Voltaire ile bizi birbirine bağlayan mutlak bir devrim ihtiyacıdır. Kurmak için yıkacağız, mecburuz. Öfkesini alıyoruz, endişesini bir yana bırakıyoruz, daha devrimci bir Voltaire hayal ediyoruz.

'Tarih Sözlüğü'nün gerekçesi

Fransız Aydınlanmasının en önemli düşünürlerinden biridir Voltaire. Cari düzeninin insana biçtiği elbiseden rahatsızdı. Çağının toplumsal, dinî, politik ve kültürel inanışlarına acımasız bir şekilde hücum etti haliyle. Bağlılıklar çağında bütün bağlarını koparmış yeni insanın ilk örneklerinden biridir o. “Düşünce ve inanç özgürlüğü” yazdıklarının her satırına sinmiştir. 

Bu tavrı onu, kaçınılmaz olarak, kurumsal dinle karşı karşıya getirmişti. Katolik Kilisesine ve onun desteğiyle ayakta duran Fransız Monarşisine saldırıyordu. Bağnazlığı, dini dogmaları ve bunlara dayanan devlet kurumlarını ağır bir biçimde hicvediyordu. Her Aydınlanma çağı şahsiyeti gibi çağının bütün ışığını ve bütün bulanıklığını üzerinde taşıyordu. Akılcı ve şüpheciydi. Sıklıkla kendisiyle çelişiyordu. Hıristiyanlığın terziler ve oda hizmetçilerinin inanması için iyi olduğuna inanıyordu, ancak seçkinler için deizme ihtiyaç vardı. Ateizme ve materyalizme karşıydı, çünkü kalabalıklar tanrısız dizginlenemezdi. “Tanrı olmasaydı, icat edilmesi gerekirdi” sözü onundur. Temkinliydi Voltaire ama öte yandan zamanın düşüncel birikiminin en uç noktalarında dolanmaktan kaçınmıyordu. Hem düzene öfkeliydi hem de hücum ettiği o düzenin bir parçasıydı. Yıkmak istiyordu ama yıkılacaklardan da endişe ediyordu. Öfkeyle ve endişeyle yazdı. İleri gittikçe daha ileri gitmekten korktu. Özetle Voltaire budur.

“Portatif Felsefe Sözlüğü”, tam adı budur, ilk kez 1764’te Londra’da yayınlanmış. Demek ki yaklaşık 250 yıllık bir eserden söz ediyoruz. Bu tarih Büyük Fransız Devrimi’nin öngünlerine denk gelir öte yandan. Rastlantı değil bu da. Sözlük, devrimin esin kaynakları arasındadır. İçinde hem bir yeni bir bakış açısı, hem de eskiye dair ne varsa kaldırıp atmaya yeminli bir devrimci inancın izleri vardır. 

O tarihte böyle fikirler taşıyorsanız Monarşiyle, özellikle Katolik Kilisesiyle karşı karşıya gelmeniz kaçırılmazdır. Çünkü monarşi ile ittifak halindeki kilise zamanın cari düzeninin egemen sınıflarından biridir. Nitekim devrim en sert saldırılarını kiliseye karşı yapacaktır. 

“Felsefe Sözlüğü”, adı üstünde, felsefidir ama daha çok bir “dil-tarih-coğrafya” tartışmasıdır. Tarihi ve coğrafyayı yeniden tanımlamak istiyorsanız bir dil tartışması kaçınılmazdır. Tabii, her şartta yolu açmak için insanı ve aklını yüceltmek gerekir. Voltaire dinin ve monarşinin ezdiği insanı yüceltmek istiyordu. Haliyle insanı ve aklını yüceltmek isteyen Aydınlanmacıları cumhuriyetçi sayıyoruz, fıtratındandır. İnsan yücelirse monarşi yıkılır, akıl parlarsa bağnazlık geriler. Laik cumhuriyet, haliyle, yücelmiş insanın ve parlak akılların işidir. 

***

Ümmetle, kulla, tebaayla cumhuriyeti yan yana getiremiyoruz demek ki. “Halk”ın bu eski bağlılıklardan kurtulmuş olduğunu varsayıyoruz ve temeli yücelmiş insandan ibarettir. Voltaire’den bu yana biliyoruz; ayağa kalkmış insan bir mucizedir ve cumhuriyet de yücelmiş insanların mucizesidir. Eskiyi yıkmak ve yeni kurmak için mucizevi bir dönüşüme ihtiyaç var. 

