Fransa'da basın toplantısı

Cumhurbaşkanı, geçen hafta Fransa'da bulunduğu esnada bir basın toplantısına katıldı. Bazı TV kanallarının da canlı olarak verdiği basın toplantısında cumhurbaşkanına sorulan sorular ve verilen yanıtlardan ikisi çok dikkatimi çekti ve beni çok rahatsız etti. Bugün, bu sorular ve verilen yanıtlar üzerinde kafamda oluşan konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sorulardan biri Cumhurbaşkanlığı Sarayı ile ilgili idi. Soruda, "matruşka bebekleri" gibi iç içe geçmiş konular vardı. Soruda, Pembe Köşk, Cumhuriyet'in kuruluş döneminin anısı olduğu belirtilerek mesaj verildikten sonra, yeni binanın büyüklüğü vs gibi tüm iltisaklı konulara değinildi. Sorulardan diğeri ise, İslâm dini ile ilgili olup, Sünnîlik de işin içine sokularak, doğrudan "İslâm dininin reforma ihtiyacı var mı?" şeklinde yöneltildi. Ben her iki sorunun da yüzeysel ifadesi altında, yerli basın mensuplarımızın sünepece sorularına taş çıkarırcasına, cumhurbaşkanının dış dünyaya yansıyan imajının sorgulanması ve bilinç dışının deşilmesi (mümkünse!) amacı taşıdığını düşünüyorum.

Birinci soru, cumhurbaşkanının Atatürk ve Cumhuriyet rejimini sorgulayıcı imalarının deşilmesine yönelikti, diye düşünüyorum. Cumhurbaşkanının kafasından ne geçer meselesi burada önemli değil. Önemli olan, Aralık ayında yaşanmış olağanüstü gizli ilişkiler ve onu izleyen hukuk skandallarına rağmen, cumhurbaşkanlığı makamına halk oyu ile getirilmiş bir kişinin, yabancı ülke medya mensubu tarafından böylesi ülkenin bir iç meselesi üzerinden sorgulanabiliyor olmasıdır. Açık uçlu bu sorgulamanın arka planında, salt cumhurbaşkanlığı oylamasında olumlu oy kullanan kitlenin mantık ve eğiliminin sorgulanmasının ötesinde, keşke öyle olsa idi, tüm ulusun sorgulanmasının yattığı çok açıktır. İkinci soru ise, sosyolojik açıdan olduğu kadar bireysel olarak da çok özel bir alan olan din alanı ile ilgilidir. Şöyle tasavvur edelim. ABD ya da Almanya devlet başkanına Türkiye'de basın toplantısında bir gazetecinin Hıristiyanlığın reforma ihtiyacı olup olmadığı konusundaki fikrini sorması biraz garip olmaz mı! Böyle bir soru karşısında ilgili devlet başkanları, konunun çok özel ve ihtisas alanı ile ilgili olduğu ve bu konuda alanın otoritelerinin söz hakkı olduğu, hele de laik bir ülkenin laik liderinin böyle bir konunun dışında kalması gerektiği şeklinde yanıt verir, daha doğrusu vermesi gerekmez mi idi!

