Halbuki ekmek herkese yeter, toprak herkesi besler, barındırır, elinden tutar, ayağa kaldırır. Bu yağmaya son verecek bir yol bulmalıyız sadece, takkeli kenelerden, zübükzadelerden kurtulmalıyız.

Takkeli kene

Küçük Kürt kızı Hejar, bir akrabası tarafından bir avukatın evine bırakılmıştır. Hejar’ın geçici olarak kaldığı o ev iki örgüt militanının da sığınağıdır. Polis evi basıp içerideki bütün yetişkinleri öldürür. Hejar mucize eseri kurşunlardan kurtulur, karşı daireye sığınır. Daire emekli hâkim Rıfat Bey'in dairesidir. Rıfat Bey cumhuriyetçidir, Kürt sorununda ortalama cumhuriyetçiler gibi inkarcıdır. Ancak sorun küçük bir kız kılığında kapısına dayanmıştır. Emekli hâkim ile tek kelime Türkçe bilmeyen minik Kürt kızı arasında, önce mesafeli, sonra sıcak bir sevgi ilişkisi gelişir. Handan İpekçi’nin yönettiği “Büyük Adam Küçük Aşk” filminden özetledim. 

Rıfat Bey küçük kızın akrabalarının izinin sürer sonra. Sazlıdere Barajını Küçükçekmece Gölüne bağlayan dere yatağının eteklerindeki Ayazma Mahallesinde bulur izlerini. Küçük kızın elinden tutup bu tarifsiz yoksulluktaki gecekondu mahallesinin yolunu tutar. Şehir içinde bir başka şehir, ülke içinde bir başka ülkedir burası. En yoksulların sığındığı derme çatma yapılardan oluşan bu bölgedeki yoksul hanelerin öksüz-yetim bir çocuğu daha barındıracak-besleyecek hali yoktur. Hejar’ın dedesi, çaresiz, iyi bakacağına inandığı Rıfat Bey’e bırakır torununu. Burada gelecek yoktur, umut yoktur, ekmek yoktur. Yoksul Ayazma, köyleri yakılmış, göçe zorlanmış fukara Kürt köylülerinin son sığınağıdır. Ve Ayazma, en az Kürt sorunu kadar yıkıcı bir sorundur.

“Büyük Adam Küçük Aşk” 2001 yılında gösterime girdi. Sonra yasaklandı. Demek ki filmdeki Ayazma 2001 yılı öncesinin Ayazmasıdır. Şimdi Ayazma’nın üzerinde AKP tipi gökdelenler yükseliyor. Yeni, doyumsuz ve arsız bir sınıf el koydu yoksulların gecekondularına, mahallelerine. Her yer inşaat, her yer beton, her yer alışveriş merkezi ve her yer ibadethane. Anlaşılacağı gibi burası AKP’nin rezerv rant yaratma alanı. 

“Şahintepe” buranın hemen karşısında, Sazlıdere’nin öte yakasındaki yoksul mahallesi. Hikayeleri de kaderleri de Ayazma ile aynı. Tek farkı Şahintepe’de hala tutunan yoksulların olması. Başakşehir Belediyesi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile el ele vererek orayı da rezerv alan ilan etti yakın zamanda. Yoksullara kaçacak, sığınacak alan bırakmayacaklardı. 

***

2023’ün son ayları… Şahintepe Mahallesi hareketlendi; AKP’nin “kentsel dönüşüm” kararına 131 gündür direnen Çetinkaya ailesinin evi sabaha karşı basıldı. İçeridekilere biber gazı sıkıldı, coplar indi kalktı, düşenler, yaralananlar oldu. Ayakta kalmayı başaran 10 mahalleli gözaltına alındı. Çetinkaya ailesinin yoksul hanesi Çevik Kuvvet eşliğinde yıkıldı. Halbuki bu hukuksuz uygulamalara karşı açılan davalar daha sonuçlanmamıştı. Yağmacıların mahkeme kararı bekleyecek hali ve sabrı yoktu. Baskın, yağmanın önündeki engelleri kaldırmak içindir. 

***

“Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi” diyorsanız, onu da anlatalım. Bu bölgenin adı eskiden “Azatlık”tı. Şamlar Köyü Baruthanesinde çalışan ve “millet sistemi”nin kaldırılması ile eşit vatandaşlığa geçtiği varsayılan Ermeniler sahiplenmiş burayı o zamanlar. Sonra mülkiyeti “Hürriyet Kahramanı” Resneli Niyazi’ye geçti, “Resneli Çiftliği” diye anılır oldu. Çiftliğin kalıntıları Yarım Burgaz Mağaralarının az ilerisinde, Şamlar Köyü yönünde, ayakta duruyor hâlâ. 1980'li yıllarda Resneli ailesinin vârisleri çiftlik arazilerini parselleyip satmış, çiftlik böylece mahalleye dönüşmüş. 

Tuhaf bir rastlantı, İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri sayılan Yarımburgaz Mağaraları bu yoksulluk manzaralarıyla ünlü yerin Sazlıdere’ye bakan yamacında. Yedi bin yıllık bir tarihi var mağaradaki yerleşimin. İçinde bir de küçük şapel var üstelik. Hıristiyanlar olmuş en son konukları çünkü. Tüm şehir gibi o da kaderine terkedilmiş durumda.  

