İngiliz uşağı

Sait Molla nam bir zatı anlatayım size. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusudur. Molla, bu derneği adından da anlaşılacağı gibi İngilizlere yalakalık yapmak için İngilizlerin de teşvikiyle Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmaya karar verdiği sırada kurmuştu. Ülke işgal altındaydı ve yaranmaya çalıştığı İngilizler de işgalciydi. İşgale karşı Büyük Sultanahmet Mitinginin yapıldığı gün belediye reislerine telgraf çekip, kurduğu cemiyeti yeni mahalli şubeler açmak suretiyle desteklemelerini istedi. 1921’de Kurtuluş Savaşı yeni bir ülkenin tohumlarını atarken o hala İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kongrelerini yapmakla meşguldü.

Sait Molla bütün bunları Padişah Mehmed Vahdettin adına yapıyordu. Yeni İstanbul gazetesini ve İngiliz Muhipleri Cemiyetini Sultanın inayetiyle kurmuştu. Vahdettin’in İngilizleri dostluğuna ikna etmek için kullandığı sıradan bir şarlatandı yani. Said Molla’nın çabalarının bu işe yetmeyeceğini anlayınca yeni bir proje hazırladı. Damat Ferit projeyi Padişah adına 30 Mart 1919 tarihinde İngiliz Yüksek Komiserine sundu. Projeye göre İngiltere lüzum gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edebilecekti. Osmanlı Bakanlıklarına ve hatta valiliklere İngiliz müsteşarlar atanacaktı. Seçimler İngiltere’nin denetiminde yapılacak, maliyeyi İngilizler denetleyecekti. Fakat nasıl olacaksa Sultan imparatorluğun dış politikasını yönetmekte özgür olacaktı.

Vatana ihanet tek başına olur mu? “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” lakırdısının atasözü sayıldığı zamanlardı, herkes tek kurtuluş yolunun İngiliz Mandası olduğuna inanmaktadır. Vahdettin bu tiplerin önde gelenlerinden biriydi sadece. Başka nasıl olabilir ki, ucunda tahtı vardı nihayetinde?

***

1918’de, ülke 10 yıllık uzun iç-dış savaştan paramparça çıkarken büyük umutlarla tahta oturtulmuştu. Duyduğunda “Ben bu makam için hazırlanmadım” diye mırıldandı. Kendisine biat edilmek için yola koyulduğunda bastonunu unuttuğunu fark etti, “Bu bir felaket” diye dövünmeye başladı. Bütün saltanatı felaketlerle geçti ama gözleri önünde bir ülkenin yitip gitmesine bastonunu unuttuğu anki kadar tepki vermedi. Bu tipler böyledir, bastonları ülkelerinden daha değerlidir.

Fakat işler umduğu gibi gitmedi. Kemalistler Anadolu içlerinde denetimi sağlamak üzereydi. Üzerine bir de Damat Ferit kabinesinin düşüşü gelince paniğe kapıldı. Son bir hamleyle İngilizlerden güvenliğinin sağlanmasını, tahtından düşürülmesine engel olunmasını “rica” etti. İngiliz belgeleri Yıldız’da titreye titreye oturduğunu not etmektedir. Sonrası malum, bir İngiliz gemisiyle Malta Adası’na doğru yola çıktı. Çabaları ancak bu kadarına yetmişti, Vapur limandan ayrıldığında Vahdettin de tarihten silinmişti.

Kaynağımız ne? Gotthard Jaeschke’nin “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri” adlı çalışması. Yayıncısı Türk Tarih Kurumudur. Kitap Vahdettin ve Sait Molla’nın marifetleri ile başlamaktadır, İngiliz uşaklarıdır. Meraklısı açar bakar.

Neden yaptık bu alıntıyı? Eski büyük tarihçimiz, yeni bakan danışmanımız İlber Ortaylı’nın son sözü nedeniyle. Ortaylı, Osmanlı Devleti'nin son padişahı Mehmet Vahdettin'e yönelik "İngiliz uşağıydı" gibi yorumlardan kaçınılması gerektiğini söyledi geçen hafta. Sebebini söylemedi yalnız. Malum sığındığı hükumet Yeni Osmanlılık iddiasında, Vahdettin’e olmasa bile Hamit’e saplantılı bir ilgisi var. Sözlerinin sebebi yaranmak değilse, başka bir şey olmalı. Lütfeder de açıklarsa öğreniriz.

Biliyoruz, çıkarlar işin içine girdi mi Büyük Tarihçimiz ile Said Molla arasındaki mesafe silinir. Yalnız mollaların eskisi ve yenisi ne derse desin, İngiliz belgelerinin gösterdiği gibi son padişah üzerinize afiyet biraz İngiliz uşağıdır. Hatta çıkarı olan herkese uşaklık yapmaya teşne bir hali vardır.

Peki, bunca zaman sonra neden tartışıyoruz Vahdettin’i. Haine hain demekteki bu utangaçlığımız neden? Tek bir sebebi var; karşı devrim günlerindeyiz de ondan. Cumhuriyet yıkılınca padişahlar şirin görünmeye başladı düzenin gözüne. En zavallısı Vahdettin, ona da “İngiliz uşağı” denilmesine büyük tarihçimiz kızıyor.

***

Böyledir, karşı devrim günlerinde geri olan ne varsa parlak görünür. Sosyalizmin çözülüşü ile birlikte kapitalist dünya Ortaçağa benzemeye başlayınca tarihçiler Ortaçağ’ın öyle sanıldığı gibi çok da karanlık olmadığını keşfetti mesela. Yeni Çağın pek çok yeniliğinin o karanlığın içinde geliştiği iddia ediliyor.

