Üçkağıt, üç harf, üç sayı

Sıcak basmış, karnım da aç, ama yanyana dizilmiş lokantaların izbesine de girmek istemediğim için avare yürüyordum ki, levhayı gördüm: „Izgara Balık 3,5 Lira!“ Pek bir balık kokusu almadıysam da hemen o yana seğirttim. Derme çatma kulübenin ön tarafına döner dönmez işin kokusu çıktı. Beni balığa davet eden tezgahta iki kişi balık değil, ızgara köfte satıyordu. Işte bu kadar! „Üçkağıtçılığın bunca yaygın oldugu ülkede, bir gariban balık deyip, köfte satmış çok bir şey mi?“ diye düşünerek adamları temize çıkarmaya çalışırken, bir panayır yerine gelmiş olduğumu fark ettim. Bir kulübenin içine rengarenk balonlar dizilmiş. Önde de üç tane misket atan havalı tabanca. Üç atış bilmem kac kuruş. Biraz ileride ray üstünde koşan at figürleri. Üç atışta üç atı vurana bir hediye... Derken bir de naylon kadın çorabı tezgahı. (Manzaraya ve konuya uymuyordu, ama olsun, o tezgahı açanın da bir bildiği vardı herhalde.)

Panayır yeri dedim, ama bu alana tam bir ölüm sessizliği hakimdi. Sanki insanlar eğlenceli vakit geçirmek, balon vurmak falan değil, başka bir iş için geliyorlarmış gibi bir ciddiyet, bir kasvet sarmıştı etrafı. Hollanda'da böylesi panayır ve pazar yerlerinde, o ülkede çok ünlü olan pazar çığırtkanları bulunur. Bütün gün avazları çıktığı kadar belirli bir ritimde bağırarak müşterileri çekerler. Birden onları anımsadım. Onlardan biri orada olsaydı da şu panayıra biraz hareket ve heyecan getirseydi.

İşte tam o sırada gördüm panayır yerinin asıl hakimlerini. Gerçekten çok, ama çok ciddi, milyonlarca genç insan için yaşamsal önemi olan bir iş yapılıyordu orada.

Meydana hakim olan, başta değindiğim ıvır zıvır değil, aslında gelecek tasası icinde kıvranan, ne yapacağını şaşırmış gençlere üç harfli bilmeceleri çözmek için açılmıs danışmanlık tezgahlarıydı. Koca bir kamyonun kasasına yayılmış bir üniversite kampüsü fotoğrafı, onun da üstüne yerleştirilmiş, tek tek fotoğraflarda, yüzlerinden bilgelik, özgüven ve sonsuz mutluluk akan sağlıklı gençler. Ikisi kız biri erkek üç öğrenci bir elektronik aygıtın önünde. Belli ki, bir laboratuarda çalışıyorlar. Ya da yemyeşil çimenler üzerinde halka olup oturmuş bir grup genç, arkada yarısı görünen pankarttan anlaşıldığı kadarıyla „Serbest Kürsü“de tartışıyorlar. Bir diğer fotoğrafta, ileride sanatçı olacağı bıyık ve sakal biçiminden belli bir genç, profesyonel bir kameranın vizöründen bakıyor. Derken bir köşede en uzaktan geçenlerin bile görebileceği bir belgi: „Üniversite bir defa seçilir!“

Bu pazar yerinde çığırtkanlara gerek yok. Çadırlardaki, tezgahlardaki afişler, pankartlar, belgiler yeterince çığırtkanlık yapıyor.

