Kafa karışıklığı

Turgut Özal Cumhurbaşkanı olarak vefat ettiğinde, resmi cenaze törenine protokol gereği devlet başkanlarının gelmesi gerekirdi. Doğrusu, gazetecilikte olduğu gibi arşivle çalışmadığım için durumu tam olarak hatırlayamıyorum, ama sanırım akrabalarımız (!) dışında pek öyle birinci sınıf temsil yaşanmamıştı. Benzer şekilde, sevelim sevmeyelim, mevcut cumhurbaşkanının Birleşmiş Milletler Kurulunda konuşmasında salonda izlenen manzara pek iç açıcı değildi. Peki, acaba neden içeride oy potansiyeli yüksek olan devlet başkanlarımız dış dünyada böylesi davranışlarla karşı karşıya kalmaktalar. Acaba bizde mi bir yanlışlık var, yoksa, futbolda olduğunu iddia ettiğimiz gibi, siyasette de bize karşı yabancılar kasıtlı olarak mı böyle davranıyor!

Bence bu mesele yanlış ya da doğru olarak değil de, bilinç düzeyi ile değerlendirilmesi gereken bir konudur. Mesele, bir konuya içeriden ya da dışarıdan bakmakla ilgilidir. Bir ülkedeki siyasi kararlar ve icraatlar, içte kamuoyu ve dış gözlemciler tarafından çok farklı ölçütlerle değerlendirilir. Bu farklılığın iki temel nedeni vardır. Birincisi ve çok önemlisi, içeridekilerin ve dışarıdakilerin farklı istihbarat kanallarının olması ve buna bağlı olarak da olguları farklı algılaması ya da algılayamamasıdır. Çok basit bir örnek, Suriye'ye girmekte olan TIR'ların aranması meselesinin gerçek içyüzünü biz bilmiyoruz, fakat, çok büyük bir olasılıkla, yabancı misyon şefleri tüm detayı biliyordur. Eğer bu sav doğru ise, hükümet sözcülerinin ne derece inandırıcı olduğu konusunda bizden daha bilinçli olarak kararlarını verebilirler.

İkinci önemli mesele de, özellikle çevresel konumlu devletlerin hangi yörüngede peyk konumlarında olduklarının içte bilinmeyebilir ya da çok sınırlı bir çevrenin bilgisi dahilinde olabilir olmasına karşın, yabancı misyon şeflerinin konuya tüm detayları vakıf olabilmeleridir. Hal böyle olunca, her hangi bir liderin Birleşmiş Milletler Kurulunda esip savurması doğal olarak dinlenmez, yanlışlıkla orada bulunuluyorsa da, bıyık altında gülünüp, tuluat seyreder kabilinden izlenir. Bu konuda da örnekler boldur. Örneğin, Körfez savaşı öncesinde Saddam'ı devirmek isteyen ABD, Özal'dan petrol boru hattını kesmesini istediğinde, Özal'ın bu konuda Birleşmiş Milletler Kararının gerektiği şeklinde bir yanıt veremeyip emre uyması durumunda, kimse artık böyle bir lidere selam vermez. Keza, Büyük Ortadoğu Projesi ihalesini alan bir siyasiye de iş gördürülür, ama itibar edilmez.

Konuya içeriden ve dışarıdan bakmanın diğer çok önemli farkı da, her iki cepheden bakanın da kendi çıkarını kollamasına rağmen, aralarındaki akılcı kararlılığa karşı yandaş histerik davranışda görülür. Bir tarafın çıkarı yanında akılcılığı, diğer tarafın yandaşlığını çıkarcılığın önüne koymasına galip gelir. Zira, taraf tutan, bir yerden sonra bilincini o denli kaybeder ki, kendi çıkarını dahi terk edip, yandaşlık histerisi ile uzun yürüyüşü göremeyip, her türlü akılcı olmayan yollara gidebilir. Nitekim, 1982 Anayasası'ndaki geçici 5. maddenin yürürlükten kaldırılması ile, günümüz siyasi iktidarının tüm potansiyel müdahale odaklarını sindirmesinin ya da yandaşlaştırmasının aynı emele hizmet ettiğini göremeden, birini alkışlarken, öbürü karşısında susması akla zarar bir basiretsizliktir. Üstelik de, ikinci uygulamanın, ileriye yönelik ve çok tehlikeli bir toplumsal proje uygulaması olması açısından birinci uygulamadan çok daha vahim olmasına rağmen, basiretsizliği amorf yapıdaki halkın değil, durumu anlamak ve halkına anlatmakla sorumlu olması gereken ampul aydınlarının yapmasıdır!

