30 Yıl Sonra: Biten ve Başlayacak Olan

Yani düşünerek mi yaptılar, yoksa tesadüf mü, kimse tam bilemez ama doğrusu iyi bir tesadüf: 12 Eylül, bu ülke tarihinde ikinci kez bir köklü kırılmayı imleyecek. "Böyle olsun istemezdik"çiler ağlamaya hazırlanabilir. İyi.

İyi, çünkü 30 yıllık bir aradan sonra, Türkiye iki büyük cepheye ayrılacak. Türkiye'deki siyaset sınıfı, artık ne kadar köşe bucak ve dip varsa oradakiler dahil, böyle bir kadersizliği istemezdi gerçekten de. Ama böyle işte. 13 Eylül 2010 sabah saatleri, sandıktan çıkacak sonuç ne olursa olsun, Türkiye'nin nihai ve yüksek yoğunluklu bir iç savaş sath-ı mailine tüm haşmetiyle kapaklandığı tarih olacak. Geri dönüşü yok. Bunu şimdiden ilan edebiliriz. Acı, ama böyle görünüyor.

Yarışın son metrelerinde yeni ve akılcı solumuzun müdahalesi sonucu bir sürpriz yaşanabilir ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu ileriye doğru huruç harekatından korkunç bir ders, belki de 'hayati" bir ders alarak da çıkabilir. Hiçbir şey öğrenmeyeceği kesindir. Ancak bedeli çok yüksek olabilir bu dersin. Öyle de görünüyor. Ne olursa olsun, bu iki blok, evetçiler ve hayırcılar, birbirine yakın ağırlıkta olacağı için, 12 Eylül 2010, bir tarafın galebe çalmasının değil, Türkiye'nin iki blok halinde karşı karşıya gelmesinin tarihi olacak. Türkiye halkı, bakalım, bu cepheleşme şansını nasıl kullanacak? Burjuvazinin ve "nurjuvazinin", bu sahihlikte bir cepheleşme istemediğini temsilcilerinin yüzünden okuyoruz. Beter olsunlar.

Biz kendimize bakalım: Halk bir yana, Türkiye solunun ana akımları, TKP, ÖDP ve EMEP, elbette Halkevleri, bu şansı şimdiden iyi kullandı ve tarihsel bir dönüşüme imza atmayı başardı.

12 Eylül'de bir dönem kapanacak. Bizim açımızdan düşündürücü olan tek şey, neyin açılacağını, daha doğrusu açılacak perdenin somut olarak neler içerdiğini şimdiden tam bir kesinlikle söyleyemeyişimizdir. Yine de, haddimizi biraz zorladık ve 30'uncu 12 Eylül'ü, yüksek yoğunluklu bir nihai iç savaşın başlama tarihi olarak kenara not ettik. Muhtemelen öyle olacak. Tablo karanlık görünüyor.

Işığı, elimizde olanlara tutalım. Sevindirici bir toplam bu: Türkiye solu, bu büyük cepheleşmeye seyirci olarak girmiyor. Müdahale etmeye, yeni ittifaklar kurmaya hazır bir biçimde giriyor. Yeni solumuz, 40 yıllık "makûs" talihini bir deklarasyonla tersine çevirmiş değil midir? Öyledir. Gerçekten de, Türkiye sosyalizminin ana akımları, birbirlerine uzak ve "iktidarsız" kalmayı temel politika ve solculuk saydıkları bir dönemi el birliğiyle kapattıklarını ilan etmiş oldular. İşte bu, 30'uncu 12 Eylül'ün en güzel haberidir ve yeni bir durumdur. Türkiye egemenlerinin bundan hoşlanmayacağı açıktır. Hiç beklemiyorlardı. Solculuk taslayan evetçilerin ("AkP-ML") , bayağı birer paspas olarak tarihe karıştıkları kesin, bundan sonra kendilerini solda saydırmaları mümkün değildir. İyi arındık. Bu arada, boykotun utangaç bir evet anlamına geldiğini, bizzat boykotçuların en önemli kesimi bile kabullendi: Evet'e geçmek için "devletle" pazarlığa hazır olduklarını ilan etmediler mi? Kısaca söylersek, Türkiye solu için çok hayırlı bir dönemden geçtik, daha şimdiden. Sevindirici olan, bu.

13 Eylül sabahı bütün kartların yeniden karıştırıldığına tanık olacağız. Türkiye, baş aşağı bir uçuruma yuvarlanacak. Bu tabloyu hepimiz bekliyorduk, şaşılacak bir yanı yok, şaşırtıcı tek olumlu gelişme, bu karanlığa elimizde 40 yıllık bir gelişimin tersine çevrilmesini imleyen bir ışık parçasıyla ("yeni sol ittifak") giriyor oluşumuzdur. Çünkü o karanlıktan Türkiye sadece sosyalist bir politik yönelişle kurtulabilir ve var öyle bir irade artık.

Eski Türkiye, bütün sağı ve soluyla bitişini, bu arada da yeni bir başlangıcı, 12 Eylül gecesi geç saatlerde idrak ve ilan etmiş olacak. Karanlık tablodaki tek ışık kaynağı da bu.

Emperyal uşaklığın "âkil" isimlerinden Theodor W. Adorno, "Yanlış bir hayatın içinde doğru bir hayat olmaz" (Es gibt kein richtiges Leben im falschen), yani "Yanlış bir hayatın içinde doğru bir hayat yaşayamazsınız" mealinde buyururken, malum, en çok kendisi ve Horkheimer başta olmak üzere benzer "marksistleri" anlatmış oluyordu. Biz bugün öyle görüyoruz. Adorno, bir sol düşmanı olarak tarihe karıştı 1989 restorasyonu bu zihniyetin başarısıdır. Ama yazdıkları arasında gerçekten kafa açıcı böyle şeyler de var. Bir başkası "Auschwitz'ten sonra şiir yazmanın barbarlık olduğu" yolundaki saptamasıydı. Neyse... Haklıydı: Türkiye solu, 40 yıllık bir yanlışını düzelterek, mevcut iktidarı yıkmakta ve iktidara gelmekte, daha doğrusu sol bir hükümetle Türkiye'yi bir emekçi cumhuriyetine dönüştürmekte kararlı olduğunu, bunun için iğne ucu kadar bile bir açık bulsa değerlendireceğini, ilk kez bu açıklıkla ve ana akımları üzerinden göstermiş oldu. Bu yanlış hayatı yıkmak ve kendi doğru hayatımızı sosyalist iktidarla birlikte kurmak zorundayız.

Karanlığımızdaki en veya tek sevindirici nokta budur: Tamam, 12 Eylül, 30'uncu yıldönümünde nihai bir cepheleşmenin ilanına sahne olacak, ama solumuz, artık eski solumuz değildir. Düşmanlarımızın bunu kabullenememesi, hepimiz için şanstır.

Eski bir yol arkadaşımızın kulaklarını çınlatalım: Türkiye gerçekten de asırlık bir çınar gibi sosyalizme kapaklanıyor. Sosyalizmi beceremezsek, Türkiye de imha olacaktır.