Üniversite tezgahlarından biri gençleri davet ediyor: „Gelin, görün, sonra karar verin!“ Bu yazıları okurken, kulağımda Salı pazarının sesleri çınlıyor: „Abi bunlar kesmece. Tadına bak öyle al!“ Sanki karpuz satıyorlar! İşin içine Istanbul Büyük Şehir Belediyesi de karışmış, onlara destek oluyor. Kimi, diplomalarının uluslararası geçerliğe sahip olduğuna işaret ediyor. (Her düzeydeki Türkiye okullarının diplomalarının çok ama çok ender olarak Batı ülkelerinde kabul gördüğünü herkes bilmeli!) Filan üniversite bir „dünya okulu“ olduğunu ilan ediyor. Falan koleji „SBS“de bilmem kaç puanla Türkiye zirvesine eriştiğini reklam ediyor. Bilmem ne dersanesi de 2011 yılında „YGS“de üç puan türünde Türkiye birincileri çıkarmış olmakla öğünüyor. (Bu çığırtkanlıklara, boy boy afişlere, tam sayfa gazete ilanlarına bakıp hesabını tutabilirseniz, hayret edeceksiniz ne de cok birinci varmış ülkemizde!) O da nesi?! Bu dersanelerden biri, bir de bilmem hangi kurumun „Tüketici Ödülü“nü kazanmış! (Bak buna hemen inandım. Çünkü, her şey satmak, almak ve tüketmeye endekslenmis. Milyonlarca genç insanın geleceği de!) Üstelik tüm danışmanlıklar da bedava! (Demek ki, para karşılığı danışmanlık yapanlar da var.)

Vay canına! Kapitalizm kosullarında her şeyin satılık mal muamelesi gördüğünü bilmez değilim de, yine de kanıma dokunuyor. Milyonlarca genc insanın ve onlarla birlikte ülkemin geleceğinin böylesine pervasızca, haraç mezat satışta olmasına, bunca yağmalanmasına halkım daha ne kadar göz yumacak? Meydanın ortasına dikilip, haykırasım geldi: Lanet olsun! Bin kez lanet olsun!

Devlet okullarını iyice güdükleştirerek, neredeyse tüm öğrenimi özel dersanelere kaydıran, böylece milyarlarca liralık bir vurgun pazarı haline getiren sistemi ülkeme yerleştirenlere lanet olsun!

Gençleri çağdas bilimin ışığından uzaklaştırarak „imam“ ve „hatip“ olarak yetiştirmeye çalışanlara lanet olsun!

Okul bitirmeyi, okul seçimini, üçkağıtçıların el çabukluğu-marifet ortaya attıkları kağıtlar gibi, üç harfli bulmacalara dönüştürenlere lanet olsun!

Gençleri her yıl, her düzeyde şaibe taşıyan sınavlarla terörize eden kurumlara lanet olsun!

Bu sistemdeki alçaklığın farkında oldukları halde, en başından bu yana, kendileri de özel dersler vererek ya da dersanelerde çalışarak çıkar sağladıkları için susanlara da la...

Ve sistemin gerektirdiği parasal güce sahip olmadıkları için, çocuklarının harcanıp gittiğini gördükleri halde, hala tepki göstermeyen emekçilere... Hayır! Onlara lanet okumak içimden gelmiyor, ama ne diyeceğimi de bilemiyorum.

Eğitimi özel sermayenin yağmasına yedekleyen vurguncular, üç harfli dalaverelerle milyonlarca öğrenciyi ve veliyi şaşkına çevirdiler. Yanlış anlaşılmasın. Şaşkına dönenler, sadece iki eli böğründe kalan isçiler, emekçilerdir. Bir de, her türlü fedakarlıkla, dişinden tırnağından artırarak çocuklarına bir gelecek sunmak icin çabalayan orta sınıfın alt tabakalarıdır. Geri kalanların umurunda değil üç harfli bilmeceler! Orası olmazsa, burası... O da olmazsa, İngiltere var, ABD var... Var oğlu var! Çünkü iktidar onlarda, para onlarda, her türlü seçim olanağı da onlarda!

Böylece, ülkede gelecek yıllarda gereksinim duyulacak yeterince vasıfsız işgücü hazırlanıyor. Bunların sayısı ne kadar çok olursa, ücretleri o kadar da düşük tutmak mümkün olacak. Elitlerin, paralıların çocukları ise en iyi üniversitelerde okuyarak yetistirilecekler. Eğer gemi falan satın almazlarsa, doktor, yüksek mühendis, star mimar falan olacaklar. Ya da büyük menejerler... Bazıları da babadan kalma şirketlerin CEO koltuklarına oturacaklar, ortalığa dökülmüş üç harf kurbanlarını sömürerek milyarlarına milyar katacaklar.

