Düzenbaz düzeni

2001 yılıydı. Tayyip Erdoğan ve Kemal Derviş gibi isimler parti kurma faaliyeti içindeydi. Koç Holding patronu Rahmi Koç’a siyasetteki yeni oluşumları sordular. Onun için denklem basitti, siyaset para işiydi. Tayyip Erdoğan'ın başını çektiği oluşumun 1 milyar Doları olduğunu iddia etti o söyleşisinde, ‘‘Nasıl biriktirmişlerse, onun mali bir derdi olacağını zannetmiyorum’’ dedi. Geleceğinin parlak olduğunu hissetmişti ama Erdoğan'ın kendisini yenilediğine inanmadığından mesafeliydi.

Koç o tarihlerde Kemal Derviş’in başını çektiği oluşumu beğeniyordu ama dediğine göre onun da tıpkı Tayyip Erdoğan gibi paralı bir kapı bulması gerekti. Şöyle bağladı sözlerini: ‘‘Politik ayak oyunlarını, manevraları, Bizans oyunlarını iyi bilmek lazım, politikada bir şey yapmak için. Yoksa adamı öyle bir harcarlar ki, nereden geldiğini anlayamazsın.’’ Burjuvazimizin siyasal pratiğinin özeti budur.

Aradan uzun zaman geçti. Koç ailesi küçümseyerek baktığı o belediye reisinin hırsının ne kadar büyük olduğunu anladı. Onlar bir adım attı, reis iki adım. Sonra can ciğer kuzu sarması oldular. Birkaç ay önce çıktı patronlara baka baka dedi ki, “OHAL'i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde Türkiye'de OHAL vardı ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifade ederek anında müdahale ediyoruz. Çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız. Bunun için kullanıyoruz biz OHAL'i.”

Çok doğru Erdoğan’ın söyledikleri. Misal, Koç Holding OHAL şartlarında kârını yüzde 54.4 artarak 1.42 milyar liraya yükselti. Sabancı Holding'in net kârı yüzde 11 artışla 790.2 milyon lira oldu. Koçlar, Sabancılar şimdi AKP’yi ve liderini pek beğeniyorlar, hatta bayılıyorlar. Çünkü OHAL koşullarında servetlerini attırdılar. Zaten OHAL’den önceki olağan haller de de durum aynıydı. Haliyle unuttular 1 milyar Doları falan. Lafı mı olur, kaldırdıkları paranın yanında…

Şimdi ekonomi büyüdü, şişti, o günler çok gerilerde kaldı. Sadece bir İranlı apalak oğlanın Türkiye’de dağıttığını söylediği rüşvet miktarı 8,5 milyar Dolar. Kıyı bankalarındaki hesap numaraları, korsan adalarına yüklü havalelerin dekontları havalarda uçuşuyor. Ne Koç’ta ses var ne Sabancı’da seda.

***

İçinde debelenip durdukları kapitalist sistem de insanlık tarihindeki bir boş sedadır, İnsanları bütün bağımlılıklarından kurtarıp özgürleştirme iddiasıyla geldi. Yeryüzüne bir hoş seda olarak yankılandı. Sonra, insanları kötü yola düşürmek için özgürleştirdiği anlaşıldı. Özgürleştirdiği köylüleri şehirlere sürüp zorla işçi yaptı. Örtük açlık tehdidiyle çalışmaya zorladı. Hala aynı şeyi yapıyor, çalışmayan aç kalır ilkesi uyarınca iş görüyor.

Fakat deniz bitti, artık çalışmayan kadar çalışan da aç kalıyor. Çünkü düzenin kar hırsı doyurulabilir gibi değil. Yeryüzünü yağmaladılar, insanlığı büyük bir yıkımın eşiğine getirdiler. Hepimizi hala o kısa hoş sedaya kulak kabartmaya davet ediyorlar utanmadan.