Bizim cumhuriyetimiz de insana bu üstünlük duygusunu vermek istiyordu. Yeni bir halka ve yeni bir ulusa ihtiyacı vardı çünkü. Düşmüşü yükseltmeden, ezileni yüceltmeden halkı ve ulusu oluşturmanın imkânı yoktu. Bunları cumhuriyet icat etmiştir. Yükseltme veya yüceltme, bu icadın olmazsa olmazlarındandır. O dönemin sanatının, edebiyatının, mimarisinin yönelimini böyle özetleyebiliriz. Cumhuriyet, halk, laiklik, ulus, vatan, yurttaşlık yücelmiş insanın getirisidir. 

Tarih ve coğrafyaya gelince; Mustafa Kemal İttihatçılardan miras Batıcı bir program yürütüyordu, Batı ile bir akrabalık arayışındaydı. Bu yüzden Hititlerin Türk olduğunu iddia etmek zorunda kaldı. Hititlerin Türk olduğunu iddia ederken, aslında Türklerin Hitit kökenli olduğunu söylemek istiyordu. Cumhuriyet kurulduğunda Avrupa Hitit köklerine ırkçılığa kaçan bir tonda vurgu yapıyordu çünkü. Kemalistler Anadolu dillerinin (Lidyaca, Karyaca, Likyaca, Luvice, Hititçe) Hint-Hitit çıkışlı olmasının işlerini kolaylaştıracağını düşündü. Cevat Şakir’in başını çektiği “Anadoluculuk” hareketi açıkça “bu mirasın sahibi biziz” diyordu. 

Düşmüşü yükseltmeden, ezileni yüceltmeden halkı ve ulusu oluşturmanın imkânı yoktu. Bunları cumhuriyet icat etmiştir. Tabii bunun için bilimsel ve kültürel bir devrim de gerekir. Mustafa Kemal’in 1930’lu yıllardaki devrimi de budur. Devrim antropoloji ile başladı, dil, tarih ve coğrafya ile sürdü. Antropoloji ile bir halk tarif ediliyordu. Harf devrimi çürüyenle, Osmanlı, bağı koparmak içindi. Dil devrimi ve Tarih Teziyle Osmanlıdan doğan boşluğu doldurmak üzere Orta Asya’da yeni bir kök aranıyordu. Ankara DTCF, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, bu arayışın abidelerinden biridir. 

***

Biz ise serbest düşüş dönemindeyiz. İnsanı ufaladılar, ezdiler, kullaştırdılar, birer yürüyen ölüye dönüştürdüler. Osmanlıyı ve dilini geri çağırıyorlar haliyle. Tarih kirlendi ve coğrafya silikleşti, cumhuriyeti cami avlusuna bırakıp kaçtı burjuvazi. Şimdi cumhuriyet döneminin anıtlarında birer put görüyorlar, bunlarla kurucunun tanrılaştırıldığını düşünüyorlar. 

Tanrılar varsa putları da olur. Putlar put oldukları için değil, tanrıları temsil ettiği için saygı görür. Ancak yozlaşma dönemlerinde put temsil ettiği tanrının yerine geçer, onu gölgeler. Böyle dönemlerde putları kırmak gerekmiştir. Put kırıcılığının dinler ve sosyal mücadeleler tarihinde yeri var. Putlaştırma gerçektir. Mustafa Kemal’in düşüncesini öldürdüler, sonra putlarını aslının yerine geçirdiler. “Atatürkçülük” anti Kemalist bir putçuluktur. 

Bu düzende büyük kapılara da gösterişli insanlara da artık yer yoktur haliyle. Ama unutulmasın, insanı ufalama döneminin de bir mimarisi var. Beştepe sarayı mimari başyapıtıdır. Büyük kapılar, geniş açıklıklar yine var ama amacı insanı değil sadece içindekini yüceltmektir. 

***
İnsan bir mucizedir ve cumhuriyet de yücelmiş insanların mucizelerindendir. Yalnız insanı ortaya çıkarmak için eski inançlara ve cumhuriyeti ortaya çıkarmak için eski düzene saldırmak, yıkmak gerekir. Voltaire ve cumhuriyeti yan yana getiren şeydir yıkıcılık. 

Biz de onların ve bütün sonraki kuşakların açtığı yoldan ilerliyoruz. Bugün bütün kavramlarımızı yeniden düşünmek, düştüğü yerden ayağa kaldırmak, yeniden tanımlamak, devrimci ruhunu geri çağırmak görevimiz var. Voltaire ile bizi birbirine bağlayan mutlak bir devrim ihtiyacıdır. Kurmak için yıkacağız, mecburuz. Öfkesini alıyoruz, endişesini bir yana bırakıyoruz, daha devrimci bir Voltaire hayal ediyoruz. “Tarih Sözlüğü”nün gerekçesidir.