Türkiye'nin şanssızlığı şuradadır ki, çok hassas ve incelikli bir konu olan dış siyaset meselelerine, olayın niteliği gereği, hakim olmanın güçlüğü yanında, hükümet baskıları ve bilgi eksikliği nedeniyle, algılama ve yorum yapmanın ve ham bilgi oluşturmanın dahi olanaksızlığını yaşıyor olmasıdır.

Acı bir örnek. 26 Eylül 2014 Cuma günü Türkiye saati ile 12:00 dolaylarında, İngiltere saati ile 10:00 dolaylarında İngiltere parlamentosunda başlayan İŞİD tartışmalarını keşke, başta cumhurbaşkanı olmak üzere, tüm parlamento üyelerimiz dinlemiş olsa idi. Mamafih iyi ki, dinlemediler, yoksa (iç sanmam!) kahrolurlardı! Önce Başbakan konuştu, isteyenlere söz verdi, soruları, hakaret etmeden, kibarca yanıtladı. Onu izleyen seansta muhalefet lideri Miliband konuştu, başbakanı konuşmasından dolayı tebrik edip kendisine teşekkür ettikten sonra kendi konuşmasını yaptı. Miliband da isteyen herkse söz verdi ve soruları aynı nezaketle yanıtladı. Aman Allah'ım, nasıl bir nezaket, nasıl bir karşılıklı saygı, ne biri diğerine "genel müdür" diye hitap ediyor, ne de ötekisi ona saygısızca hitap ediyor. Acaba böyle günleri görebilecek miyiz, yoksa gözlerimiz açık mı gideceğiz!

Bir ülkede siyasilerin birbirine ve halkına hitap tarzı dahi, anında konsolosluklar kanalıyla merkez hükümetlere iletilir. Bu durumda hangi aklı başında bir devlet başkanı, halkına karşı saygılı olmayan bir siyasiyi Birleşmiş Milletlerde saatlerce dinler! Aptal mı!

Eğer siyasilerimiz hakkında iç kaynaklardan sağlam bilgi edinemiyorsak, dış ilişkilerdeki görüntüler inanılmaz zengin bilgi kaynağıdır. Ondan dolayıdır ki, hükümet yanlısı medya dış ilişkileri daima boyayıp olumlayarak içeriye yansıtır. Bu durum basın ahlakı ile bağdaşmadığı gibi, aynen saygısız siyasetçininki gibi halka karşı yapılmış çok büyük saygısızlık ve saldırıdır. Şöyle ki, bir devletin Cumhurbaşkanı, bir bakıma ülkenin vitrinine koyduğu ve kendisini temsil ettiği mesajını verdiği görüntüsüdür. Cumhurbaşkanına yapılmış olan bir yanlışlık ya da takınılmış olan bir durum salt cumhurbaşkanını değil, tüm ülkeyi bağlar. Bu itibarla, söz konusu yanlışlıkları ya da hataları net olarak görmek ve algılamak gerekir ki, ya ülke olarak cumhurbaşkanının arkasında durarak, onu savunalım, ya da cumhurbaşkanına gerekli siyasi yanıtı vererek ülkeyi ve halkı savunabilelim. Kör sadakat cehalettir! Kör sadakat ne cumhurbaşkanına ne de ülkemize ve halkımıza bir yarar sağlar!