Hedefim üç büyüklerde oynamak

Mahir Ünal Eriş'in “Hedefim üç büyüklere oynamak” başlıklı köşe yazısı 5 Aralık 2012 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İki haftadır dörder yiyip, averaj takımına dönmüş, gücünü ancak kupa maçlarında karşılaştığı beşinci, sekizinci lig takımlarına gösterebilen bir takımın ona aşık ve mahzun taraftarı olarak bu hafta kederimden bencilce davranmamı hoşgörürsünüz diye kabul ederek başlıyorum. Bu hafta biraz bizimkilerden bahsedeceğim.

3+1+1 büyüklerden herhangi birini tutmuyorsanız, yalnızca taraftar olarak değil futbol seyircisi olarak da hayat sizin için zordur. Çünkü sizin seyrettiğiniz maçlarda bir hakem hatası varsa o çok büyük ihtimalle sizinkilere karşı yapılacaktır. Her biri birer holding olan takımların futbolcularına el sürmek büyük müeyyidelere maruz kalırken aynı pozisyonun belki de onda biri şiddette bir hatasında sizin futbolcunuz maçın geri kalanını saha kenarından seyretmeye gönderilir. Sizin sahanızdaki tribünleri, turist dolandırmayı iş bilen esnaf iştahıyla o takımların taraftarlarına verirler, onlar da bu iyi niyeti, sizin şehrinizde size küfürler ederek mukabelesiz bırakmazlar. Bunlar zaten hep bilinen, hep konuşulan şeyler.

Bir de başka hesaplar var tabii. Her biri bu sektörün alınıp satılabilir değerleri olan futbolcularla ilgili kapalı kapalı kapılar ardında dönen hesaplar ve sizden başka kimsenin takıma asli bir aidiyeti olmadığına inandıran pazarlıklar. Bir ara daha yaygındı, şimdilerde taşra takımı taraftarlığı kendine medyada daha özgürce yer bulabilmeye başladığı için pek yapılmıyor. Sezonun ilk yarısı taşra takımında yıldızı parlayan genç ve gelecek vaadeden topçu, kendine uzatılan mikrofona, teybe, kameraya “Evet, ben de çok istiyorum zaten büyük kulüplerden birine gitmeyi. Amacım onlardan birinde oynamak” derdi. “Çekip alın beni bu taşra hayatından, mağlup olunca çarşıya pazara çıkmayı gözüm kesmiyor hem ne mekanı var ne ortamı, kurtarın beni!” dercesine bakardı holding takımların simsarlarının gözünün içine içine.

Benzer bir örnek geçen sene de Gençlerbirliği’nde yaşandı. Gençler’in milli futbolcusu Soner Aydoğdu sezon sonuna doğru dergilere, televizyonlara röportajlar vermeye başladı. “Ben zaten Alex’e çok hayranım. Keşke benim abim olsa, bizde kalsa. Zaten bence en büyük Fenerbahçe olabilir, yok yok kesin öyle gibi...” falan filan. Sezon ortasında Fenerbahçe başta olmak üzere 3 büyütülmüşlerin Soner’e olan ilgisi yankılanmaya başlamıştı. Soner de bir fanusta yaşamadığı için hepsinden haberdardı. Şişti, şişti ve tam da kendine olan ilginin iyice yükseldiği vakitlerden itibaren performansında kayda değer bir düşüş ve sahada bir huzursuzluk başladı. Nitekim Soner amacına ulaştı. Alex abisine değil de evrene gönderdiği mesajlar karşılığını buldu ve Soner şimdi Trabzonspor’da. Yine aynı şekilde şişirilip şişrilip maçtan sonra takım otobüsüne binmeyip, üç gün sonra Trabzonspor’la anlaştığını gazetelerden okuduğumuz Yasin Öztekin’e hiç girmiyorum bile.

Geçen seneden devam edelim. Ankaragücü, “saçılmış bir nar gibi” ortalığa dağıldığında kapışılan futbolcularından biri epeyce meşgul etti futbol gündemini. Adı Turgut Doğan Şahin. Fenerbahçe alıyor, Galatasaray alacak, yok Galatasaray vazgeçecek gibi olmuş derken Şahin, soluğu Antep’te aldı. Hala da orada. Futbolunun şıklığı, oyun bilgi ve yeteneğinin yüksekliği ile tek satır yazı okumadım. Forma bulabilirse seyrediyorum, pek de alkışlanacak bir tarafı yok. Yediler çocuğu. Yine benzer bir hikayeyle hatırladığımız Yiğit Gökoğlan vakası var. Bir de hâlâ iç edilememiş Eskişehirsporlu Apler Potuk. Onu da şişire şişire patlatmalarını bekliyoruz, alıştık.

Tamam, düzeni anlıyoruz. Bütün bu çocuklar, o takımlarda oynasınlar diye futbola başlıyorlar. Yükselebilenleri (ki bu deyimin kendisi bile hasarlı) “başarmış” sayılıyorlar. Menajerleri olan babaları, “bizim oğlanı görüyor musun?” diye böbürleniyorlar. Başımız üstüne.

Madem öyle, kabul edelim. Ama karşısında oynayacağın takımın başkanıyla, az sonra sahaya çıkacak futbolcun üzerinden pazarlık yapıyorsan orada bir sıkıntı var demektir. Aykut’un da Henrique’nin de sahaya çıkacağı bir maçtan önce buluşup, “Yahu başkan, al Aykut’u ver Henrique’yi” diye becayişe oturuyorsa o maçta ne Aykut’un oynadığı oyundan hayır beklenir ne Henrique’nin.

Kendimizi parçalamaya devam edelim. Yapacağımız bundan daha fazlası değil.

Piyasada dönen hesapların astronomik büyüklüğü karşısında taraftarın aldığı maç bileti, lisanslı atkı, forma devede kulak bile değil, sinek. Sizi üzmek, canınızı sıkmak istemem ama bu kadar büyük bir ekonomi dönüyorken, “yayıncı kuruluş” diye bir şey futbol dünyası üstünde tüm ilahi kudretiyle dikiliyorken küçük takım, taşra takımı taraftarlı iyi niyetli bir futbol romantizminden başka bir şey olmayacak. Buna razı gelemiyorsanız 3+1+1 büyükleri öneririm. En azından şampiyon oluyorlar, yaptıkları mübah sayılabiliyor.

[email protected]