Ürün

Darbeyle siyaseti ele geçiren diktatörler dahi belirli bir halk tabanına dayanmak zorundadır. Diktatörün dayandığı halk tabanını ise, kısmen korku, kısmen çıkar ve çeşitli avantalar, büyük bölümünü ise maalesef, cehalet ve cehaletten beslenen dincilik oluşturur. Dikkat edilirse hemen tüm bu nitelikler geri ülke ve toplumlara özgüdür.

Şu halde kaba bir genellemeyle denebilir ki, kapitalizmde, toplumsal çıkarın aleyhine olarak belirli iç ve dış zümrelerin ekonomik ve siyasi çıkarları lehine misyonerlik göreviyle yükümlü siyasi diktatörlük ile ülke ve halkların gelişmişlik düzeyleri arasında ters ilişki bulunur. İran’la ticareti yasaklarken bu yasağa karşı gelemeyen Türkiye’nin, ABD’nin BOP ortağı unvanını taşıması oldukça şaşırtıcı olsa gerek!

Çıkarın bir toplumu nasıl rezilleştirdiği, haksız yarar ve edinimlerin insanları nasıl insanlığından çıkarıp zavallılaştırdığı, hele de cehaletin ve cehaletle yürütülen uyanıklığın bir ulusu nasıl değersizleştirdiği tarihin her aşamasında görülmüştür. Ne var ki, yoksul ve bencilleşmiş bir toplumu gütmek çok kolaydır. Böylesi cehaletin dinciliğe bulanmış halkı, kendi diktatörünü çok rahat üreteceği gibi, kendini yönetmekten de aciz olduğu için, başından diktatörün eksik olmasını da arzulamaz. Bu gruplar sürü davranışıyla bir “kanaat sahibi” güdüsü altında, istenen her yere kolayca sevk edilebilir.

Ormanın bütünlüğü içinde bir ağaç kadar özgür birey olmak sürü olmamaktır. Özgür insan korkudan azade, haksız yarar ve edinimleri reddedici, çıkarlar peşinde koşmayan aydınlık insandır. Bu insanı yönetmek, hatta gütmek olanaklı değildir.

Bir asıra yaklaştığını söylediğimiz cumhuriyet ve demokrasimize rağmen, burjuvazinin hâlâ çok geri olduğu, üniversite ve sair toplumsal kurumların henüz gelişemediği gibi her gün biraz daha geriletilmekte olduğu toplumda, dikta rejimlerini elinin tersiyle itecek aydınlık ve özgür insan üretilememiştir. Üretilmiş birkaç kurumu ve insanı da kısmen, boyalı ve kişiliksiz medyada görüldüğü gibi, ekonominin çarkları, kısmen de adalet adına hapishanenin çarkları arasına almak, hem toplumun gerici kesimini rahatlatır hem de topluma korku salarak siyaseti kolaylaştırır.

Geçen yıl kaybettiğimiz Prof. Oktay Yenal Hocamız, üniversite yıllarında bir yakınının Sultanhamam’daki dükkanında tanık olduklarını bakalım nasıl yansıtıyor: “Ticaretin ve dükkancılığın, hiç olmazsa o düzeyde, korkutucu derecede yalan ve aldatmaca ile yürütüldüğünü görüyordum. (...) Anadolu kökenli tüccar, Cuma günleri öğle vakitleri kepenkleri kapayıp camiye gittikleri numarası yapıyorlardı müşterilere gösterdikleri numuneler ile sonra yolladıkları mal arasında büyük fark vardı her kenarı 90 cm olan yazmayı 110 cm diye satıyorlardı. Hiçbir borçlarını, hele yanlarında çalıştırdıkları kimselerin aylıklarını, kasaları dolu olsa bile, gününde ödemiyorlardı. Bu arada da o namaz kaçırmayan kimseler devamlı Allah üzerine yalan yemin ediyorlardı. Bu yalan dolan piyasasının işlediği günahların belki tek hafifletici yönü, aldatılanların da aynı hamurdan gelme kimseler olmaları ve bu ahlaksız oyunları bilerek oynamalarıydı.” (Oktay Yenal, İktisat Penceremden, Homer Kitabevi, 2005, 29-30)

AKP’nin ve dayandığı halk kitlesinin genel davranış tipolojisi, Yenal Hoca’nın tanımladığı tipolojiye çok benzemektedir. Erbakan da dahil, şimdiye dek hemen tüm siyaset adamlarının devlet kadrolarından gelmiş olmasına karşın, AKP kadrosu, büyük bölümüyle kamu dışı kesimden gelmiştir. Davranış ve politikalar açısından belediyecilik de merkezi devlet dışıdır. Esnaflık, hesap uzmanlığı vb gibi çok çeşitli alanlardan gelmiş olan AKP takımı, bu yönü ile sosyolojik araştırmaya muhtaçtır.

Burjuvazi aşamasında yol almış olan büyük sermaye ile AKP’nin ayrışması da salt çıkar meselesi olmayıp, bir dereceye kadar da olsa, davranışsal kural ve kodlarla da ilgilidir. Bu durum, çeşitli meslek örgütlerinde, yeni yetme görgüsüz sanayicilerden oluşan kurullarda da görüldüğü gibi, bakanların beyanları, yurt dışı temas ve konuşmalarındaki tavırlarında da açıkça sergilenebilmektedir.

Uzun erim ekseninde baktığımızda, imamın öğretmene galip geldiği, kentlerin kırsallaştığı, yoz esnaf-yobaz davranışının burjuvalaşmış sanayi davranışına galebe çaldığı sosyal dokunun oluşturduğu ürün budur. Ekonomik ve sosyal alt-yapıdan yükselen bu davranış tipolojisi siyasilerin aşırı güç istimalini olduğu kadar, olağanüstü kişisel ve ailesel servet birikimini dahi makul görerek, “hiç değilse çalışıyorlar” (mı!) yaklaşımıyla meşrulaştırır da. Yobazlar da siyasetçilerinin güç ve servet sahibi olmasını yeğlerler zira, yobazlığın yaygınlaştırılmasında bu güçler kullanılır.

Bugünlerde şiddetle yaşadığımız operasyonlar, geçmişte ve günümüzde de, her hal ve koşulda anlık çıkarlara göre pervasızca ve devlet anlayış ve felsefesinin olmadığı etik dışı karar alma dürtüsünün yansımasıdır. Yenal Hoca’nın tanımladığı çıkarcı yoz davranış tipolojisine uygun bu siyaset, küreselleşmede ileri ülkelerdeki ciddi devlet yapısından kaçan sermayenin de avantajınadır.

Toplum-ekonomi ilişkisinde bu pislik ancak güçlü bir toplumsal kalkışla alt edilir. Böylesi güçlü toplumsal kalkış, günümüzün yozlaşmış kapitalizminde değil, aydınlık ve insancıl sosyalizm üzerinde yükselir.