Hoparlör Ali’nin kutsal aleti

Hoparlör, elektriksel ses sinyallerini onunla uyumlu bir sese dönüştürebilen bir alet olan elektro akustik bir dönüştürücü. Tarifi böyle. İlk hoparlörler 19. yüzyılın sonunda telefon sistemlerinin geliştirilmesi sırasında icat edilmiş. Johann Philipp Reis 1861 yılında telefonuna elektrikle çalışan bir hoparlör eklemiş. Alexander Graham Bell kendi geliştirdiği elektrik hoparlörünün patentini almış 1876’da. Ernst Siemens bir yıl sonra Bell'in sistemini biraz daha geliştirmiş. Thomas Edison, silindir şeklinde gramofonlar üzerinde sıkıştırılmış havanın bir ses yükselticisi olarak kullanılması ile çalışan bir yöntemin patentini almış. 

Günümüzde kullanılan hali, 1925’te Edward W. Kellogg ve Chester W. Rice tarafından icat edilmiş olan dinamik hoparlörün uzantısı. Tekniğini bilmem, sonuçta aletin sesi yükselttiğini biliyorum. Görüldüğü gibi mucitleri arasında bir tek Müslüman yok, hepsi “gâvur”!

Hoparlör kelimesi de Fransızcadan miras. Cumhuriyet’in ilanından sonraya denk düşüyor bize kalması. Çünkü Osmanlı hoparlör teknolojisine gerek duymamış. Duyulabilen tek ses sarayınki, ne gerek duyacak? Aslı “haut – parleur”; “yüksek konuşur” veya “yüksek söyler” gibi bir şey. İcat edildiği yıllarda daha çok kitlesel halk hareketlerine “gaz” vermek için kullanılmış. Halkın elinde kışkırtıcı bir icada dönüşmüş sizin anlayacağınız. Adolf Hitler gibi karanlık tiplerin de kullanmışlığı var. Bu sebeple bir süre Almanya’ya Avrupa’nın diğer ülkelerinden hoparlör satışının yasaklandığı vaki. Alet bu, kim kullanıyorsa ona hizmet eder sonuçta. Kimin eline geçeceğini, o ellerde neye hizmet edeceğini bilmek gerek.

Pilli versiyonları hâlâ mitinglerin vazgeçilmezi. Elektriklileri ise süngüye dönüştürülmüş minarelerden beş vakit cemi cümlemizi elektriklendirmeye devam ediyor. Haliyle kutsal bir eşyaya dönüşmek üzere. Rahatsız olamıyoruz, şikâyet edemiyoruz, sesinin kısılmasını isteyemiyoruz. Çünkü kendini dinin sahibi sanan Hoparlör Ali ve adamları kızıyor!

***

Özdemir İnce, DİB Yönetmeliğinin 21. maddesine atıfla bulunarak modern bir puta dönüşmekte olan bu hoparlör meselesini yazmış 2009’da. O yazıdan aktarayım:

"MADDE 21- (1) Başkanlığımız mevzuatına göre minarelerde bulunan hoparlörlerden yalnızca ezan ve sala okunması gerekmektedir. Bazı yerlerde cami içerisinde icra edilen vaaz, mevlit ve benzeri diğer dini programların minarede bulunan hoparlörlerden yayınlandığı, bu durumun da hoşnutsuzluğa ve şikâyetlere sebep olduğu, Başkanlığımıza intikal eden bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu sebeple;

a) Cami içinde yapılan vaaz, mevlit ve benzeri programlar, minare hoparlörlerinden yayınlanmayacaktır. 

b) İbadet esnasında cami içindeki ses cihazlarının sabah, akşam ve yatsı gibi cemaatin az olduğu vakitlerde kullanılmaması ve yalın sesle iktifa edilmesi, ayrıca diğer vakitlerde kulağı rahatsız etmeyecek ve huşu içinde dinlenmesine imkân verecek şekilde ses ayarının yapılması sağlanacaktır.

c) Hoparlörlerin ses düzeninin, ezanın çevrede duyulmasını sağlayacak fakat yakın komşuları da rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması temin edilecektir."

