Saraylar büyüdükçe

Yapımına 1983'te başlandı, 1989'da bitirildi. Çok büyük bir yapıydı. Yüzlerce mimar, binlerce emekçi binayı yükseltmek için çalışmıştı. Dediklerine göre inşaatta 3 bin 500 ton kristal, 700 bin ton çelik ve bronz kullanılmıştı.

Hâlâ konuşulan ve Çavuşesku’nun nasıl zalim bir diktatör olduğunun en büyük delili olarak gösterilen bu 1.100 odalı saray ayakta. Saray dememiz sözün gelişi, Romanyalılara göre “Halkın Evi”… Romanya’daki sosyalist rejimin yıkılması handiyse bu saray yüzünden oldu. “Diktatör” Çavuşesku yoksul ve sefil bıraktığı halkı ezerek böylesine görkemli bir saray yaptırmış, ülke ekonomisini batırmıştı. Daha ne olsun?

Yeni Şafak’tan konuyla ilgili derin bir saptamayı aktarayım: “Halka rağmen halk için yapılan bu binanın hikâyesini dinleyince aslında hiçbir zaman halka ait olmadığını anlıyorsunuz.” Yandaş da olsa dediği doğru. Hangi saray halka ait olabilir ki? “Simit sarayı” değil sözünü ettiğimiz…

Ama biliyoruz, sosyalizm söz konusuysa anlatılanların da yalanı bol olur. Düzeltelim. Şimdi Çavuşesku’nun sarayı denilen yer sanıldığı ya da sanılması arzulandığı gibi Çavuşesku’nun çalışma ofisi veya ikametinden ibaret değildi. Halk Sarayı adıyla inşa edilen bu yapı tüm önemli devlet dairelerini barındırmak üzere planlanmıştı. “Saray”la ilgili söylenenlerin yalan olduğu ortaya çıkınca evinde bulunan bir iki paket Amerikan sigarası ile bir iki şişe viskiyi nasıl da şatafat içinde yaşadıklarına delil gösterdiler. Hâlbuki Çavuşesku’nun Körfez ülkesi bankalarında yığılmış sıfırlanacak milyarları, İsviçre bankalarında gizli hesapları, büyük şirketlerde gizli ortaklıkları, çocuklarının yabancı bandıralı gemicikleri yoktu.

Çavuşesku sarayın içinde birkaç yıl ikamet ettikten sonra devrildi ve bu sarayın duvarları dibinde korkunç bir biçimde öldürüldü. O ölünce Romanya birdenbire ve çok tuhaf bir biçimde açlık ve sefaletten kurtuldu. Ya da Batı basını Romanya’daki açlık ve sefaletle artık ilgilenmemeye başladı.

***

Herkesin sarayı meşrebine göre. Kaddafi bir bedeviydi. 1986’da kaldığı bina ABD bombardımanında enkaz haline gelince yıkıntıların yanına dev bir çadır kurdurdu. Yapı çadırdan çok saraya benziyordu. Sonra bu çadırda yaşama işini alışkanlık haline getirdi. Dış gezilerinde çadırı da taşıyıp gittiği ülkeye kurdurdu. Giderek çadırın ünü Kaddafi’nin ününün önüne geçti. 1996’da dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’ı bu çadırda ağırladı. 2004’te çıktığı ilk Avrupa gezisinde Brüksel'deki Val Duchesse Devlet Konukevi'nde kalmak yerine, konukevinin bahçesine bu çadırı kurdurmayı tercih etti. 2007’de AB-Afrika Zirvesi'ne davet edildi. Çadırını bu kez Atlas Okyanusu kıyısında yer alan Portekiz Deniz Bakanlığı'na ait bir bölgeye kurdu. Oradan Paris’e geçti. Çadırı Elysee Sarayı’nın yanında kendisine tahsis edilen Hotel Marigny’nin bahçesine kuruldu. Kremlin Sarayı'nın bahçesinde çadırı gören Ruslar hayli şaşırmıştı. 2007’de Başbakan Tayyip Erdoğan'ın da katıldığı, Afrika Zirvesi için Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'ya giden Kaddafi, çok sayıda devlet ve hükümet başkanının kaldığı lüks Sheraton Oteli'nde kalmak yerine otelin bahçesinde yüzme havuzunun hemen yanında çadırını kurdurarak burada kalmayı tercih etmişti. Kimlerin yolu düşmedi ki o çadıra? Sarkozy, Chirac, Blair, Putin, Timoşenko, Berlusconi, Ban ki Moon, Zeynelabidin Bin Ali…

