Cahiliye dönemi sonlandırılmalıdır

Bir söz vardır: “Yarı cahilden daha tehlikeli bir yaratık olamaz!” Gerçekten de, keşke geçtiğimiz dönem siyasetçileri ve uleması yarı cahil olacaklarına tam cahil olsalardı. Tam cahil olsalardı, siyasetçiler meydana atılmazdı ulema ise hiç değilse, fazla söze ve lafa karışmadan bir köşede oturur, ne boyalı basında boy göstererek hükümetin faizi düşürdüğünü ve bu tasarrufla bütçenin rahatladığı ne de cari açığın önemli olmadığı gibi zırvalara, halkları inandırmaya soyunurlardı. Bu cahillerde biraz etik ve idrak olmuş olsa idi, ne “devletin IMF’ye borcu bitti” diye iktidarı cilalamaya soyunurlardı ne de imam hatipleştirilen eğitimi ya da tarikatların ve cemaatin toplumu bir ahtapot gibi sarmalamasını “özgürlük” diye topluma yutturma cüretinde bulunurlardı.

Tam bir görgüsüz muz cumhuriyeti politikasıyla, dünyaya saçılan finansın sunduğu inanılmaz olanakların bir kısmını taşa toprağa gömüp, bir kısmını da israfa tahsis ettikten sonra, gelinecek noktanın burası olacağı çok açıktı.

Merkez Bankası’nın son para sıkıştırma kararları semptomatik tedavidir. Öyle bir tedavi ki, semptomları baskılarken, aynı zamanda bünyenin tüm zafiyetini atamadan, tam tersine açığa çıkararak, ekonomiyi gelecek şoklara daha da gebe bırakmaya adaydır.

Merkez Bankası’nın son kararlarının gerekçesi, ne FED’in haftalık piyasaya sürdüğü 75 milyar dolarda 10 milyar dolar kısıntı yapmasıdır, ne ulusal gelirin yüzde 7’sini aşan cari açığın finansman gereğidir, hatta ne de hükümetin düşürdüğünü iftihara halka yutturduğu düşük faiz haddinin negatif orana dönüşmesidir. Evet, bunların hepsi doğrudur! Ancak, tüm bu nedenler bugünlere gelmemizin nedenidir, ama çözümlemede sebep olarak ileri sürülebilecek olgular olmayıp, yanlış ve çarpık politikaların sonucudur. Başka bir deyişle, araba atın önüne koyulmamalıdır.

Sayılan sebeplerden sadece FED’in para sıkıştırması, muz cumhuriyetinin iradesi dışında gerçekleşen bir öğedir. Bunun dışında kalan negatif faiz haddi olgusu ve yüksek cari açığın finansman zorunluluğu muz cumhuriyetinin onbir yıllık anlamsız, IMF ve emperyalizme teslimiyetçi ve ekonomiyi üretimden uzaklaştıran politikalarının çok doğal ve beklenen sonuçlarıdır. Nereden geldiği belli olmayan ve Merkez Bankası hesaplarına utanılacak kadar yüksek değerde yansıyan “net hata ve noksan” kalemi ve “ustalık dönemi” özelleştirme gelirlerinin katma değeri düşük ve uluslararası ticarete konu olmayan kof alanlara gömülmesi cahiliye döneminin yanlış politikalarıdır. Bunlara ilaveten, finansal operasyonlarla toplumda bir kesimde yükselen parasal varsıllıkla eşdeğerde yüksek katma değerin üretilmemiş olması nedeniyle tüm önlemlere rağmen baskılanan fiyatların tutulamamasının sonucunda, faiz ile fiyat makasını açması tümüyle yapısaldır ve ekonominin kof yapısının yansımasıdır.

Katma değeri yüksek ürün üretemeyen verimsiz ve ikinci sınıf ekonomi, bir zamanlar kur riskiyle karşı karşıya kalmış olduğu halde, baskılı döviz kuru sarhoşluğuyla “siyasi istikrar” adına politikaların sürgit devamına destek verdi. Kur riskini tümüyle ihmal pahasına, “istikrar” adına siyasi iktidara destek veren sermaye çevreleri, bir gün bunun bedelini ödeyeceklerini düşünemeyecek kadar basiretten uzaktı. Siyasi iktidara şuursuzca destek veren sermaye çevreleri, bugün yükselen kur ve faiz nedeniyle salt kendi cezalarını çekmeyecek, aynı zamanda baskılı kurla yabancı sermayenin kâr transferinde olağanüstü avantajlı şekilde halkı sömürmesine yol açmış olmanın da cezasını ödeyecekti.

Ne var ki, bu bedel ödenirken sermayenin değersizleşmesi gündeme geleceğinden, durum tümüyle göze alınabilecek bir konu olamazdı. O zaman devreye sistemin güç ilişkisi girecekti. Yükselen faiz nedeniyle, kur görece baskılanırken, yükselen faizler kamu bütçesi kanalından kamu hizmetlerini sıkıştırırken, üretim sektöründe de ücretin katma değer içindeki payını sıkıştıracaktır. Böylesi göreli etkiler yanında, genelde verimsiz ülke ekonomisi de uluslararası alanda fiyat rekabeti açısından ciddi avantaj kaybına uğrayacaktır. Son önlemler bu tür etkileri yaratmış olmayıp, su yüzüne çıkmasına neden olduğu gibi, geciktirilmiş önlemlerin alınmasını daha da güçleştirecektir. Zira ana sorun, katma değeri yüksek üretim alanını genişletmektir. Bu sorun ise yüzde 13’lerde dolaşan tasarruf oranı ve ekonomiden elini çekmiş olan neoliberal devlet felsefesi ve küreselleşme histerisiyle emperyalizmin insafına terk edilmiş bir ekonomide kolay aşılamaz.

Tüm bu önlemlerin olabilecek iki önemli sonucundan biri, sorunların yapay ve sahte önlemlerle perdelenemeyeceğini ya da geçiştirilemeyeceğini gözümüze sokarcasına göstermiş olması ikincisi ise kur politikası açısından son yaşananların anlamının, esnek kur sisteminde sıçramalı devalüasyon niteliğinde olmasıdır.

Tüm bu yaşananlar, içte sermayeye olduğu kadar, dış dünyada da emperyalizme ne kadar örtülü kaynak aktarmış olduğumuzun bilançosu ise bu bilançoyu oluşturan halk karşıtı iktidardan hesap anının gelmiş olduğunu anlamamız gerekir. Siyasi ve idari çamura gömülmüş olan siyasi iktidarla böyle bir hesaplaşma, küreselleşmiş dünyada, kapitalizm içinde kalarak yapılamaz. Bu cahiliye dönemi bitirilecekse, mücadelenin SOL CEPHE’de yapılması gerekmektedir.