Demokrasi faşizm demektir!

Bu iddialı bir başlık. Kabul. "Demokrasi faşizmi içerir ve tersi, faşizm de demokrasiyi içerir" demekle yetinebilirdik. Açıklamak kolay değil. Tamam.
Mutlaka eklemek gerek: Neden?

Bunlara değineceğiz. Aslında bir başka soru etrafında dolanmak ve "finansman meselesini", daha doğrusu "demokrasinin finansmanı meselesini" tartışmak istiyoruz. Ama demokrasinin, faşizmi de içeren bir formasyon olarak, kapitalizmin üstyapısı sayılması gerektiğini önerirken, işe M.Ö. 462-430 yılları arasındaki Perikles ve Atina demokrasisinden başlamamız gerekmiyor. Bir devamlılık var. Ancak biz, bu devamlılığı, geçmişten bugüne doğru değil, bugünden geçmişe doğru ararız. Yani işi bugünden hareketle Perikles Atina’sı ve demokrasiye götürmek, belki daha doğru yöntemdir.

Tarihin, kendi başına bırakıldığında, gerici, geriye çekici bir yönseme olduğu tezinden hareketle, biz, geçmişten bugüne değil, bugünden, yani biriktirilmiş geçmişten düne bakarız. Öyle gideriz.

O nedenle Türkiye’de ve onun emperyalist dünyadaki ilk büyük dış irtibat merkezi Almanya’da olup bitenlere, örneğin her geçen gün daha da karmaşıklaşan bir cinayetler silsilesine bakarak bazı sonuçlar yazabiliriz. Neonazi bir çetenin üzerine yıkılan cinayetlerden, 2000-2006 yılları arasında 8 Türk ve bir Yunanlı gariban esnafın işyerlerinde aynı silahla katledilmesinden bahsediyoruz... Faşist ideoloji ve kadrolar kullanılarak Avrupa’nın motor demokrasisinin yürüdüğünü daha önce de söyleyenler olmadı değil. Egemenler, onlara bu dünyayı dar ettiler. Oysa şimdi her şey açık: Neonazi kadrolarla iç içe istihbarat servisleri, demokrasiyi koruyormuş! Federal Alman devletinin ve demokrasisinin Nazi Almanyası’ndan kalan kadrolarla kurulduğu herkesin malumuydu. Sadece görünürdeki Adenauer rejimi değil, Alman gizli servisi de bir Nazi’nin (Reinhard Gehlen) ürünüdür. O yöntem, son cinayetler nedeniyle ortaya çıktı ki, hâlâ yürürlüktedir.

Fakat Türkiye neyse, Avrupa da o. Aradaki farkı abartmayalım. Kimse kendisini, sosyalizm adına üstelik, bu çerçevenin dışında saymasın.

Neyse işte... Orada veya Türkiye’de, şu anda demokrasi yok mu? Halklar istemedikleri ve altında inim inim inledikleri bir diktatörlük altında mı yaşıyorlar? Bu rejimi istedikleri aşikar değil mi? Örneğin, Nazi Almanyası’na Mayıs 1945’e kadar Alman halkının nasıl ("kanının son damlasına kadar") sahip çıktığını Ian Kershaw son kitabında ("Das Ende") şu günlerde Almanlara hatırlatıyor. Bir sadakatı anlatıyor. Bunu nasıl adlandıracağız? Eğer öyleyse, mesela Türkiye’deki şu tüccar imamlar ordusu, bu kadar oyu neden ve nereden alıyor? Bu demokrasiler neden bu kadar dinci, faşist hatta faşist katilin sırtında yükseliyor?

Başka türlü olamayacağı için.

Demokrasi, "halkın yönetimi" demekse, halkın rızasıyla yönetmek demekse eğer, elhak var. Burada da var, Avrupa’da da var. Çünkü kapitalizmde başka türlüsü mümkün değil.

Asıl soru şu: Bu demokrasilerin bir finansman sorunu yok mu? Yani demokrasileri kim finanse ediyor? Meta üretiminde, çalışan halkın yarattığı değerler ve o değerlerin gaspı üzerinde değil de başka şeyler üzerinde mi yükseliyor örneğin demokrasi? Bu, işin maddi yönü.

