Laboratuvar

Son seçimlerde ortaya çıkan çok net iki sonuç izlenmektedir. Birincisi, tarihin mirası gölgesinde izlenen iç politika yanında, dış güçlerin de siyasete ve ülke kaderine ne denli hakim olduğu; ikincisi ise, söz konusu yürüyüşte toplumun ne denli sosyal parçalanmaya sürüklendiği ve bu parçalanma ile emperyalizme hizmete koşulmasında siyasi partilerin adeta birbiri ile yarışma içinde olduğudur. Bu tablo karşısında, sosyal bilimcilerin, özellikle de siyaset bilimcilerin yaşanan süreci ve ortaya saçılan sonuçları ciddi bir akademik çözümlemeye tabi tutması kaçınılmaz görülmektedir.  Böyle bir analiz, tarihsel süreçte seyreden  yaşananlara salt bir tarih kesitinde anında müdahale söz konusu olmamakla beraber, sürecin anlaşılmasının, ümit edilir ki, siyasi parti yönetici ve mensuplarının kafalarında ve şuurlarında olumlu değişime neden olarak, ülkenin ve toplumun bugünkünden daha olumlu ve aydınlık açılıma yönelmesine neden olabilir. 

                Seçim sonucunda oluşan parlamentoda dört parti bulunmakla beraber aslında üç grup söz konusudur. Bunlardan birincisi, emperyalizme göz kırpan dinci-esnaf kökenli yapı; ikincisi, kuruluş felsefesinden oldukça uzaklaşmış olmakla beraber, ülkeyi emperyalizmin pençesinden görece uzak tutmaya çalışan(!) ülkenin kurucu partisi; üçüncüsü ise, yeni oluşuma yelken açarken etrafa fazla bulaşmadan yol almaya çalışan örgütlenmedir. Böylesi yapılanmada siyaset bilimciler için ilginç olabilecek birinci husus bu görüntünün oluşumu, ikinci husus ise iç ve özellikle de dış güç dengelerinin etkisi altında ortaya çıkacak tablonun ne olacağıdır. Bu yönü ile, günümüzde görüntü veren siyaset tablosu ilginç bir laboratuardır.

                Birinci ayrımda yer alan AKP, hiçbir yasal ve/veya siyasal hesaplaşmaya meydan vermeden iktidar gücünü korumaya çalışırken, gördüğü hizmetlerin karşılığında emperyalistlerden aldığı güçle koalisyonda aslan payını kapmaya çabalamaktadır. Emperyalizmin ülke içinde demokrasi ya da insan hakları gibi bir endişesi olamayıp, hatta bunların çiğnenmesi pahasına çıkarının güdülmesi amacını taşıması AKP'yi bu yolda umutlandırmaktadır. Bu kulvarda oluşturulabilecek AKP-MHP ortaklığına, partilerin tabanları ve şimdiye kadar çeşitli vesilelerle sergilenmiş dayanışmalar nedeniyle koalisyon değil, ancak işbirliği denebilir.

                Bu durum, hükümetin kurulması açısından olduğu kadar, ondan da öte, yeni bir anayasal yapılanma ile emperyalizmin Türkiye'yi teslim alması açısından yeterli görülmemektedir. O nedenle Türkiye'nin kurucu partisinin de havuza alınması gerekmektedir Asıl pazarlık da bu noktada sürmekte, tabir yerinde ise, dananın kuyruğu bu noktada kopmaktadır. İngiliz Büyükelçisi'nin ziyaretleri kadar, cumhurbaşkanının çeşitli vesilelerle parti başkanı olmayan insan ya da insanlarla görüşmesi ya da dolaylı görüşme sağlıyor olduğunun basında yansıması bu açıdan fevkalade anlamlıdır.

                Tek başına % 41 oy almış olan bir partinin olası bir koalisyonda bulunması çok doğaldır. Ancak, bu partinin her kademedeki mensuplarının aklanmadan koalisyonda yer alması kapitalist sistemde dahi ne siyasi ahlaka ne de etiğe sığar. AKP'nin kendi içinde temizlik yapması salt ülkenin değil, bizzat partinin de hayrına olacağı halde, anlaşılan ipin ucu çok derinlere gitmektedir ki, ilgili makam buna izin vermemektedir. Bu izin çıkmadan, sonu neye varırsa varsın, hukuksal işlem gerçekleştirilmeden, kapitalist sistem içinde dahi AKP ile birliktelik oluşturulamaz, oluşturulmamalıdır.

                Bu noktada, AKP'yi yalnız bırakmak tek çıkar yoldur. Ülkenin içine girdiği sorunlar için parlamentoda çözüm aramak yerine, bir "üst akıl" dan medet ummanın, zaten ülkeyi bu noktaya getiren bu aklı(!) tekrar ve yeni marifetler sergilemek üzere hizmet koşmanın, mantıkla açıklanır bir yanı olmadığına göre, sebebi başka bir yerde aramak gerekir. Böylesi görüşler kendine lider süsü veren heveslilere, hele de bir darbe almış olup yaralı durumda ise, faşizm yolunu açarak ülkeyi felakete sürükler.

                AKP'nin ülkeye nelere mal olduğunu görerek emperyalizme hizmetini değerlendirmek ve bu örgüte karşı kesin yargı ile karşı çıkmalıyız. Eğitim ve adalet gibi çok temel ve gelecek nesilleri olumsuz etkileyen ana kamu hizmetlerini böylesine tahrip etmiş olan bir siyasi örgütle işbirliği, emperyalizmle işbirliğine kapı açmak demektir. Bu bağlamda emperyalizmin AKP-CHP birlikteliğini dayatmasını çok net ve derinden algılamalıyız. 2000 yılında AKP'ye bir misyon verilerek Türkiye bir yola sokuldu. Bu misyon, 1950'den beri oluşmuş başat sağ iktidarların güdümlü olarak Türkiye'yi taşıdığı esnaf dokusu üzerinde yükselmiş dincilik zihniyeti ile körüklenmiş ticaret-zanaat faaliyetleri odaklı ikinci sınıf bir ekonomi ile de uyumlu idi. CHP ülkenin kurucu partisi, AKP ise dönüştürücü partisi olarak, CHP'nin bazı fedakarlıklarla, AKP'nin ise kuralsız ve kendi başına buyruk hukuksuzluk anlayışından uzaklaştırılarak oluşturulacak koalisyonda, halklara sivil anayasa olarak yutturulacak olan yeni ve emperyalizm kurallarına uygun bir anayasasının yapılması gerekmektedir. Bu anayasada yasama, yürütme ve kaza başta olmak üzere kamu kurum ve kurullarının emperyalizmin Türkiye üzerindeki egemenliğini kurma ve yürütmesine olanak sağlayacak şekilde şekillendirilebilecektir. İşte AKP dışındaki partilerin bu temel üzerinden birbirileri ile anlaşarak, AKP ile birleşme değil, tam tersine AKP'den hesap sormak ve böylece ülkeyi derin felaketten kıyıya çekmeleridir onlara verilmiş ana mesaj. Ancak bu felaket önlendikten sonra, tabii ki kendi içlerinde pazarlıklarını sürdürebilirler.