Yabancı ülkelerdeki basın toplantılarının önemi, eskinin başbakanına şimdinin cumhurbaşkanına özgürce sorulabilen sorularla insan psikolojisinin derinliklerinin aydınlanabilmesine olanak sağlamasıdır. Bu tür ortamlarda ya da sorular karşısında bilinçte yay altına baskılanmış tüm duygu ve düşünceler, derhal dışarı çıkma dürtüsü ile, bir anda etrafa saçılabilir. Nitekim, kafasına yatmayan her soruya ters yanıt veren, hatta ilgiliyi kafasına göre aşağılayıcı ifadelerle tersleyen cumhurbaşkanı, bu sorulara tam bir psikolojik refleksle, kafasının derinliklerindeki yanıtı yapıştırdı. Örneğin, cumhurbaşkanlığı sarayı ile ilgili soruya, konunun öyle bir basın toplantısı ile ilgili olmayıp, Türkiye'nin iç meselesi olduğu şeklinde yanıtlamayıp, yeni Türkiye'nin büyüyen yüzü ve ihtiyaçlarının sonucu olduğu, Türkiye'nin bir imparatorluk devamı olduğu şeklinde yanıtlamaya çalışması da başka açıdan açıklamaya muhtaç bir davranış olsa gerek! Hele de, binanın mimarı tarzı ile gereksiz açıklamalarla, kafadaki geçmiş özleminin dış ilişkilerde yansıtılmaya çalışılan politik uygulamaları ve tökezlemeleri, hiç fark edilmeden ve algılanamadan bilgi olarak yabancı çevrelere gümüş tepsiyle sunulması çok ilginç idi!

İslâm dininde reforma ihtiyacı olup olmadığı ile ilgili, haddi ve toplantının amacını aşan ve ciddiyetten uzak soruya da cumhurbaşkanının yanıtı, tereddütsüz "hayır" oldu. Oysa, sair zamanlarda böylesi konuların ulemaya danışılması gerekir şeklinde yaklaşım yapan cumhurbaşkanının soruyu benimsemesi de laiklik anlayışı ile ilgili derin görüşünün (!) bir tür psikolojik yansıması idi.

Burada tartışmak istediğim konu, ustaca yöneltilmiş, belki de siyasi misyonla sorulmuş sorularla, derin hırs ve dürtülerle yüklenilen ihale doğrultusunda politika belirleyen ve toplumun bir kesimini diğerine karşı oldukça ustaca kullanabilen bir siyasinin saklayamayacağı ortam yaratılarak, kuyunun dibinde tutulan düşünce ve dürtülerin kazıyarak çıkartılmasıdır. Yansıtmak istediğim ve bu ülkenin bir vatandaşı olarak fevkalade rahatsızlık duyduğum mesele, din gibi teknik konudaki soru kadar, saray ile ilgili sorunun da, ilgisiz bir toplantıda, anayasasında laik olduğu belirtilen Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanına ilgisiz şekilde sorulması ve cumhurbaşkanının da soruyu ilgisiz olduğu gerekçesiyle reddetmeyip, yüklenerek yanıt vermeye kalkmasıdır. Böylece, din ve laiklik konusunda olduğu kadar, pohpohlanarak Büyük Ortadoğu Projesi eş başkanlığı örtüsü altında Osmanlıcılık gibi zamansal olarak ilgisiz olduğu kadar toplumu da derin bir batağa sürükleyecek tehlikeli bir konu üzerinde siyasilerin derin fikirleri ortaya saçılmış oldu. İşte, çok bilinçli psikolojik operasyon burada gerçekleştirilmiş ve bir anlamda maalesef, fakat belki de mutlu olalım ki, tam netice istihsal edilmiştir. Maalesef çünkü, salt cumhurbaşkanı değil, halkın seçtiği kişi olarak tüm ulus incinmiştir. Memnuniyetle çünkü, artık hepimizin kuşku duyduğu, zaman zaman tam netleşmeyen görüntü böylece sağlanmış oldu. Oldu da, bu görüntü ne işe yarar!

Bir ülke vatandaşlarının, akılcı olmayan, ülke çıkarı ve fazileti öne çıkarmayıp, salt kişisel çıkar ya da takım tutma saplantısı ile kullandığı oylar, öyle anlar oluyor ki, o ülkeyi de, o ülkenin başındaki siyasiyi de yad ellerinde, kendisi pek fark etmese de, oldukça zor durumda bırakabilmektedir. Bütün bu süreç salt bir kişiyi ilgilendirse fazla söz söylemeye gerek kalmaz, ama ne var ki, mesele bu hudutta durmayıp, ülkenin bağrına kadar işlemektedir!