Şimdi de her bölgeden, her kültürden, her renkten insan var bu mahallelerde. Geldikleri il veya ilçelerin adını taşıyan dernekler kurmuşlar dayanışmak, köklerini unutmamak için. Ordulular, Giresunlular, Kürt illerinden gelenler hepsi burada barış içinde bir arada yaşıyor, yoksulluklarını paylaşıyor. Kanal İstanbul yüzünden bölünmüşler ilk. Kanal yapılmasından fayda umanlar var içlerinde, kanal nedeniyle evlerinin ellerinden alınacağından şüphelenenler de.  

Haksız değiller, burası “planlanmış” bir bölge artık. Yağmacıların gözü bu mahallede. Şahintepe Mahallesi, Kanal’dan doğrudan etkilenecek yerlerden biri. Üstelik İstanbul’un son yıllarda genişleyen konut ağının içinde kaldığından rant kavgalarının da yoğun olarak yaşandığı kritik bir bölge. Haliyle Şahintepe sakinlerine şehrin daha uzak noktalarında yer gösterildi, mahalleyi boşaltmaları istendi. Gidin dedikleri yer tarla. Yolu yok, su yok, elektriği yok, doğalgazı yok. Mahalleli bir tür geriye doğru zamanda yolculuğa zorlanıyor anlayacağınız. 

Mahallede 700 hane vardı. Yaklaşık yarısı dava açtı yağmacılara. 2012 yılından bu yana mücadele sürüyor. 

***

Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar, 
Ne alın yazısı, el yazısı be! 
Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler 
Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, 
Süpürürüz yaban ellerin sokaklarını; pis el, pis yürek! 

Sığmazken atalarımız güne, yarına, 
Düşmüşüm ben, düşmüşüm ben el kapılarına…

Fazıl Hüsnü Dağlarca ne güzel şairimiz. İşçi kokulu, emekçi kokulu şiirler yazmış vaktiyle. İşçilerimiz, yoksullarımız el kapılarına düşürülmüştü önce. Sonra kendi vatanlarında sürgün oldular. Azatlıktan tutsaklığa evrilen Şahintepe hikayesi yoksul halkımızın işte bu sürgünden sürgüne savrulma hikayesidir. 

***

Şahintepe Halk Dayanışmasının çağrısıyla AKP’li Başakşehir Belediyesi önünde bir araya gelen Şahintepeliler, mahallelerinin rezerv alan kapsamından çıkarılması için eylem yaptı iki hafta önce. Kol kola sloganlar atarak belediye önüne geldiler. Orada bariyerlerle çevrilmiş bir alana sıkıştırıldılar, yer gök polis, zabıta. Şahintepe Halk Dayanışması tarafından yapılan açıklamada, “Bu mahalleyi biz inşa ettik, yaşanacak yer haline biz getirdik. Biz 40 yıldır bu mahalledeyiz hiçbir yere gitmiyoruz. Üzerinde on binlerce yoksul emekçinin yaşadığı mahallemiz 'rezerv alan' olmaktan çıkartılsın diyoruz” denildi.

Oradaydım, öfkeli yüzlerini seyrettim toplananların. Anadolu’dan göçüp gelmişler, ite kaka başlarını sokacak bir dam sahibi olmuşlardı. Sürgün, kapitalizmin onlara gösterdiği tek kurtuluş yoluydu. Şimdi o yolu kapatıyorlardı. Onlarca yılın sınıf atlama özlemi ellerinden uçup gitmişti bir anda. Direnmek son çareleriydi haliyle. Din kardeşliği, kültür, etnik kimlik her şey buharlaşmıştı. AKP hepsinin can düşmanıydı artık. Kol kola girmişler, hep bir ağızdan “direne direne kazanacağız” diye haykırıyorlardı. 

***

Başakşehir Belediyesini bu vesileyle gördüm. Nasıl tarif ederim diye düşündüm. Şekilsiz gökdelenlerin ortasında devasa bir cami. Cami ile bitişik devasa bir belediye binası. Karşında mücevher dükkanları sıralanmış. Sonra başka dükkanlar başka alışveriş merkezleri… Bir tür küçük Mekke burası. Din gerekli meşruiyeti sağladıktan sonra ticari yapıların gölgesinde kaybolup gitmiş. Yağma büyük, alışveriş şahane. Cuma’dan Cuma’ya zorunlu bulaşmalar bu zenginliğin diyetinden ibaret. Din ticareti ile ticaret dini birleşmiş, böyle bir kent dokusuna hayat vermiş. Bir tür takkeli kene istilası bu…

İstanbul’a vaat ettikleri işte bundan ibaret. Ekrem İmamoğlu müteahhit, Murat Kurum TOKİ’ci. İkisine de yayılacak yeni rezerv alanlar lazım. Ama artık inşaat kaldıracak hali kalmadı şehrin. Bırakın kentsel dönüşümü falan, deprem olsa hayatta kalanların sonu ölenlerden korkunç olacak. 

Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar, Ne alın yazısı, el yazısı be!.. Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri…

Hejar, yoksul-güçsüz anlamına geliyor. Merkezde de kıyıda da yoksulların, Hejarların, payına düşen aynı. Yoksulları öğütüyorlar iktidarlarıyla, muhafazakâr zengin gübreliyorlar. El yazısıdır!

Halbuki ekmek herkese yeter, toprak herkesi besler, barındırır, elinden tutar, ayağa kaldırır. Bu yağmaya son verecek bir yol bulmalıyız sadece, takkeli kenelerden, zübükzadelerden kurtulmalıyız. Bu kirli, pis el yazısını yırtıp atmalıyız.

Çağrımızdır!