Faiz sorunu bahanesi

Bir insanın yalandan utanmayacak kadar ar damarı çatlarsa, ne mantığının ne de laflarının ölçüsü kalır. Geçen yıl patlayan Gezi olayı da faiz lobisine bağlanır, fiyat istikrarı ile cari açık arasında hassas dengeyi tutmaya çalışan Merkez Bankası politikası da yerden yere vurulur, vs. Belki de, söz konusu politika ve uygulamalar da paralel devlete bağlanıp, yolunda gitmeyen tüm işler için bir “günah keçisi” yaratılarak, arkasına sığınmaya çalışılır. Aslında şu nokta çok net ki, her an bağıra çağıra topluma eleştiri yağdırmanın asıl nedeni tedhiş yaratmaktır korku ile toplumu sindirip, yönetmektir. Başbakan’ın akıllara durgunluk veren mantıksallaştırmada faizi sebep enflasyonu da sonuç şeklinde göstermesi, herhalde birinci sınıf istatistik öğrencilerini dahi güldürmüştür. Fakültede istatistik hocamız daha ilk derste, horozun ötüşü ile güneşin doğuşu arasında çok yüksek bir korelasyonun bulunmasına rağmen, bu iki oluşum arasında hiçbir mantıksal bağlantının olmadığını, biraz da şaka ile karışık, anlatmış idi. İşte Türkiye’den yönetici manzaraları!

Bir defa, artık iktisat teorisinde çocuklar dahi biliyor ki, faiz haddi çok değişkene bağlı yatırımlarda doğrudan belirleyici değildir. Yatırımın ana kaynağı olan tasarruf, özellikle de Türkiye gibi ekonomik koşullarda, temel olarak gelirin bir fonksiyonudur. Orta ve düşük gelirli kesimler düşük faiz koşulunda kredi talebini yükseltip, aldıkları nakitle yatırım değil, tüketim yaparken, toplumsal tasarrufu değil, tüketimi kamçılar. Bu ilişki bağlamında, biraz abartılı olsa da, şöyle bir savla faiz artırımı destekleniyor olabilir. Eğer faiz artırımı tasarrufları yükseltirse (!), sermaye piyasasında fon artışı olacağından bu gelişmenin borçlanma faizi üzerindeki etkisi olumlu olabilir. Şu hale göre, belki de düşük faiz ısrarı, yatırımların yükseltilmesine değil de, tüketimin kamçılanarak Cumhurbaşkanlığı seçiminde olumlu rüzgar oluşturulmasına yöneliktir.

Faiz politikasında, ihmal edilmemesi gereken, fakat geç kalınmış çok temel bir mesele de, yüksek faizle kısa dönemde cari açığın finansmanının uzun dönemde açığı büyütme riski yaratıyor olmasıdır. Bilinen ve çok konuşulan süreci burada tekrarlamadan, bu gidişatın terk edilmesi gerektiğini vurgulamakta yarar var. Ancak Özal döneminde başlatılmış olan afyon etkili bu uygulamayı, 2000 IMF-Derviş politikası ile daha da güçlendirilmiş haliyle iktidarları boyunca sürdürüp, siyaset alanında da şuursuzca meyvesini toplarken işler yolunda idi ve şimdi mi akıllar başa geldi de, uygulanan politikaların kısa sürede getirdiğinden kat kat fazlasını uzun sürede götürdüğü idrak edildi! İktidar, bugün faiz politikasını şiddetle eleştirirken, acaba, işgal ettiği iktidar makamını üretici ekonomiye geçişte akılcı politikalar üretme yerine, akla zarar çağ-dışı toplumsal mühendislikle geçirmenin anlamsız kılıfını mı aramaktadır!

Heba edilen yılların hazin sonucudur ki, ABD’de ekonomik gidiş ve beklentiye göre FED’in faiz haddini ayarlaması Türkiye tarafından temel belirleyici olarak alınmaktadır. Daha da ilginç ve bir o kadar da hazin olanı da, ABD’de işlerin iyi gittiği göstergesi doğrultusunda FED’in aldığı kararlar, bizi kedere boğarken, bu iktidarı destekleyen reklamcı hocalar da hiç sıkılmadan, bu durumu fevkalade objektif ve önlenemez gelişmeymiş gibi yansız ifadelerle halka yutturmaktalar. Hal böyle iken, halk tarafından Cumhurbaşkanı da seçilince, yüce Osmanlı’nın İmparatorluğu’nun şanlı yolunda devam edileceği hayal edilmektedir!Türkiye pervasızca korku ve dehşet devletine, yönetim ise faşizan uygulamalara doğru hızla yol almaktadır. Toplum kesimlerinin birbirine düşürüldüğü ve düşman haline getirildiği koşulda iktidar partisinin yaşam süresi belki uzayabilir, ancak bu gidiş, pusuda bekleyenlerin iştahını kabartır.

Salt ekonomide değil, dış ve iç politikada da Türkiye’nin nüfusa değil, bilimsel kafalara ve teknolojiye gereksinimi var. Dış merkezlere karşı güçlü ve kişilikli politikada olduğu kadar, iç politikada da iktidar erkini ehil ellere teslim sürecinde birinci derecede önemli olan nicel nüfus değil, nitel nüfusun yarattığı akılcılık, ekonomi ve teknoloji öne çıktığına göre, basiretten yoksun bir yaklaşımla nüfus politikasını dayatmadaki amacın, toplumu emperyalizme hizmete sunarken, köleliğe hizmet edebilecek iç politikayı oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. Emperyalizme savrulan toplumumuzda nitelikli gençlerimizin önce yüksek eğitimlerinde, daha sonra iş yaşamlarında dış merkezlere savrulmaları, buna karşın Türkiye’nin küresel üretim zincirinde teknoloji-yoğun girdi ya da ürünlerde yüksek düzeylere tırmanamaması ve, tipik olarak, büyüyen yedek işçi ordusunun, kendisini sendikasızlaştırarak metalaştıran iktidarları oyları ile beslemesi neoliberal çağın gelişen piyasa ekonomilerinin vazgeçilmez politikasıdır. Geçen haftada Harvard programında nicel nüfus liderinin nitel nüfus temsilcisi tarafından kendisine yöneltilen eleştiriyi karşılama ve yanıtlama üslubu tabloyu çok açık, bir o kadar da acı olarak yansıtmaktadır!