Yani? Bugün her ne kadar kutsal bir alet gibi gösterilmeye çalışılsa da nasıl kullanılacağının bir yönetmeliği var. Yönetmeliğe bağlıysa düğmesi, demek ki öyle sanılsa bile kutsal bir alet değil elimizdeki. Dedik ya, gâvur icadı zaten, mümkünatı yok!

Ama hakkını verelim, 2010’daki 12 Eylül referandumu ve 2016’daki 15 Temmuz şeyi ile birlikte hak, hukuk, yasa, yönetmelik her şey hükmünü yitirdi. Her cami bir cemaatin küçük derebeyliğine dönüştü. Bu derebeyleri de hoparlör çatlatılınca daha fazla sevap kazandığını sanıyor. Artık kural yok. Sadece en yüksek perdeden ses çıkaran Hoparlör Ali’nin kutsal aleti var. O nedenle ha bire kulağımıza sokup çıkarıyorlar!

***

Biz “dinsiz laiklerin” itiraz hakkı yok ama haktan görünen İslamcıların sızlanması serbest. Geçenlerde ölüp tanrısının rahmetine kavuşan Mehmet Şevket Eygi bunlardan biriydi. Yakınıp durdu ömrü boyunca. Belli ki o da aletin tacizi nedeniyle uyku sorunu çekmekteydi…  “Ezanın avaz avaz bağırarak okunmaması gerektiğini" savunarak “Cami ve minare hoparlörleri fetiş hâline geldi” dedi bir yazısında. “Ezan düşmanı” ilan ettiler haliyle. "Bana 'Ezan düşmanı' diyecek densizlere hakkımı helâl etmiyorum" dedi o da. Hakkı vardı demek! Şöyle devam etti sonra: 

Süleymaniye camiinin karşısındaki Beydağı Lokantasına gitmiştim. Yemeği bitirdim, sohbet ediyordum ki, yatsı ezanı okunmaya başladı. Mübalâğa etmiyorum, hoparlörler 110 desibel şiddetinde bağırıyordu. Küçük masanın karşısındakilere sesimi duyuramıyordum. Oradakilerden biri kapıyı kapattı da… Süleymaniye camiinin ses düzenini İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı ayarlamış. Böyle ayarlama olur mu? Kanunlar, 65 desibelden yüksek sesin gürültü olduğunu beyan ediyor.”

Biz söylesek “kâfir” ilan ederler. Tescilli Müslümanlar kapıyı kapatmışlar da öyle kurtulmuşlar Hoparlör Ali’nin kutsal aletinin tasallutundan. Düşünün, Müslüman bir kez maruz kalmış aletin tecavüzüne, bu tepkiyi vermiş. Bizde kesintisiz beş vakit!

Söyleyenin yalancısıyız, demek ki Süleymaniye’de duyulan şey ezan değil, gâvur icadıyla yükseltilmiş sıradan bir gürültüdür. 

Diyor ki yazısının sonunda hazret, “Hoparlör fetişizmi ve statüsü bedeviliktir. Cahilliktir.” Biz o kadarını diyemiyoruz, çünkü başımıza gelecekleri kestiremiyoruz. Şimdilik Mehmet Şevket Eygi’ye katılarak durumu idare ediyoruz! Ne diyorsa doğrudur. 

Bu hoparlör aşkı uğruna Süleymaniye’nin akustiğinin bozulduğu da basına haber olmuştu vaktiyle. Borular, kablolar, anlamsız onarımlar derken bildiğiniz “lazgotik” mimari eserlerden birine dönüşmüştü cami. Mimar Sinan’a saygı göstermemişler, senin kulağına sokulan alete mi aldıracaklar? Açıyorlar düğmesini sonuna kadar, hopla dur. 