Sonra bir gün “Arap baharı” denilen bir hareket başladı. Emperyalizmin kışkırttığı cihatçı katiller bütün Libya’da ayaklandı. Yılların diktatörünün koltuğu sallanıyordu. 2011’de paralı katiller tarafından yakalandı. Paramparça edilerek korkunç bir biçimde öldürüldü. Ünlü çadırın akıbetini bilemiyoruz.

***

Beştepe’deki “başkanlık sarayı” henüz ortalıkta bir başkanlık durumu yokken inşa edildi. Dediklerine göre “külliye” adı verilen saray 1100 odalı. Bir iddiaya göre gerçek sayı bunun çok üzerinde. Çavuşesku’nun “saray”ından farklı olarak bu yapı bir kişinin kişisel ofisi ve ikametgâhı. İçinde tam olarak ne iş yaptığı bilinmeyen onlarca “danışman” ikamet ediyor. Geçtiğimiz günlerde bu danışmanların maaşı soruldu. Saray görevlisi, danışmanların maaşının kamuoyunu ilgilendirmediğini söyleyerek açıklamayı reddetti.

Geçtiğimiz hafta bir haber daha düştü basına. Göçük Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın dinlence yeri olarak kullandığı Marmaris Okluk Koyu'ndaki 4 oda, 1 salondan oluşan 230 metrekarelik Cumhurbaşkanlığı konutu yıkılarak yerine 300 odalı bir yazlık saray yapılıyordu. Doğal sit alanı olarak koruma altında bulunan bölgede yer alan koyda inşasına başlanan yazlık sarayda 300 kişi aynı anda konaklayabilecekti. Üç hilal şeklinde bir kumsalı da içeren proje için “mega” ve “süper” yatların (nasıl bir şeylerse artık?) yanaşabileceği iki iskele ve deniz içinde sabit bungalovların inşa edilebilmesi için yaklaşık 11 dekarlık deniz alanı doldurulacaktı.

***

Nereye bağlayacağımı merak ettiniz, biliyorum. Köşe yazısı böylesine sıkıntılı bir iş. Bu haberleri sıralayıp öyle bırakamıyorsun. İlla bir yargı belirmen gerek. Şöyle bir baktım. Anladığım kadarıyla şatafatlı ve masraflı saraylarla iktidarların kaderi arasında bir ilişki var. Büyük sarayları yaptıranlar içinde uzun süre oturamıyor. Çünkü bu tür yapılar o ülkede adaletin tepelendiğinin ve şeffaflığın bütünüyle ortadan kaldırıldığının bir işareti sayılıyor. Yani ülkelerdeki sarayın büyüklüğü ile demokrasi ters orantılı.

Salı günü Nurettin Yıldız’ın şikâyeti üzerine yargılandığım davanın duruşması var. İstanbul Adalet Sarayı’nın yolunu tutacağız yine. Adından anlaşılacağı gibi devasa bir bina o da. İçinde kaybolmanız işten bile değil. Bina büyük büyük olmasına ama içinde var olduğu iddia edilen adaleti bulmak için epey çabalıyorsunuz. Kural burada da geçerli; saray ne kadar büyükse içindeki adalet o kadar küçük. Bu kadar devasa adalet saraylarının olduğu bir ülkede ana muhalefet partisi genel başkanının elinde pankart adalet arayışına çıkması manidar sayılamaz o yüzden.

Kötümserliğe kapılıp enseyi karartmaya gerek yok ama. İçinden geçtiğimiz döneme egemen olan kötülüğü gelecek kuşaklara anlatmak için büyük anıtlara ihtiyacımız olacak. En azından bu anıtları yapmak için uğraşmayacağız.

Başınızı kaldırıp bakın; Saray yıkıntılarıyla dolu bu ülkenin her yanı. Ne İskender takmışlığı var bu yoksul toprakların, ne şah, ne sultan. Göçüp gitmişler, gölgesiz. Giderler, kuşkumuz yok!