Bitti gelin görün ki, sesi içine kaçtı düzenin. “Serbest piyasa”nın bir boş masaldan ibaret olduğu anlaşıldı. Artık onun yerine “katiller kapitalizmi”nden”, “kumarhane kapitalizmi”nden söz ediliyor. Kapitalist kâr mekanizmasının en gelişmiş hali uyuşturucu ticareti ve savaş. Çünkü en az çabayla en fazla karı elde etmek orada, o şartlarda mümkün oluyor. Sonuç ortada; Bir avuç sülüğün harcayamayacak kadar çok parası var. Onun dışında kalan milyarlarca insanın kuru ekmek alacak parası yok.

Sülükler mutlaka başka sülükleri buluyor. Adına “demokrasi” dedikleri şu pespayeliğe baksanıza. Sülükler sülükleri seçiyor, sülükler kendilerini seçen sülükler için yapıyor ne yapıyorsa. Birleşip yoksul halkın kanını emiyorlar hep birlikte.

***

17 Aralık’a kadar kurdukları sistem tıkır tıkır işliyordu. Kayıkçı kavgası bozdu her şeyi. Yaptıkları yolsuzlukları bir silah olarak birbirlerine doğrultunca patladı düzenin lağım çukuru. Onların icadı değil ama bu çürüme. Devraldıkları çukuru genişlettiler sadece, tabana yaydılar. Şehri, ülkeyi yağmalamak için büyük bir şebeke oluşturdular. Sonunda su da çürüdü.

Süleyman Demirel’in yakını Yahya Demirel‘in adıyla anılan “sunta” yolsuzluğunu hatırlayan var mı? Mobilya diye sunta ihraç etmiş, vergi iadesiyle zengin olmuştu hazret. “Hayali ihracat” lakırdısı öyle girdi literatürümüze. Demokrat Partili Mıgırdiç Şellefyan’ı, teneke yolsuzluğunu kim hatırlıyor. Lockheed yolsuzluğu aradan geçen onca zamana rağmen hala muamma. Zamanın Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya’nın istifası ve yargılanması dışında fire vermedi sistem. O da kısa zamanda beraat etti zaten. Alpkaya’ya verildiği iddia edilen rüşvet 30 bin Dolardı. Ayrıca birkaç ülkede dağıtıldığı söylenen rüşvetin toplamı 24 milyon Dolar civarındaydı.

Emlakbank, Türkbank ve Civangate skandallarının dumanı hala tütüyor. Merkez sağın çökmesine neden olarak bugünün şekillenmesinde önemli roller oynadılar. Tansu Çiller’in “çıkın”ı akıllarda ama izah edilemeyen para 2 milyon Dolar kadardı. Erbakan’ın ve tilmizlerine açılan “Kayıp Trilyon” davası bile TL cinsinden olduğu için öyle şişkindi. Altı sıfır atılınca devede kulak bile değildir. AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli'nin yaptığı iddia edilen “iş takibi”nin karşılığı 1 milyon Dolarcıktı.

Dünyadaki örneklerde de rakamlar kapitalizmin ölçülerine göre makuldür. En yüksek rakamlı olanlardan biri 2008’de Siemens firmasının Arjantin Devlet Yetkililerine dağıttığı rüşvettir ve 1,6 milyar Dolar civarındadır. ABD’li Haliburton’un Nijerya’da dağıttığı rüşvet 579 milyar Dolar’dır. Hollanda aynı pazara 240 milyon Dolar gibi gayet mütevazı bir rakamla girmişti. Bu rüşvetler karşılığında altyapı inşaat ihalelerini almayı umuyorlardı. Alman Daimler AG 22 ülkenin yetkililerine 195 Milyon Dolar dağıtmıştı. Fransız Alcatel-Lucent Kosta Rika, Honduras, Tayvan, Malezya yetkililerine 137 milyon Dolar, İsviçreli Panalpina World Transport Angola, Azerbeycan, Brezilya, Kazakistan, Nijerya, Rusya ve Türkmenistan yetkililerine 76 Milyon Dolar dağıtmıştı.

