Yaşamında istikrar olanlar ve olmayanlar

Biri “istikrar” diye hönkürdü. Diğerlerinin herbiri de “ülkenin selâmeti ve istikrarı”, “çözüm süreci ve istikrar” falan diye mırıldanıp durdu. Ortalıkta gezinen fısıltılara göre, verilen oylar “istikrar”a verilmişmiş.

Yemezler! İstikrar ne demek? “Değişmeyen, çalkantılara düşmeksizin düzenli olarak süregiden” falan demek değil mi? Bu ülkeyi Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana en uzun süren çalkantılı döneme sokan parti kazandı. Bunu geçelim, başka türlü bakalım:

Hey işçi, emekçi kardeşim!

Sen başını kaldırmadığın, bu düzeni değiştirmek için harekete geçmediğin sürece,  senin hayatında hep istikrar olacak! Nasıl?

Bu düzen devam ettikçe, sen

-sürekle artan bir sömürü altında,
-insanca yaşayacak bir ücretten mahrum olarak,
-arada bir  –umarım böyle bir şey olmaz- iskeleden düşerek, maden çukurunda hapsolarak, hafriyatta toprak altına gömülerek sakat kalma ya da ölme korkusuna kapılarak,
-ve belki de  -en kötüsü-  ayrımsız her gün işsiz kalmaktan korkarak,
-korktuğun için daha çok ezilerek, horlanarak  ve daha da çok sömürülerek,
-arada bir -korkunun ecele faydası olmadığı gibi, işten atılmaya da faydası olmadığı için- gerçekten işten atılarak,
-Ve ekmeğine dertlerini, acılarını, aşağılanmışlığını katık ederek

yaşayacaksın. Senin yaşamında işte bunların istikrarı olacak!  Sen başını kaldırmadığın sürece...

Be hey tufeyli takımı patronlar!

Asıl istikrarı isteyen sizdiniz. Sizin hayatınızda da umduğunuz istikrar hiçbir zaman olmayacak!

Çünkü:

Birincisi, sizlere emeği sömürmek için izin veren bu kapitalist sistem, doğası gereği hiçbir zaman istikrarlı olamaz. O bugünlere krizlere düşe düşe, her krizi çözerken bir yenisinin tohumlarını ekerek ve bu yüzden kimi zaman felâketlere neden olan savaşlar da çıkararak geldi. Çoktandır da sürekli kriz içinde. Umduğunuz istikrar bu semaye düzeninde çoktan tarihe karışmış bulunuyor!

İkincisi, sürekli sermaye biriktirmek, büyümek ve sermaye biriktirerek büyüyen diğerleriyle rekabet etmek zorundasınız. Bu düzende bunu başaramayan sermayedar yaşayamaz! Bu nedenle tüm benliğiniz korkularla doludur. Böylesine korkularla dolu bir yaşamda ne işletmeler ne de onun partonu olan sizler –her şey bir yana, insan olarak bile- umduğunuz  istikrara kavuşabileceksiniz.

Üçüncüsü, “hayatta kalabilmek” için daha çok sömürmenin ötesinde, daha ne gibi dalaverelerle uğraşmak, ne gibi entrikalar çevirmek gerektiğini siz benden iyi bilirsiniz. Ne denli büyük olursanız olun, kimlerle el sıkışıp, kimlerin eline bakıp, kimlerin eline rüşvet verip, kimlerin önünde eğilip... Belki bir zaman, dalavereye karışmış birilerinin şantajı altında kalarak... Ve sürekli olarak korku içinde... Örneğin, iktidara getirdiklerinizin parlamentoda yeterince lobi faaliyeti yapamayacağı, iktidardakilerin başka sermaye gruplarıyla iş çevirmeye başlayabileceği, başka bir takım türedilerin önünüze geçeceği kâbusuyla... Böylesi kâbus dolu bir yaşamdan istikrar umulamaz!

