Türk katli ve Alman faktörü

Cümle uzun, ama soru basit aslında: Eğer iki ülkede, sosyalizme karşı açılan savaşın, Soğuk Savaş, iki cephe ülkesinde, Avrupa’yı bir dönem ayağa kaldıran NATO gizli orduları başarıyla geçiştirilmiş ve meşhur "Gladio"nun üzerine rahatça beton dökülmüşse, bunun sonsuza dek öyle kalacağına bir garanti verilebilir miydi?

Verilemezdi.

Antikomünizmin en büyük ve en tehlikeli iki cephe ülkesinde, bu "sektörde" yaşananlar hiç açığa çıkarılmadı. Bütün muhtemel skandalların üzerine beton döküldü: Türkiye ve Almanya’dan söz ediyoruz... Bizim ve dünyanın yarım akıllı ("sivil") solcularının ağızlarının suyunu akıtan pek demokratik Almanya’dan... Gıkları çıkmadı. Sanki böyle bir şey hiç yaşanmamıştı. Kapatıldı. Üstelik Türk gladiosunun, Federal Almanya’da Ağca’larıyla, Çatlı’larıyla, Oral Çelik’leriyle falan bir dönem cirit attıkları bilindiği halde...

Şimdi ne oluyor peki?...

Almanya’da 2000-2006 yılları arasında öldürülen 8 Türk’ün üç kişilik bir neonazi komplosuna kurban gittikleri yolundaki senaryolar, sağından solundan delinip duruyor. Her saat yeni bir kanıt ortaya dökülüyor ve en kepaze polisiye filmlerin en ucuz sahnelerinden kanıtlar üretiliyor.

Çok tuhaf şeyler oluyor.

Ama bizim iddiamız başka yerde: Bu kanlı oyunda, sadece Alman neonazilerinin değil, faşist Türkçü sürü başta olmak üzere tüm Türk sağının, parmağına rastlayacağız bu kesin. Türk ve Alman devlet örgütlenmeleri bunu gerektiriyor. Bu iki ülke hükümetlerinin komünizm düşmanlıkları ve bu yolda her türlü kanlı senaryoya teşne oldukları, nasıl bir işbirliği içinde sosyalizme karşı muzaffer bir silah arkadaşlığı yaptıkları mesela, zaten hep anlatılır. Özellikle "güvenlik" alanındaki ortaklığın geçen yüzyılın başına kadar gittiği biliniyor. Devamlılık müthiş...

Demek ki, Türkiye ve Almanya, birbirine ziyadesiyle benzeyen iki demokratik ülkedir (solcularımız kusura bakmasınlar, bu paralelliği algılayamamaları eğer doğal bir algı bozukluğundan değilse, solculuk anlayışlarından üreyen bir kurmaca algı bozukluğundandır) ve devlet örgütlenmeleri, demokratiklikleri kadar birbirine benzemektedir: Güvenlik sistemleri sağın kalesidir. Her türlü suça meyilli sağı buralarda bulabilirsiniz. Bu iki ülkenin gelir düzeyleri dışında birbirinden hiçbir farkı yoktur. Varsa bir fark, o da, birinin efendi diğerinin uşak rolü üstlenmiş olmasıdır ve bu kadar kusur kadı kızında da olur.

Başka bir şey var...

Daha birkaç ay önce, "Der Spiegel" dergisinin 21 Ağustos sayısında değinilen bir işbirliği girişiminden söz ediyoruz. Sözde "Mehmet" adlı mafya çevrelerinden bir "bozkurt", muhtemelen yaz aylarında, Alman güvenlik birimlerine "döner cinayetlerinin" işlendiği Ceska marka tabancanın yerini bildiğini söylemiş. Böylece de seri cinayetler bilmecesinin sona ereceğini hatırlatmış. Tabii karşılığında 40 bin Avro ve aldığı iki yıllık bir hapis cezasının tecil edilmesi talebiyle. Anlaşamamışlar. Adam, Türk faşist mafyasının pek itibar ettiği, Çatlı’nın malum kaçırılma maceralarının yaşandığı İsviçre’de, Bodensee yakınlarındaki bir villada istenilen kanıtın bulunduğunu bildirmiş. Ne olmuşsa olmuş, adam bir biçimde tedirgin edilmiş ve kuş kafesten uçmuş... Bu, kamuoyuna hemen hemen hiç mal olmadı. Türk kamuoyu zaten şallak mallak olmuş durumda, dünyadan haberi yok, Türk basınını ise ciddiye alacak kadar beynimizi yemedik, ama şu pek demokratik Alman kamuoyunun da bu gelişmeleri umursamadığını gördük... Bir sürü zırva sıralanıyor şimdi...

