Öğretmenler gününde öğretmen trajedisi

Başlığı, “Öğretmenler Gününde Toplumsal Trajedi” şeklinde yazmak daha doğru olurdu. Çünkü öğretmenin günlük olarak yaşanan trajedisi aslında toplumun uzun dönemli trajedisidir. Nasıl bir eserin sansürlenmesi, salt eserin sahibinin haklarını kısıtlamaktan öte, söz konusu eserden yarar sağlayacak olan toplum kesiminin haklarını kısıtlamak ise aynı şekilde öğretmenlerin karşı karşıya kaldığı trajedi de aslında tüm toplumun trajedisi olarak görülmelidir. Muhtemelen öğretmenler böylesi bir trajedi yaşıyor olduklarından, teselli babında ancak yılın bir günü “polis eşliğinde” kendilerine armağan edilmektedir.

Öğretmen, her aşamada, içinde bulunduğu üretim faaliyetine tüm enerjisi ve yüreğini koyan bir insan, bir eğiticidir. Eğitimin ilk kademesinden son kademesine dek, biyolojik varlık üzerinde işleyerek, ona bazı beceriler yanında, düşünce, davranış ve ruh yüceliği aşılamak durumundadır öğretmen. Mesleki öğretimin yapıldığı kabul edilen meslek okulları da dahil olarak, eğitim hizmetinin tüm alanlarında ve her kademede söz konusu oluşturma faaliyetini sürdürülmektedir öğretmen.

Bireyin beyinsel ve ruhsal şekillenmesi, doğaldır ki, salt eğitim kurumlarında gerçekleşmemekte, aileden başlayarak tüm toplumsal ilişkilerde etkileşim yolu ile oluşmaktadır. Eğitim ve eğiticinin rolü ve önemi yanında, ondan da önemli olarak hizmetin güçlüğü, toplumların gelişmişlik aşamasına ve toplumsal başat davranış biçimine göre şekillenir. Şu hale göre, öğretmen salt bireyle değil, tüm toplumla karşı karşıya gelmekte, bazen toplumsal değerleri eğitim alanına taşımakta, bazen de topluma başat davranış kodlarına karşı çıkma durumunda kalabilmektedir. Diğer bir deyişle, öğretmen, yerine göre, hem öğretmen hem de eğiticidir. Öğretmen ve eğitici misyonu ile yükümlü birey, bu yönü ile, diğer üreticilerden ayrışmakta, çoğu zaman onların ideolojisine ters düşmektedir. Toplumsal davranış kodlarını eleştirel süzgeçten geçiren eğitici zaman zaman toplumu karşısına alabilmekte, eleştirel yaklaşımla günlük toplumsal davranışları etik değerlerle tartabilmekte ve sonucu eğitim faaliyeti içine yedirerek, davranışsal eğiticilik misyonunu yürütebilmektedir. Bunun için eğitici bizzat kendisinin de eğiticisi olarak, kendi davranışlarını da daima dikkat altında tutmalıdır. Zira eğiticiliğin ya da öğrenmenin ilk kuralı, sözle nasihat değil, davranışlarla örnek oluşturmaktır.

Eğitici siyasi erkten bağımsız bir doku içinde çalışır. Bunun nedeni, siyasal erkin amacının, ideal eğitimcinin amacından mutlak olarak sapmasıdır. Siyasal erk, düzen içi eğitim sistemi oluşturmaya gayret ederken, eğitimci eleştirel ve bağımsız düşünebilen bireyler oluşturma gayreti içinde olmalıdır. Bu durum eğitimci ile siyasal erki karşı karşıya getirir. Öğretmen sınıfta olduğu kadar, toplumsal eylemlerde de öğretmendir. Siyasal erki toplum seçer, eğitimci toplumu şekillendirmede etkendir. Siyasetçinin korkusu ve öğretmenlere yönelik şiddeti bundandır.

Eğitimcinin toplumu şekillendirmede karşılaştığı önemli engel üretim ilişkisi üzerinde yükselen toplumsal normlar ve davranış biçimleridir. Eğitimci ve eğitim kurumları diğer toplumsal ve kamusal kurumlar gibi üst-yapı kurumları olmayıp, görece bağımsız yapılardır. Eğitim kurumlarının muhtariyeti görevlerinin toplumsal normların üzerinde ve onları etkileyici nitelikte olmasından kaynaklanmaktadır.

Bu denli kutsal görev yapan eğitimciler günümüzde sosyal mevki ve itibar kaybetmiş durumdadırlar. Şöyle bir çevremize bakalım, üniversite sınavlarında ilk sıralara yerleşen gençlerin hangisi ve kaçı öğretmen ya da öğretim üyesi olmak istemektedir! Daha doğrusu, parlak gençlerin yüzde kaçı gözlerini özel kesimdeki parıltılı mesleklerden eğitimciliğe çevirmektedir ki! Bu durum eğitim faaliyetinin ideal misyonu ile uyumlu toplumsal değerinin oluşturulmadığını ortaya koymaktadır. Siyasetçinin eğitici ile mücadelesi bu alanda inanılmaz insafsızlıkla sürmektedir. Yine tekrarlamak gerekir ki, siyasetçinin eğitici ile böylesi insafsız mücadelesi, aslında sermayenin emrindeki siyasetçinin tüm toplumla mücadelesini yansıtır.

Değerlerin değersizleştiği günümüzde toplumların her alanda çıkarcı ve yıkıcı değerler etrafında düşünce ve davranış kalıpları oluşturduğu ve buna göre yaşamını sürdürdüğü görülmektedir. Bireyin toplumsallıktan sıyrılarak, egosantrik bireyselliğe savrulduğu, çevresine yönelik olduğu kadar geleceğe yönelik de hemen hiçbir kaygı ve endişe taşımadığı günümüz toplumlarında, eğitim faaliyeti özünden uzaklaşarak, salt öğretim faaliyetine dönüştürülmüştür. Bu süreçte eğitmen öğretmen olurken, talebe de müşteri olmuştur. Ne hazindir ki, bilgi düzeyi yükselirken, aynı anda ve hızda bireyselleşen insan felsefe ve etikten uzaklaşmakta ve teknik robota dönüşmektedir. Richard Sennett’in Karakter Aşınması adlı çalışmasında açıkladığı üzere, ekonomik sürecin sürükleyerek metalaştırdığı insan, günümüzün neoliberal akımında çeşitli psikiyatrik travmalarla karşı karşıya gelmiş bulunmaktadır.

Eğitimcinin işinin zorlaştığı, psikolojik algılamasının hüzne büründüğü bu durum, maalesef siyasetçinin işine gelmektedir. Eğitimcilikten basit öğreticiliğe indirgenen birey, yılın bir gününde sahte sevgi gösterileri ile sözde anılırken, yaşam mücadelesi içinde ancak günlük sorunlarını aşmaya çalışarak kutsal görevini ifa gayretine yönelmektedir.

Belki de bu durum sosyal yaşamdaki bileşik kaplar görüşüne uygundur bunun ötesi ulaşılamaz ideal olabilir! Albert Einstein’in ifadesiyle, “kafatasını aşarak beyne girmenin atomu parçalamaktan daha zor” olduğu işi başarmaya çalışan öğretmenlerimizi saygıyla kutluyorum!