Bi tanecik oy

Bir varmış, bir yokmuş... Ahir zaman içinde... Kalbur saman içinde... Her yurttaşın „bi tanecik oyu“ varmış... Yurttaşlık görevi olarak bilmem kaç yılda bir kez bu oyu birilerine vermesi gerekirmiş... Herkesin hayran olduğu demokrasi işte bundan ibaretmiş... Ardından herkesin evine dönüp, boynunu da büküp, bir daha sefer oyunu vereceği güne dek uslu uslu beklemesi de bu demokrasiye sadakatin gereğiymiş...

Haydi yeni baştan... Bir varmış, bir yokmuş... Ahir zaman...

Yıllardır bu masalı dinledi halkımız. Ve nihayet gerçekten yurttaş olmaya başlayan bazıları için bu masalın balonu patladı! Patladı da ne oldu? O kadar çok balon dolaşıyor ki havada, biri patlasa onunu şişirip salıveriyorlar. Birine kulak kabartmayan ötekine yakalanacak. Burjuvazinin bu masallarına inanarak yaşayacak. Fabrikada, tersanede, madende, inşaatta, büroda, her türlü işyerinde, tarlada emeğini verecek. Kazada, kimi dönem savaşta yaşamını verecek. Yetmezcesine bir de oyunu verecek!

Ve hiçbir şeyine sahip çıkmayacak. Ne emeğine, ne bir hiç uğruna yitip giden yaşamına, ne de birkaç yılda bir verdiği oyuna.

Derken bazıları oylarına sahip çıkmak gerektiğinin ayırdına vardı. Seçim sandıklarının başına birikti. Hiç yoktan iyidir diyelim. Diyelim de, oyuna sahip çıksan ne olacak? Örneğin Ankara'da salt „İslam faşisti AKP gitsin“ diye verdiğin oyla MHP faşisti seçilseydi ne olacaktı? Bundan demokrasi mi çıkacaktı? Ülkedeyi baştan sona süpüren neo-liberal dalga kırılacak, emek sömürüsü son mu bulacaktı? Ülkenin tekelci sermaye ile elele vermiş emperyalistlerce talanı geri mi püskürtülecekti? Ve kapitalist sistemin türlü pisliği mi süpürülecekti?

Bunların hiçbiri olmayacaktı, çünkü bu seferki sadece yerel seçimdi. Eee, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ne olacak? Ali Hoca'ya mı vereceğiz oyumuzu, yoksa Hoca Ali'ye mi? Ardından gelecek genel seçimler. Aman oyumuz boşa gitmesin diye, ve bu sefer kuşkusuz çok, ama çok daha büyük kalabalıklar halinde sandık başlarında bekleyeceğiz.

Şimdi suskunluk ve hareketsizlik dönemi bitti, bekleme dönemi mi başladı?

Sandıkların başında neyi bekleyeceğiz? „Ak olmayan Parti“nin gidip, „aman oyumuz boşa gitmesin“ diye oyumuzu verdiğimiz „Pak olmayan Parti“nin gelmesini mi? Yeni gelecek olandan ne bekleyeceğiz? Böyle gittiği sürece, milyonlarca insanın ne bekleleyeceğini bilemem, ama ne bulacağını şimdiden söyleyebilirim: Kocaman, kopkoyu bir hayal kırıklığı! Ardından yine boşluk, yine bekleyiş.

Ufkun bunca masal balonuyla doldurulmasındaki tek amaç da bundan başka hiçbir şey değildir!

En sonunda sandık başlarında beklemeyi akıl edenler, asıl başka bir şeyi kavramalıdırlar: Seçimler, amaç değil, burjuva demokrasisinde zaten çok şaibeli bir araçtırlar. Şaibelidirler, çünkü her zaman tahakküm edenlerin 12:0 galip başladıkları birer yarıştan ibarettirler. Şaibelidirler, çünkü bu yarışa katılanların çoğu tahakküm edenlerin iktidarını sürdürecek, birbirinin türevinden ibaret partilerdir. Şaibelidirler, çünkü gerektiğinde sayımlarda, tutanaklarda, bilgisayarlarda manipule edililirler.

Kaç kez yaşadık bunları? Kaç kez bekledik? Kaç kez oylarımız yitip gitti? Ne oldu? İnek yedi... İnek dağa kaçtı... Geviş getirip, hazmetti... Bize de bir avuç tezek kaldı. Ve bir dahaki seçimleri bekleme sabrı.

Beklemeyi öğrendiysek, artık SIRA BEKLEMEMEYİ ÖĞRENMEYE GELDİ demektir! Seçimler bitti şimdi mücadele zamanıdır.

Beklemeyelim!
Her gün, her saat bir seçimdir. Sapla samanı ayıralım. Sömürene karşı sömürüleni, ezen karşı ezileni, aldatana karşı aldatılanı, çalana karşı mağduru seçelim. Tarikat köleliğine karşı birey olmayı, tutsaklığa karşı özgür yaşamı seçelim. Emperyalistlerin taşeronluğuna karşı yurseverliği seçelim. Ve en önemlisi, bu seçtiklerimizi sonuna dek savunacak partiyi de seçelim.

Ve beklemeyelim!
Her gün, her saat bu seçim doğrultusunda mücadele zamanı, toplumsal yaşamın tümü de mücadele alanıdır. İşyerinde, sokakta, sendikada, birlikte, dernekte, (yasaklanmakla birlikte) girişimde, platformda... Ve „yukarıdaki seçtiklerimizi sonuna dek savunacak parti“de, Türkiye Komünist Partisinde...