İşin manevi yönü de var: Sadece parasal olarak değil, entelektüel arenada da, ideolojik, ahlaki vs boyutlarıyla da, demokrasileri finanse eden şey nedir?
Hep, gerici şeylerdir: Her türlü geri, gerici, milliyetçi, dinci, özetle "piyasacı" unsur, demokrasiyi taşıyan manevi bir havuz oluşturmaktadır. Dolayısıyla toplumda sadece hukuki değil, özellikle somut, yani elle tutulur gözle görülür bir maddi eşitlik yaratılması için adımlar falan atılması değildir demokrasi. Sadece bir rıza üretim rejimidir. Kapitalizmdeki bir rejimden söz ediyoruz.

Bu rejimin bir biçimde desteklenmesi ve maddi-manevi finanse edilmesi gerekiyor, dedik. Kapitalizm, sömürüyü sayısız kanalın içinde görünmez kılarak bir azınlığın siyasal iktidarı belirlemesini sağlıyor. Perikles Atina’sında, kaynaklara göre değişen, rakamlar biliniyor. Atina bölgesinde yaşayan halkın ezici çoğunluğu, kadınlar, köleler, yabancı işçiler vs yurttaşlık haklarına sahip değildi. Demokrasi bunlar için, yani hayatı yaratan yüzde 90’lık bir kesim için yoktu. Öyle olduğu için de demokrasiden bahsedilebiliyordu. Ezici bir azınlık, yönetiyordu ve buna halkın yönetimi deniyordu.

Bugün durum bundan çok daha farklı değildir.

Zaten eğer böyleyse, yani demokrasi bir azınlık yönetimiyse, bu rejimin bir biçimde çoğunluk tarafından desteklenmesi veya finanse edilmesi gerekir. Öyle bakınca demokrasinin yüzyıllar içinde ilk halinden çok farklı bir yere geldiğini ileri süremeyiz. Çoğunluğun mevcut yönetime karşı çıkmaması için, geri olan her şeyden yararlanarak insanlarda bir "kabullenme zihniyeti" üretebiliyor bu rejim. Bir de bu nedenle faşizme yazılan nitelikleri içeriyor. Demokrasi, faşizmi de bünyesinde barındırıyor.

Demokrasi, kapitalizmde, çoğunluğun azınlığın yönetimine razı edilmesi rejimine verilen addır. Faşizmden neden nitelikçe farklı olsun? Eğer bir devlet biçiminden söz ediyorsak...

O nedenle Tayyip rejimine veya mevcut rejimini naziler üzerinden istihbarat ve güvenlik payandalarıyla, gizli-açık cinayetlerle ayakta tutan "Batı demokrasisine" hiç şaşırmayalım. Demokrasi, kapitalizm için vardır ve mutlaka faşizmi de içerir. Faşizm, bir yanıyla demokrasi olarak kabul edilebilir.
Daha cüretli olsun: Demokrasi faşizmdir ve faşizm de demokrasi, çünkü birbirlerini içerirler. Birbirlerine, olumlu anlamında, muhtaçtırlar.

Sadece sosyalizm bu çerçevenin tümüyle dışındadır ve her şeyiyle insani olan yegane araçtır.

Dolayısıyla, Tayyip’lere, Batı demokrasilerine falan kızmasın "demokrat arkadaşlar" onlar, demokrasinin gereklerini yerine getiriyorlar. Bu nedenle de demokratik yollarla bir barbarlık üretebiliyorlar. Bir barbarlık rejimine rıza sağlayabiliyorlar.

Bir rejim demokratikse, mutlaka bir yerlerinde faşist payandaları vardır. Biz bunu kabullenmekte güçlük çekiyoruz. Demokrasiye kendimizce bir anlam bahşetmişiz ve kendi rüya âlemimizde yaşayıp gidiyoruz.

Sorun solumuzda yani... Demokrasiyi kapitalizmin değil, sosyalizmin bir unsuru sanan eski solumuzda... Demokrasiyi "döner cinayetlerinde", Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da, Irak’ta, Libya’da Suriye’de tüm kanlı işleviyle görmeyi reddedenlerde...