Öyle mi?

İnanacak mıyız bu anlatılanlara? Alman ve Türk basınında, ana akım medyalarda anlatılan şeylere inanmak için hiçbir neden bulunmuyor. Herkes hararetle bir şeyleri gizlemeye çalışıyor... Tek tük sol yayın organlarının ise bu olup bitenleri algılayabildiği bile söylenemez. Her şeyin farkında bir zihniyetin ürünü bu siteyi, soL’u, yine bir kenara ayıralım... Pazartesi günü haber olarak bazı soru işaretleri bıraktı ortaya. Ama bu istisna kaideyi bozamaz ki... Tüm Türk solu, Alman medyasıyla Türk "büyük medyasının" arkasında nal toplamakla meşgul. Medyasızlığımız bir kez daha acı acı sırıtıyor...

Almanya’da işlenen cinayetlerin arkasında çok büyük bir bataklık yattığını artık herkes anladı. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasası, böyle olanaklar da barındırıyor içinde işte. O nedenle kapitalizmin "tarihin sonu" olduğunu ileri süren cahillere fazla kulak asmamakta yarar var. Kapitalizmin tarihi, birbirinin ayağına basan, hatta birbirlerinin boğazına sarılan kurum, kuruluş, sektör ve bireylerin de tarihidir... Tamam...

Tamam ve şu anda bizi ilgilendiren temel mesele şu: İki görece farklı gelişmişlik derecelerinde, ama aralarında büyük nitel farklar olmadığı rahatça söylenebilecek iki ülkenin güvenlik anlayışları, güvenlik örgütleri ve sağın ezici gücü, kısaca demokrasileri, birbirine çok benziyor. Hatta bu iki ülkenin bu sektörlerde Soğuk Savaş’tan itibaren yoğun bir biçimde iç içe geçtiğine tanık oluyoruz... İşte bunun, bu iç içe gelişmenin sonuçlarının yaşanmaması mümkün değil. Her türlü "güvenlik" örgütleri, demokrasileri ve en önemlisi de sağları, hatta faşistleri, bu iç içe kaderin sonuçlarını taşıyacaktır.

Almanya’da nedense birdenbire patlak veren bu son "seri Türk cinayetleri" skandalının arkasında çok büyük bir bataklık yatıyor. Bu bataklıkta Türkiye kökenli ve bir küçük iş kurmaya çalışan küçük insanlar can veriyor. Bu katliama, bu iki antikomünist cephe ülkesinin tüm kurumlarıyla iç içe ve belki de birbirinin ayağına basacak kadar yakın bir biçimde katıldığı ortaya çıkarsa, kimse şaşırmasın.

Avrupa’dan demokrasi bekleyen ve solcu geçinenlerin yüzüne çarpmalı bu rezaleti aslında... Eski soldur, her şeyi hak etmiş görünüyor.

Avrupa’nın motor ülkesinin, "Büyük Almanya", Türkiye’nin reel ekonomisine egemen olduğu ortada. Bu ağırlığının siyasete yansımamasının mümkün olmadığına dikkat çeken sosyalist düşünce adamlarımız ve politikacılarımızın yetiştiğine de tanık oluyoruz. Kemal Okuyan’ın son analizlerindeki bazı saptamaları birer örnek kabul edilebilir. Sevindirici olan, budur.