çözülecek bir problem olmayı aştı diye. Asıl sorun HDP’nin Kürt partisi olup olmaması meselesindeki sözün PKK tarafından söyleniyor oluşu değil midir buradan bakınca.

Cemil Bayık Hendek Direnişinin kazandığını ve AKP’nin kaybettiğini söylüyor. Evet, haklı Cemil Bayık, AKP kaybediyor. Ama yüz binlerce insanın göç ettiği ve binlerce insanın öldüğü, viraneye dönen bir fotoğrafta Hendek savaşlarının kazandığını söylemek insafsızlık. En kibar ifadesiyle doğru değil. Elde sadece Batı Rojava’nın Hendeklere karşı pazarlık payı kaldı. Açık olmak gerekirse Hendek savaşları bekleneni karşılamadı, halk geçmiş deneyimlerle kıyaslayınca sahip çıkmadı.

AKP, HDP’yi sadece bir “Kürt partisi” olmak noktasında zorluyor. Başka seçenek bırakmıyor diyenler önce Gezi’ye bakmalı. HDP’nin Türkiyeliliği Ankara’da gezen Toma Diyarbakır imgesini aşamıyor, aşmıyor.

CHP’nin süreçte AKP’nin “önüne yattığı” aşikâr... Kendileri de gizlemiyor dokunulmazlık meselesindeki tavırlarını. İyi ama CHP önüne yatarken HDP dik durdu mu barış süreci boyunca AKP’ye karşı.

Bugün Türkiyelileşmek Dolmabahçe buluşmaları ve mecliste yer edinmek ile ölçülüyor. Burada da barışan halklar değil kurumlar oluyor. Kürt emekçiler hala linç ediliyor ve işten atılıyor.

Kısaca düzen ilk kez dokunmuyor. AKP kendi tarihine bir parti kapatma, 10 bin kişilik büyük bir tutuklama kampanyası, tutuklu vekiller, savaşlar, katliamlar, köy boşaltmaları sığdırdı. O gün Roboskili aileleri Tayyip’in sofrasına ikna etmek bugün yaşananları boşa düşürüyor.

HDP halka sığınmak zorunda. CHP ya da AKP eleştirisinin bir önemi yok. Halka umut diye Ekmeleddin çıkışı yapan CHP’den ne bekliyorsunuz ki?

Sonuç olarak AKP ilk kez “dokunmuyor”. İlk kezmiş gibi alınmanın manası yok bu sebeple. Zaten mecliste olan bir partinin “Bizler Meclise” demesine benziyor, zaten kanlı elleri Kürt halkının yakasında olan burjuvaziye “dokundular” demesi.