***

Hatırlıyorum; havuzda mukim Star gazetesinin yazarı Cemal Aydın, "Nereye gittiniz, ey ruhları arıtan o ezan" başlıklı bir yazı yazmış, zamanın Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'e seslenerek, "hoparlör zulmünü durdurun" demişti. 2015 yılıydı. Şöyle diyordu. “Ezanların hoparlörlerle okunmadığı eski İstanbul’da ezan sesi sayesinde Müslüman olanlar olurdu. Şimdilerde ise turistler hoparlör yüzünden kulaklarını tıkıyorlar! Camilerde cemaate hoparlörlerle işkence ediliyor! İnsan sesine ve mabet sükûnetine hasret kaldık! Sayın Diyanet İşleri Başkanı, hoparlör zulmünü durdurun!” 

Yazar, “Son yıllarda oteller yabancı müşteriler ezan sesinden daha az rahatsız olsunlar diye pencerelerine çift cam yerine, üçlü cam yaptırıyormuş. Camiyle burun buruna bazı bina sahipleri de aynısı yaptırıyormuş” diye devam ediyor ki şahidiyim, kesinlikle doğrudur. İnsanın, onca gâvurun kafa kafaya verip bu aleti bizi taciz etmek için icat ettiğine ve Ali’nin eline tutuşturduğuna inanası geliyor! 

Müslüman Star yazarı -vallahi cümlenin gelişi böyle- kutsal aletle yapılan şeyin “Bedevi âdeti” olduğunu söyleyerek bitiriyor yazısını. Demek ki -Eygi’nin yazısını da hesaba katarak yazıyorum- gürültülü bir Bedevi âdeti ile karşı karşıyayız...

***

Bugünün meselesi değil yalnız. Yıl 2001. Gazeteler 1995'ten beri uygulamaya konulan ve pilot bölge olarak Zonguldak ve Burdur'da hayata geçirilen hoparlörsüz ezanın İstanbul’un Fatih ilçesinde de uygulamaya koyulduğunu haber veriyor. Buna göre ilçedeki 110 camiden 65'inde ezanın hoparlörsüz okunmasına geçilmiş. Amaç birbirine yakın cami ve mescitlerde kullanılan hoparlörlerin sesinin birbirine karışıp ses kirliliği yaratmaması. 

Ezanın aletsiz okunmasına en sert tepki Akit gazetesinden gelmiş tahmin edebileceğiniz gibi. Akit “Ezana Yasak” manşetiyle duyurmuş uygulamayı. Ekürisi Yeni Şafak gazetesi ise “Ezanımı İstiyorum” kampanyası ile katılmış Akit korosuna. Her şey ortada. İstedikleri ezan değil, Hoparlör Ali’nin kutsal aletidir!

***

Şom ağızlılık yapmış gibi olmayayım; İran olur muyuz diye korkuyorduk ya 10-15 yıl önce. Rahat olun, olmayız, olamayız. Misal, İran’da hoparlör yasak. İran'ın 15 milyonluk başkenti Tahran'da göze çarpan sadece 3-4 cami var. Yani ülkede ezan sesi duymak mümkün değil. Çünkü hoparlörle ezan okumak yasak. İran halkı, “çok fazla gürültü oluyor, rahatsızlık veriyor” deyince bu uygulamaya gidilmiş. Ezan çıplak sesle okunuyor ve haliyle az duyuluyor. Ama evet, şeriat var İran’da. Bunlara bakınca “öyle şeriata can kurban” diyesi geliyor insanın!

***

Sadede gelelim. Hoparlör Ali’nin kutsal aletinin esirleriyiz hepimiz. Bütün kutsalları kirlettiklerinden, gâvur icadı kutsal bir aletle kaldık baş başa. Sokup çıkarıyorlar beş vakit kulağımıza. İtiraz etsek, din düşmanıyız… 

Müezzin aç sesi aç, müslümanlar duymuyor!