Sanki bugünü anlatıyor

Bu yazıyı bir resmi TV kanalında "28 Şubat"  başlıklı bir programı dinledikten sonra, hayret ve şaşkınlık içinde, sıcağı sıcağına yazıyorum. Öyle bir program ki, medyanın nasıl güçlü bir beyin yıkayıcı günah makinesi olarak kıllanılabileceğinin bundan daha iyi bir örneği oluşturulamaz. 28 Şubat olayının güya ne olduğunu anlatmak için yapılmış olan program, herhalde yanlışlıkla olsa, sanki bugünü anlatıyordu. Baştan aşağı tümüyle bugünü anımsatan örneklerden sadece birkaçını burada paylaşmak istiyorum.

28 Şubat baskılaması halkları ayrıştıran bir ortam oluşturmuş. Hayret, doğrusu! Programa baktıkça acaba bugün neler oluyor, diye kendimi alamadan edemedim. Toplumu bölmek ve ayrıştırmak, bir gurubu diğerine adeta düşman etmede insanlık tarihi acaba AKP'nin karşısına başka bir yönetimi koyabilir mi! Sadece kendisine oy verenleri "millet" nirvanasına yükseltip, diğerlerini yok sayan AKP dönemi dışında hangi yönetimde görüldü! Bu faslı kapatmadan bir gerçek olayı yansıtmak istiyorum. Bir dönemde Merkez Bankası uzman eleman sınavında jüri üyesi idim. Yazılı sınav ve mülakattan sonra imam hatip kökenlilere dikkat edilmesi gerektiğini, zira kadrolaşma yaşandığı ileri sürüldüğünde hepimiz böyle bir şey olamayacağını belirterek, hiçbir ayırım yapmadan sonuçları objektif olarak tanzim edip kuruma teslim ettik. O mülakatın sonucundan bugün son derece müsterih ve huzurluyum, ama bugünkü kamu jürilerinin vicdanlarında bu kadar müsterih olabileceklerini hiç düşünemiyorum.

Devlet televizyonu, hele de seçime giderken sanırım böylesi yanlı ve yanlış bir programa gereksinme duymuş olmalı ki, sunumda bazı yerleri çıkartıp bazı ilaveler de yaparak, ulusun hafızasını bulandırmaya yöneldi. Böylesi fevkalade objektif programda(!) rahmetli Erbakan hocanın kadayıfın altının kızardığı esprisi de, "ya kanlı ya da kansız" özdeyişi de hak ettiği yeri bulmamıştı. Programı yapanlar, herhalde emre uygun olmayacağı düşüncesi ile olsa gerek, kafaların arkasındaki asıl zihniyeti gösteren böylesi ifadelere programda yer vermediler. Düşünüyorum da, acaba program yapımcıları, ekranda isim listesi geçerken kendilerinden utanmadılar mı!  

28 Şubat eğitim konusunda da kimilerini sinirlendirmiş. Sekiz yıllık zorunlu eğitim imam hatip sistemini engelliyor olduğundan toplumun inancına balta vurulmuş. Peki, bugün ne yapılıyor. Çocuklar zorla ezber sistemi ile anlamadıkları bir eğitim alanına alınarak, bireyin vicdan ve din özgürlüğü mü sağlanmış oluyor! Bu iktidarın 4+4+4 sistemi ile herkesin din ve vicdan özgürlüğünü rahatça yaşayabileceği nasıl savunulabilir ki! Dindar ve kindar nesil yetiştirme iddiası bir cehalet şahikası değil de, 28 Şubatı tezgahlayan ve uygulayan zihniyetin mi eseridir? Her aklı selim kişi sekiz yıllık zorunlu eğitim sisteminin karşısına 4+4+4 sistemini koysun ve bir düşünsün, acaba hangisi daha özgürlükçü ve din ve vicdan hürriyetine daha saygılı diye. Sekiz yıllık zorunlu eğitim sisteminde de yine kuran kursları vardı ve isteyenler çocuklarını yaz tatilinde bu kurslara gönderebiliyordu. Kaldı ki, kuran kurslarında öğretilen din konusu olmayıp, Arapça harflerle kutsal kitabı okuma idi. Zorunlu din dersinin içerildiği eğitim sistemi bir "zorunlu eğme sistemi" dir, oysa evrensel bilgilerin verildiği sekiz yıllık temel eğitim ise bir "eğitim sistemi" dir. Şimdi vicdanı olan her insan düşünsün, hangi sistem dayatmacıdır, hangisi özgürlükçüdür!

