Kime, neyin istikrarı?

Herkes hep bir ağızdan istikrar istiyor. Buyrun bakalım, yine kulağa hoş gelen bir “lâf”. Etrafında tepinip durmaya başladılar. Bir cayırtı koptu, hep bir ağızdan bir kakafoni yükseliyor. 

Tayyip, “bensiz istikrar bozulur” tehditleri savuruyor. Parlamento partilerinin topu istikrar peşinde. CHP’nin açtığı kapıdan girip, ülkeyi belaya bulaştırdıktan sonra çekip giden emperyalizmin ajanı da yeni baştan ülkeye dayatılmaya çalışılırken söyleşiler yapıyor, beyanatlar veriyor, “istikrar” diyor.

Ne mene bir şeyse bu istikrar...

İstikrar? Hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet; kentlerin, ormanların, akarsuların, kıyıların, madenlerin yağma düzeninin istikrarını isteyenler var. 

İstikrar? Ülkenin emperyalizmin at oynattığı bir alan oluşunun istikrarını isteyenler de var.

İstikrar? İşgücünün ucuzlamasında, iş güvencesinin kaldırılmasında, taşeron firmalarla kapkaç cep yapılmasında çıkarları olan tufeyli takımı, ülke tarihinde tavan yaptı. Bunun istikrarını isteyenler de var.

Bunların kim olduklarını, isimlerini, suretlerini bilmek gerekiyor. Kendi düzenlerinin istikrarı için yalan söylediklerini haykırmak, suratlarına çarpmak gerekiyor.

İstikrarmış...

NATO ve yabancı askersel üstlerin var olduğu, Kontr gerillasının, CIA’sının, MOSSAD’ının, BND’sinin, her türden sözde danışmanının/casusunun cirit attığı ülkede istikrar olabilir mi? Bunlarla birlikte Türkiye her an savaş tehlikesiyle karşı karşıya demektir. Halkın yoksul evlatlarını siperlere sürecek böylesi tehlikeler ortadan kalkmadan istikrar olur mu?

İşsizliğin boyutları giderek büyürken, iş güvencesi hayal haline getirilirken, çalışanların gelir düzeyi artan zamlarla yerle bir olurken, insanlar her adımda biraz daha yoksulluk batağına saplanırken, cebindeki kredi kartlarına güvenerek borca batanlar her an ellerindeki, avuçlarındakini yitirme tehlikesiyle karşı karşıyayken istikrardan bahsedilebilir mi bir ülkede? Zenginle fakir arasında uçurumun bunca derinleştiği bir ortamda neyin istikrarından söz edilebilir ki? Emeğin sömürüsüne son vermeden emekçi yığınların yaşamı istikrara kavuşabilir mi?

Dinin siyaset metaı haline getirildiği, dinsel düşmanlıkların kışkırtıldığı, tarikat şeyhlerinin, hacı-hoca-karanlık gecenin, parlamentodaki partileri yönlendirir hale geldiği yerde istikrar sağlanabilir mi? Kimi şaşkınların iddia ettiği gibi “halkların çimentosu” değil, tarih boyunca gürül gürül ayrışmalar, düşmanlıklar, savaşlar fışkırtan bir kaynak olagelen dinin siyaset sahnesinden tamamen kovulmadığı bir ortamda istikrar kof bir hayaldir.

Kadınları “erkeklerden oluşan insanlığın doğal kölesi” kabul eden bir anlayışın kimi siyasal partilerce propaganda edildiği; dinsel gericiliğin kaynağı olarak işlev gören okullarda öğretildiği; şiddet gören, ırzına geçilen, katledilen kadın sayısının her geçen gün biraz daha tırmandığı bu ülkede istikrar ne anlama gelebilir? Yurttaşlar arasında sadece cinsel değil, her türlü ayırımcılık, aşağılama ortadan kalkmadığı sürece neyin istikrarı? Dahası, üretken emeğin birleştiriciliğine karşı etnik kökenin, milliyetin ayrıştırıcılığının siyaset malzemesi yapıldığı, sürekli propaganda edildiği ortamda neyin istikrarı? 

Sadece bunlar değil, toplumsal yaşamı kapsayan tüm alanları tam bir bataklık haline getiren kapitalizmin çürüttüğü, soysuzlaştırdığı, insana yabancılaştırdığı her türden ilişkiye temelden son vermeden  istikrar sağlanabilir mi ülkemizde?

En başta solun görevi olmalı değil mi bu istikrar yalanını halka açıklamak? Fakat o da nesi? Kedisini “sol” sananların bir çoğu da aynı koroda yer almışlar, oradan yükselen kakafoniye katkılarını sunuyorlar.

Türkiye’deki “insanlık halleri” sonunda bu hale geldiyse, bir kez daha açıkça adını koyalım: 

Birincisi, bu ülkede emekçi yığınların yaşamını istikrara kavuşturmadın tek yolu sosyalizmden geçer!

İkincisi, bu düzene dokunmaksızın  istikrar aradığını iddia edenler, sermaye sınıfının çıkarlarının istikrarının savunucularıdırlar. Ve artık “sol” ile yakın-uzak ilişkileri kalmamıştır. Nokta