İşçiler neden ölüyor?

Son bir haftaya sıkışan cinayetler: TÜPRAŞ’ta 4, Şırnak’ta 6 işçi. İşyeri modern teknolojilerle donatılmış ve sendikalı da olsa, en geri teknolojiyle kaçak üretim yapılan bir maden de olsa durum değişmiyor.

Türkiye’de her ay 150’den fazla işçi kapitalist iş ortamında katlediliyor. Üstelik durum yıllar içinde daha da kötüleşti: 2013’de 1235, 2014’de 1886, 2015’de 1730, 2016’da 1970 işçi iş kazalarında hayatını kaybetti. 2017’nin ilk sekiz ayında ölen işçi sayısı ise 1338. Buradan 2017 sonundaki sayıyı 2000 civarı olarak tahmin edebiliriz. Ağustos ayındaki sayı 217 idi.

Üstelik bunların yalnızca kaydedilenler olduğunu akılda tutmalıyız. Bu gibi önemli konularda hep önemli kaçaklar olur.

Türkiye bu haliyle Avrupa’nın birincisi.

*****

Ama sorun Türkiye ile sınırlı değil. Hatta dünyanın en büyük ekonomileri arasında yer alan Japonya’nın bir ayrıcalığı bile söz konusu: Aşırı çalışmaya bağlı ani ölüm olan Karoshi Japon üretim sisteminin tipik özelliği. Japonya’da resmi verilere göre her yıl 400 Karoshi ölümü var, ama sendikalar gerçek sayıyı 20 bin olarak tahmin ediyor. Japon üretim sistemi dünyaya yayılırken Karoshi’yi de yanında götürüyor.

AB üyesi 28 ülkede 2014’deki iş kazası sayısı 3.2 milyon ve iş kazalarına bağlı ölümler de 3739. İş cinayetlerinin en yüksek olduğu ülkeler Romanya, Litvanya, Letonya, Bulgaristan, Portekiz, Slovenya, Avusturya, Fransa, Estonya, Lüksemburg.

Tamam sorun Avrupa’nın ikinci halkasında daha belirgin, ama görüldüğü gibi diğerleri de göz dolduruyor. Hatta örneğin İsviçre ve Norveç Slovakya ile yarışıyor.

*****

Türkiye’yi iş kazasından ölüme “fıtrat” diyen bir anlayışın yönetiyor olması şüphesiz durumu ağırlaştırıyor. Bu piyasacılığı dincilikle bulamaç eden bir bakış. Sömürüye ve üretirken ölmeye rıza gösteren, cinayeti tevekkülle karşılayan sınıf kültürü yaratmaya çalışıyorlar.

Ama sorun dincilikle değil, esas olarak piyasayla alakalı. Karoshi de zaten bunu kanıtlıyor.

İşçinin sağlığını bozan kapitalist üretim sistemidir.

Patronlar, iş yönetiminde yetkin kadroları aracılığıyla tarih boyunca yeni üretim sistemlerini uygulamaya soktular.

Önce atölyelerde, madenlerde işçileri günde 16-18 saat, hiçbir önlem almadan ölesiye çalıştırdılar.

Sonra, elektrifikasyonun gelişmesiyle makineleri bant tarzında birbirine bağladılar, işçiyi makinenin ritmine tabi kıldılar: Taylorizm ve Fordizm. Bant tipi üretimde işçi makinenin uzantısıdır. İş kazalarıyla birlikte yabancılaşma en önemli sorundur.

En sonra, kimi sektörlerde, el emeğiyle idare edilen makine gruplarının yerini bilgisayarlı otomasyon sistemleri aldı. Güya işçinin kaderi değişiyor, üretim ortamındaki karar süreçlerine katılabileceği bir iş ortam gelişiyordu. Ama değişen bir şey olmadı: Yalnızca patronların hükmetmekte kullandıkları üretim aracının cinsi değişti.

Kapitalist sistem var olduğu sürece iş işçinin ızdırabı, katili olmaya devam edecek: Krizin kalıcılaşması 19. yüzyılın mutlak sömürü yöntemlerine geri dönülmesini zorunlu kılacak. Böylece çalışma süreleri uzatılacak, iş yoğunluğu artırılacak, gece ve hafta sonu çalışması olağanlaştırılacak, çalışma esnekleştirilecek, ücretler düşürülecek.

*****

İşçi sınıfının bu sorunlarını ortadan kaldırmak için sosyalist devrim gerekir.

Nereden mi biliyoruz: 1917’nin Sovyetler Birliği’nden. Çar diktatörlüğü altında tükenmiş, son derece geri bir tarım toplumunda, 12 saat olan günlük çalışma süresini devrim yalnızca birkaç gün sonra (11 Kasım 1917) 8 saate indirdi. 1927’de ise 7 saate, ağır ve tehlikeli işlerde 6 ve hatta kimi sektörlerde (civa sanayi) 4 saate çekti. Bütün üretim birimlerinde iş koluna özel iş sağlığı merkezleri açtı.

Kapitalizm sömürür. Kapitalist sömürü üretim ilişkilerinde başlar ve oradan dışarıya doğru uzanır.

İş cinayetlerini teknik düzeyde ele almakla yetinenler sömürüye ortaktır.

İş kazası apaçık politik bir sorundur ve nedeninin kapitalizm, çözümünün sosyalizm olduğunu söylemek yalnızca insanlığın gereğidir.

Bütün kitle örgütleri, sendikalar bu kadar açık konuşmak zorunda.