Haklılar. Çünkü düştük ve yeni bir Ortaçağın içinde bulduk kendimizi. İçinden geçtiğimiz döneme bakıyoruz, zifiri karanlığı görmekle birlikte, aydınlık bölgelerin olduğunu fark ediyoruz. Tabloya bakıp kahrolmak mümkün elbette ama avunmak için de yeterince sebep var görünüyor. Karanlıktır, yalnız alacakaranlıktır.

Yeni Ortaçağ teşhisini Alain Minc’e borçluyuz. İşaretlerini şöyle özetliyor: Örgütlü sistemlerin yokluğu, her türlü merkezin kayboluşu, kaygan ve silik dayanışmaların ortaya çıkışı, belirsizlik, rastlantı, bulanıklık, her türlü otoritenin dışında sayıları giderek artan "gri alanlar"ın gelişimi. Aklın, uzun zamandan beri kaybolduğu sanılan ilkel ideolojilerin ve boş inançların yararına silinip yok oluşu. Krizlerin, sarsıntıların ve spazmların sanki günlük yaşamımızın dekorları gibi geri gelişi… Ne kadar tanıdık ve ne kadar bugüne ait şeyler değil mi?

Bir de şu var, incelemek üzere karanlığa ışık tuttun mu karanlık alacakaranlığa dönüşür. Ortaçağ’ın karanlığının dağılmasının tek sebebidir bu. Karşı devrim Hamit’i de Vahdettin’i de aydınlatır, bugünün kahramanları olarak dizleri üzerinde doğrultur. Bugünün tiplerine baksanıza, Hamit veya Vahdettin onlardan ne daha cahil, ne daha korkak, ne daha hain, ne daha uşak. Hatta hukuksuzlukta, ölçüsüzlükte, çalıp çırpmada, uşaklıkta bugünkülerin ellerine su bile dökemezler.

***

Vahdettin’e “İngiliz uşağı” dememeliymişiz. Deriz. Hamit de sıradan bir borsa simsarıdır gerçekte, çöken bir imparatorluğun en tuhaf tiplerinden biridir. Fakat bugüne bakınca bu ithamlar pek masum görünmektedir. Hamit, düştükten sonra bir zavallıya dönüşmüştü. İngiliz gemisiyle sıvışmış olmasına rağmen Ortaylı’nın dediği gibi Vahdettin Cumhuriyet aleyhine beyanda bulunmamış, akıbetini sessiz sedasız kabul etmişti.

Ama bunlara karşı, Kadir Mısırlıoğlu adlı İslamcı bir yazar 10 Kasım nedeniyle paylaştığı bir mesajda “10 Kasım’da saat 09.05’te kenefe gidin” diye yazabilmiştir. Sonra nevzuhur sarayda ağırlanmış, hürmet görmüştür. Ardından Vahdettin’e rahmet okuturcasına, Kurtuluş Savaşı’nı kastederek “Keşke Yunan galip gelseydi" diyebilmiştir.

Fesli Kadir’e çıktı adı, ciddiye alıyor değiliz. Ama başından fesi eksik etmemesinin nedeni bu tuhaf başlığı Osmanlı sanmasından. Oysa Mehmet Ali Paşa Mısır Ordusunda reform yapmak için icat etmişti fesi. Biz Mehmet Ali’den öğrendik, alıp benimsedik. Tarihimizdeki ilk yeniliklerden biridir. Zamanın Fesli Kadirleri fesi “gâvur icadı” sayıp başkaldırmıştı giymemek için. Zamanımızın Fesli Kadiri Müslümanlığın işareti sayıyor, cehaletleri kinleri ile yarışıyor.

Dönüyoruz başa; Vahdettin İngiliz uşağıydı, bunda sorun yok. Sorun Vahdettin’in İngiliz uşağı sayıldığı yerde bunların ne sayılacağında.

***

Şaka değil, Büyük Fransız Devriminin gerçekleştiği topraklarda Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Nazi işgali sırasında kurulan kukla hükümetin başına geçen Mareşal Philippe Petain'i kahraman ilan etti. Kim bu Petain? 70 bin direnişçiyi ve Yahudi’yi toplama kamplarına gönderen Nazi uşağı. Uşaklığı tescilli de üstelik. Bu suçları nedeniyle vatana ihanetten ölüme mahkûm edilmiş çünkü.

Kapitalizmin karanlığındayız. Demokrasi iddiası çöktü, Cumhuriyet ve laiklik silindi, Aydınlanmadan eser kalmadı geride. Bu, Fransız Devrimi ile taçlanan parlak “Burjuva Devrimleri” döneminin hazin sonudur. Burjuvazi artık gerici ve karşı devrimcidir. Bütün insanlığı bir yeni Ortaçağın karanlığına itmiştir. Karanlıkta yaşayanlarla ölüler birbirine karışmakta, bütün eski kahramanları mezarlarından çıkıp doğrulmakta, yaşayanların kanını emen zombiler olarak aramıza katılmaktadır.

***

Vahdettin’e “İngiliz uşağı” dememeliymişiz. Gericilere ne deyip demeyeceğimizi Said Mollalara, İlber Ortaylılara soracak değiliz. Fakat aramıza katılan zombilere sıfat bulmakta çaresiziz.

Bize yeni bir devrim gerek şimdi. Sadece insanlığı içine düşürüldüğü karanlıktan çekip çıkarmak için değil, aramızdaki zombileri mezarlarına gönderip ruhlarını özgürleştirmek için!