28 Şubat zihniyetinde İsrail ile birlikte Ortadoğu'da gericilik ve şeriatla mücadele edilmesi gibi bir proje gündeme gelmiş. Başka bir ülke ile ve onun çıkarları doğrultusunda bütün bir havzaya müdahalenin, doğal olarak, savunulur bir yanı yoktur. Ama, bir tür ulusal hasletimiz olmalı ki, bu kez de dünya patronu ABD güdüsünde Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığına soyunmadık mı! Eğer BOP bizim projemiz olmuş olsa idi devlet ricalinin böyle bir proje peşinde koşması bir nebze kabul edilebilir olabilirdi. Ama bizim olmayan ve bizi komşularımızla karşı karşıya getirme potansiyeli taşıyan bir projede bizin siyasi liderin ne işi vardı, ulustan gizlenen anlaşmalar neydi, hangi çıkarlar masaya yatırıldı! Bütün bunlar tartışılıp, açığa kavuşturuldu mu!  

28 Şubat tabii ki, kabul edilebilecek ve her durumda savunulabilecek bir gelişme değildir. Ama bu bir "gelişme" dir. Yani, maalesef, bir sürecinin ortaya koyduğu patolojidir. Bu nedenle, 28 Şubat sorgulanırken, aynı zamanda onu yaratan koşulları da, örneğin, toplumu karanlığın deliğine çeken ve gericilikle halk kesimlerini avucunda tutarak siyasete yön veren tarikat liderlerinin en üst devlet kademesinde ağırlanmasının da dikkate alınması asgari siyasi analiz etiği gereğidir. Belki de bundan dolayı olsa gerek, programın ara yorumlarında malum gazeteciler dışında, kendisini kurtarma uğruna partisini ve davasını terk etmiş tek bir siyasetçi-akademisyen boy gösterdi, başkalarından, hatta bugünün el etek öpen akademisyen ya da ampul aydınlarından eser yoktu. Nasıl görünsünler ki, 28 Şubat olayını yansıtan medyayı "devrin malum basın organı" diye tanıtan bir program yapımcısının programına bugünkü medya sahip ya da yazarları hangi cesaretle çıkabilirlerdi ki!  

28 Şubat 2015 de özel bir zaman kesiti olarak tarih sahnesinde yerini alacaktır.  Seçime az süre kala her türlü oyun, pazarlık ya da zımnî anlaşmalar sergilenmekte olduğu gibi, anlaşılan daha da sergilenecektir. Türkiye'yi despotik bir rejim karanlığına sürükleyen ve bu yolda hiçbir engel tanımayan ve tanımayacak olan bir siyasinin önünü açma pahasına kendi sözde özgürlüklerini sağlamaya çalışan kesimler hiç görmezler mi ki, bu projenin gerçek anlamda özgürlüklerle bir ilgisi olmayıp, Ortadoğu'nun sömürgecilik çıkarı ve anlayışı ile yeniden yapılandırılmasıdır. Kapitalizm içinde gerçek özgürlükçü barış arayışı ayrı bir tartışma konusu olarak, İç Güvenlik Tasarısı dehşeti altında nasıl bir özgür siyasi mücadelenin olacağı da başka bir garabet olsa gerek! Kapitalizmin çöküşteki çırpınışlarının kendisine yeni payandalar oluşturma çabasının bazılarına özgürlük gibi yansımasının acı bir tahayyül olduğu umarım fazla geç kalınmadan anlaşılır. Tarafların sistemle bütünleşmiş üst düzey siyasetçilerinin değil, kaderde ve kıvançta bir olan halkların sol güçlerinin uyanışı ve birlikteliği ile barışa ve özgürlüğe yürünür.    

Geçmişle övünmek ya da geçmişte yapılmış bazı hatalardan yararlanmak bugünü yönetememenin perdeleme aracıdır. Böylesi senaryoların siyasi paranoyayı yansıtmadan öte işlevi yoktur. Bu paranoyayı yaşayan ve topluma yaşatmayı hedefleyen siyasilerin kendi eseri tıkanıklıkları aşabilmek için durmadan geçmiş olay ya da olguları pişirip toplumun önüne sürmeleri bir beceri değil, ancak zavallılıktır. Tüm yaşananlar zaten toplumların vicdanî ve bilinç dışı kaydında yer etmiştir. Geçmişin yalan yanlış devamlı tekrarı ise, var olan durumun paranoya hezeyanlarını bilince kaydını sağlar.

*          *          *

Ermenekli isyancı ailelerin yanındayım. Şuursuz davranışlara karşı isyanlarını saygıyla karşılıyorum. Bu garip halk neyle gurur duyuyor ki, bu denli gaza gelebiliyor? Bunu hiçbir zaman anlayamadım! Ayıptır.

*          *          *

Büyük Çınar Yaşar Kemal'in ölümü bedenseldir; eserleri yaşayacaktır. Kendisine rahmet, eşine ve ailesine başsağlığı diliyorum!