İnsan yaşlandıkça hep anı anlatsın istiyor

Mahir Ünsal Eriş'in “İnsan yaşlandıkça hep anı anlatsın istiyor” başlıklı yazısı 06 Mart 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Oluyor mu, olacak mı derken, Beşiktaş’ta, “Hiç derbi galibiyeti yok” denen isimler için dilenen oldu. Evyahlar olsun, gitti, gidiyor derken Beşiktaş, “İnönü Stadı’nı kapattığı” derbinin galibi olmayı son anda başardı. Hayırlı uğurlu olsun, ne denir. Ama doksanıncı dakikayı üç dakika geçmişken, bütün gözler hakemin düdüğündeyken gelen golle kazanılan galibiyet, futbolu takip eden izleyicinin aklına o günü getirdi.

Ben de onu hatırladım, onu anlatacağım.

Sene 2005, aylardan Nisan. Memlekete gittim, 23 Nisan tatiliyle birleştirip. Arkadaşlarımın hepsi Beşiktaşlı. Ben değilim, Gençlerbirlikliyim evelallah, Çekoslovakyalılaştıramadıklarından biriyim. “Akşama maç var!” Bulduk bir yer oturduk, kahve gibi bar gibi kocaman bir salon. Seyircileri Fenerliler-Beşiktaşlılar diye ayırmamışlar. Maç başlayınca ak koyun, kara koyun meydâne çıktı tabii. Bir tek arkamızdaki masa Beşiktaşlı, salonun kalanı silme Fenerbahçe.

İlk golü Beşiktaş attı. Bizim çocuklar, bir anda arka masayla kaynaştılar, sarıldılar ettiler. Keyifler yerinde. Tezahüratlara salonun ezici çoğunluğunu oluşturan Fenerlilerin homurtusu eşlik etti bir süre. Derken, o zamanlar Beşiktaşlı olan Tümer’in şahane golüne bir on dakika kadar sonra Luciano karşılık verdi. Alex’in ceza sahasının içine yaptığı enfes orta altıpasın içinden sekip seri bir rövaşataya dönüşünce, Beşiktaş golü yedi. Durum 1-1. Fenerliler kalabalık. Salonun camları zangırdadı gol sevinçleriyle. Bina durduğu yerde titredi. Gürültülü tezahüratlar, onların uğultusunda ezilen Beşiktaşlı mırıltıları…

Şimdinin deyimiyle söyleyeyim, birbirinden “jeneriklik” gollerle süslendi bütün bir maç. Bir onlar attı bir öbürü derken acayip şeyler olmaya başladı. Önce hakem, hala konuşulan bir pozisyon için düdük çalıp Fenerbahçe lehine penaltı verdi. Penaltı atılana kadar itirazını sürdüren Cordoba’ya da sabrı taşınca, kırmızı kartını kaldırdı. Salonun içinde sonsuz bir elektrik hani dışarıdan camına sinek konsa havaya uçacağız. Biri, birden bire “Böh!” diye bağırıverse, herkes sıçrayıp birbirini ısırmaya başlayacak.

Yapacak bir şey yok, değişiklik hakkı dolmuş. Pancu eldivenleri taktı, kendisine azıcık bolca gelen kaleci kazağını tersinden giydi, kaleye geçti. Yalnızca salon değil elbet, statta da gerilim sonda. Hani bir yayıncı kuruluş spikeri lafı var, “nefesler tutuldu” diye. Hep beraber o vaziyetteyiz. Kimseden gık çıkmıyor. Alex geldi, gözle seçilemeyen bir hıza ulaştırdığı topu ağlara kilitledi. Penaltıyı yiyen Pancu, yine o spikerin ağzıyla söyleyeyim, sonrasında “kalede devleşti” O günden sonra “Kadıköy Panteri” diye anılması bundandır. Fenerbahçe bastırdıkça Beşiktaş inat ediyordu. Beşiktaş kapandıkça, Fenerbahçe doldurdu. Yok, bir türlü olmadı.

Sonra birden, nerden ne oldu, nasıl olduysa, Beşiktaş uzun bir topla sağ kanada uzandı, Fenerbahçeliler yerleşemeden kaleyi yoklamaya başladı. Bir, iki derken üçüncü de onsekizin hemen önüne kadar gelen Koray Avcı’nın topa sağlamına abandığını gördüm.

Bir gürültü, bir şangırtı patladı. Aklın yakalayamayacağı bir hızla salon birbirine karıştı. Ne olduğunu tam çözemediğim bir insan bulutunun arasında dev ekranın insanların üstüne düşüşünü gördüm. Bağırtılar, çağırtılar, takımının rengine boyanmış galiz küfürler arasında büyük bir meydan savaşı koptu. Cam olan, ya da en azından bünyesinin bir yerinde azıcık da olsa cam bulunan her şeyin kırıldığını duyuyordum. Arada, sonradan kemik sesi olduğunu tecrübe edeceğim başka sıkıntılı sesler de yükseliyordu. Rus-Japon harbinde, arada kalmış bir Mançuryalı gibiydim.

O hengamenin içinden, nasıl çıktım bilmiyorum. Verilmiş sadakaya yordum. Her zaman gittiğimiz çay ocağına gidip beklemeye koyuldum. Arkadaşlarım birer-ikişer döküldüler. Her gelen, “Gol müymüş?” diye soruyordu, daha sokağın başından. Sayıca tamamlanıp gol olduğuna da ikna olduktan sonra gidip dikiş attırdık, pansuman yaptırdık lüzum gelenlerimize. Gülerek izledim çay ocağı kısmından sonrasını hep. Durup durup “Neyse ki golmüş” diyorlardı inleyerek.

Bu hafta buna benzer bir şey, en azından bu kez İnönü’de, olunca aklıma bu geldi benim. Siz bu hafta, Olcay Şahan 90+3 golünü attığında nerdeydiniz? Afiyetteydiniz inşallah.