Bizde telaffuz edilen rakamlara bakın bir de. Bütün sınırlamalarından kurtulmuş, arınmış, pür kapitalizmle karşı karşıyayız biz. Devleti soyup soğanı çevirmişler. Yetmemiş İran’ın petrolüne, gazına el atmışlar. Her şehirde, her meydanda, her sokakta yıkılan yapılanda rüşvet var, komisyon var. Yaptıkları her köprü yolsuzluğa, rüşvete, talana açılıyor. Kıyılar yağmalanıyor, ülkenin havası, suyu, yaylası, ağacı, börtü böceği onlar için sadece kâr getiren bir kapı. Bütün insani niteliklerden arınmış saf kapitalizmdir bu.

***

Yetti mi? Yetmedi. Daha geride Rıza Sarraf var, Bebek Zencani var. Zencani, bir buçuk ton altının İstanbul’da uçakta yakalandığında rüşvet vererek uçağı nasıl havalandırdığını açık açık anlattı mesela. İşini kolaylaştırmak için bir hava yolu şirketini satın aldığını da. Yakalandı, yediği haltlar bir bir ortaya çıktı. İran basınına göre Babek Zencani’nin İran’dan çaldığı paranın büyük bir kısmı Türkiye’de. Öyle bir kirli paradan söz ediyoruz ki dudak uçuklatır. Zencani’nin verdiği bilgiye göre günde 2 milyon varil petrol satılıyordu bu karanlık pazarda. Yıllık 80-90 milyar Dolar miktarında para el değiştiriyordu. Kendi payı yüzde 2’ydi. Yüzde 20-25’lik kısmı "aklanma komisyonu" olarak dağıtılıyordu. Komisyonun yüzde 5’i Dubai’de, yüzde 5’i ise Türkiye’de dağıtılmıştı. İşte size 8,5 milyar Dolar’ın hesabı.

Bir de kayıp, izi bulanamayan 20 milyar Dolar var. İddialar o ki bu paranın bir kısmı Suriye’nin çökertilmesi için kullanıldı. İki milyar Doları İran tarafından Suriye’de savaşan Şii milislere ve Hizbullah’a gönderildi. Bir milyar Doları Türkiye tarafından El Nusra’ya, Ahrar ül Şam’a verildi. Bir milyar Dolara yakını da Dubai üstünden IŞİD’e gitti. Suriye’deki savaşın tüm taraflarının aynı kara para ile finanse edildiği ortaya çıktı böylece.

Dilimizde “düzenbaz” diye bir sözcük var. “Düzen”i Türkçedir, “bâz” Farsçanın yadigârıdır ve sanki bugün için icat edilmiştir.

***

İslam mislam, ılımlısı radikali derken geldik buralara. Cumhuriyeti düşük ve laikliği silik tuhaf bir canavar yarattılar az zamanda. Katiller kapitalizmi nerede başlıyor, kumarhane kapitalizmi nerede bitiyor belli değil. Kara paralar, kayıt dışı hesaplar, milyar Dolarlar havada uçuşuyor. Aralarında bir kol saatine, bir piyanoya tamah edenler de var, ayakkabı kutusu ile idare edenler de. Ama hep olduğu gibi pastadan asıl payı alanlar perdenin gerisinde.

Biz bunları konuşurken asgari ücret pazarlığı yapılıyordu yukarılarda bir yerde. O pazarlıkta konuşan AKP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sarıeroğlu, "İşçi ve işverenden fedakârlık bekliyoruz" dedi. Fedakârlık dediği işçiye verdiği 1.400 liranın üzerine ilave edeceği üç otuz para.

Diyoruz ki ısrarla, bu kader değişmek zorunda, bu kaderi değiştireceğiz. “Ne zaman peki” diye soracaksınız biliyorum. Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman. Bir şafak vakti karanlığın kenarından aydınlık yüzünü gösterdiğinde. Bu alçak düzenin mağdurları birleştiğinde…