Kapitalizmin sömürü ve talan düzeni ne sınır tanıyor ne de doymak biliyor. Üç harfli aldatmaca sisteminin mimarları ve mühendisleri, bununla da yetinmiyorlar. Şimdi, üç harfli karmaşaya üç de sayı ekleyerek, üç sayılı bir sömürü sistemi dayatıyorlar: 4+4+4!

Daha bebeklikten henüz çıkmakta olan çocukları ailelerinden koparıp, bir yandan kendi ideolojik çarklarında öğütecekler, bir yandan da bedava işgücü olarak sömürecekler! Fakat dikkat! Sorun sadece işgücü piyasasında „mal bolluğu nedeniyle fiyatların düşürülmesi“ değil. Bir de bunların tevekkül sahibi, her şeyin „takdir-i ilahi“ olduğuna inanan köleler olması gerekiyor. Bu noktada bir kez daha dikkat! Üçlü sayıların meraklılarına bu da yetmiyor! „Üç“lerle tutsak alınıp, yetiştirilenler aynı zamanda „kindar“ da olmalıdırlar! Kindar olmalıdırlar ki, gerektiğinde bir işaretle Türkiyenin tüm şehirlerini Sivas'a, Maraş'a benzetsinler. Onun için... „Haydi yavrum, özgürsün. İstediğini seç! Sunni din dersi mi istersin, yoksa Sunni din dersi mi istersin? Onları istemiyorsan, o zaman Sunni din dersine girebilirsin! (Bunlar kelime oyunlarıyla, ustalıklı kandırmacalarla iş görmeye önem veriyorlar. Ama bu maskenin ardındaki tehdit ve santaj yöntemlerini de topluma hissettirmeyi ihmal etmiyorlar.) Onun için, „Haydi yavrum, seç...“ Yoksa, çocuğa okulda yapmadıklarını bırakmayacaklar. Sadece okul müdürü, müdür muavinleri, öğretmenlerle falan da yetinmeyecekler. Diğer öğrencileri de kışkırtarak, onların istediğini seçmeyen öğrencinin üstüne salacaklar.) Haydi yavrum sec! Sünni Islam dersi mi istersin, yoksa...“

Haykırmak geliyor icimden: Lanet olsun!
Eğitimde üçkağıtçı talan sistemini yaratanlara!
Üçkağıtçı eğitim sisteminin üç harfli karmaşasını öneren, onaylayan ve uygulayanlara!
Üçlerin sonuncu adımı olan üç sayılı köle yetiştirme yöntemini halkıma dayatanlara!

Hepsine la… Hayır! Lanet okumanın faydası yok!

Aslında, durmaksızın, dinlenmeksizin ve asla vazgeçmeksizin, avazım cıktığı kadar bağırmalıyım. Evlatları göz göre göre heba olurken boynu bükük duranlara ve hala susanlara seslenmeliyim:

Ey işçiler! Ey emekçiler! Ey bu ülkenin dar gelirli insanları! Kendinize acımıyorsanız, çocuklarınıza acıyın! Yıllardır panayır yerinde karpuz satar gibi eğitim satmaya çalışanları dinliyorsunuz. Bunlar her seferinde sizden bir şeyler alıp götürdüler. Hala da götürüyorlar. Sadece emeğinize ve paranıza değil, çocuklarınıza, geleceğinize, umutlarınıza da göz dikmişler! Ama bu „üç“ meraklısı „üçharfçiler“den, „üçsayıcılar“dan başkaları da var ülkemizde. Hiçbir maddi çıkar beklemeden konuşan... Çocuklarınızın ve sizin gerçek kurtuluşunuz için konuşan... Kim bilir, belki nice bedeller ödeyeceklerini bildikleri halde, susmaksızın konuşan başka birileri var. Bir de onları dinleyin! Bakalım, onlar ne diyor?

Komünistler ne diyor?