Ve daha kötüsü de var: Sizin fabrikalarınızın, işletmelerinizin, para dolu kasalarınızın, jetlerinizin, yatlarınızın, kalın otolarınızın, kolunuzdaki o her biri bir servet saatlerinizin, o lüks hayatınızın, size ait olan herşeyin  anahtarı, aslında düşmanlarınızın elinde:

İşçilerin!

Onları alabildiğine sömürmek için ve iktidarınızı her durumda sürdürebilmek için çeşitli partiler kurdurabilirsiniz; bunlarla oluşturulan hükümetleri değiştirebilirsiniz (ki bu da bir başka istikrarsızlıktır). Dahası işçilerin aklını karıştırabilmek, onları manipule etmek için medyayı, oralarda kalem oynatan köşe madrabazlarını, aydın geçinen birilerini satın alabilirsiniz. Daha dahası, işçileri köleleştirmek için kuş beyinli sakallı yobazları ortalığa salar, tarikatlar kurdurursunuz. Çaresizlikten, yoksulluktan ve cahillikten buralara toplanan “düşmanlarınızın” bu dünyada kendi sefaletlerine ve sizin akıl almaz zenginliğinize “Allah’ın emir” olarak boyun eğmesini sağlayabilirsiniz.  Yetmez, düşmanı olduğunuz işçileri hareket edemez hale getirmek için yapay sendikalar kurdurabilirsiniz. Sarıya boyanmış o sendikaları sendika ağalarının eline teslim ederek işçileri abluka altında tutabilirsiniz.

Bunları ve daha da çoğunu yapabilirsiniz. Fakat dikkat: bütün yukarıda saydıklarım asla umduğunuz  istikrara izin vermez!

Ve bir gün... Bir bakarsınız, o korkak ve cahil sandığınız “düşmanlar”ın canına tak demiş! Caminin, tarikatın kapısını vurup, çıkmış. Cennet-cehennemi bırakıp, bu dünyadaki ekmeğinin ve haklarının peşine düşmüş. O sendikanın sarı rengi kızıla çalıvermiş. Siz arada bir işletmenin kapısına kilit asıp, çalışanları kovalamaya alışıkken, kilidi onlar vuruvermiş. Siz kendinize “işveren” diyorsunuz ya... Bir bakarsınız asıl “işi” veren onlarmış ve size işlerini vermekten vazgeçivermişler.

Ve bir gün... Sadece tek tek değil, tüm fabrikalara her türden işletmeye kilit vurulmuş! Sizin medyanızda, gazetelerinizdeki kalemşorlarınızdan başka ne dizgici, ne de ofset işçisi kalmış. Televizyon kanallarınızda dilinin ardında kuş beyni saklayan, yukarıdan gelen telefonlara göre program yapanlardan başka herkes, kameramanından, set işçisilerine, kapıcılarına dek herkes çekip gitmiş.

Ve bir gün... “Edirne’den Ardahan’a dek” ülkenin dört bir yanında, meydanlar “düşmanlarınızla” doluvermiş. Ve onlar elbirliğiyle bambaşka, ezilmedikleri, sömürülmedikleri, eşit yurttaşlar olarak yaşayacakları, “sadece kendileri için istikrarlı bir düzen” kurmaya karar vermişler. “Sizin için istikrar” yaratmaya çalışan hükümetlerden de eser kalmamış. El sıkıştıklarınız, önünüzde eğilenler, önünde eğildiklerinizden kaçabilen kaçmış, kaçamayanların önüne birer hesap konmuş.

Bir gün! Ve işte bu “bir gün”ün hayâli bile sizin huzur ve istikrarınıza engeldir!

“Hayâl” dediysem, lâfın gelişi. Elbette, kaçınılmaz olarak ve belki hiç de uzaklarda olmayan bir gün... Çünkü komünistler var bu ülkede!

Kısacası, siz patronlar ve yardakçılarınız istikrarı hiçbir zaman göremeyeceksiniz.