İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım karşısında takınılan tavır bazı konuları netleştiriyor. Gezegeni kanlı pençesinde tuttuğunu düşünen emperyalist odaklarda  halklar ve devletler ayrışıyor.

Halklar ve devletler

Doktor G. Ebu Sitte bir estetik cerrah. Estetik cerrah deyince aklımıza hemen bilmem ne poposu, bilmem ne burnu yapıp satanlar gelmesin. Asıl uzmanlığı özellikle travma ve savaş nedeniyle  insan bedeninde, en çok da yüzünde meydana gelen zararları onarmak. Buna rekonstrüktif cerrahi deniyor.

Doktor Ebu Sitte Filistinli. Britanya vatandaşlığı da var. Tanıdığım bir çok onurlu doktor gibi sadece tıpla uğraşmıyor. Yaraları tedavi etmekle yetinmiyor, o yaraların hiç meydana gelmemesi için çaba harcıyor.

İsrail’in onyıllardır sürdürdüğü Filistin işgalinin soykırım aşamasına geçtiği Ekim ayından itibaren yaklaşık bir buçuk ay Gazze’de çalışmış. Geçtiğimiz günlerde Glasgow Üniversitesi rektörlüğüne de seçilen Dr. Ebu Sitte bir tıp çalışanı olarak alanda gördüklerini aktarıyor ve İsrail’in kıyma makinesinin fişinin çekilmesi için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Filistin’de yaşananları günü gününe takip etmeyenler için bilinen bir isim değil. Ya da değildi demek daha doğru olacak. Bu hafta milyonlarca kişi bu ismi öğrendi. İşlediği insanlık suçlarına yeni ortaklar arayan ve bu nedenle İsrail’in yok etme siyasetine koşulsuz destek veren Almanya sayesinde. Sosyal Demokratlar ve Yeşiller tarafından yönetilen Almanya Britanya pasaportu bulunan Dr. Ebu Sitte’nın gerçekleri anlatmasına engel olmak için Nisan ayında ülkeye giriş yasağı koydu. Giriş yasağının bütün Schengen bölgesini kapsadığı ise bu hafta ortaya çıktı. Fransa senatosunda yapılacak bir etkinliğe davet edilen Dr. Ebu Sitte bu gerekçeyle Fransa’ya sokulmadığı gibi gözaltına alındı ve telefonuna el konuldu.

7 Ekim’den beri bize Hamas’ı tartıştırıyorlar. Kimisi Kuvay-ı Milliye diye elma ile pırasayı benzetiyor, kimisi terörist deyip geçiyor. Bütün bir halkın 80 yıldır süren direnişini tek bir örgüte ciro etmek için elden ne gelirse yapılıyor. Ebu Sitte Hamas yandaşı değil. Üniversite direnişlerine katılanlar da. Faşist baskının hedef tahtasına oturtulmak için Hamas’a destek olmak gerekmiyor, insanlığın tarafında kalmak yetiyor.

ABD, Almanya, Fransa ve aynı kan çorbasına kaşık sallayan benzerleri aylardır, İsrail’i savunmak kisvesi altında ortak oldukları soykırım suçunu halklarından gizleyebilmek için büyük çaba harcıyorlar. Filistin bayrağı, bayrağın renkleri, kefiyesi, sloganları bizim hiç de yabancı olmadığımız bir hoyratlıkla yasaklanıyor, suç kapsamına alınıyor. Filistin konusunun tartışılacağı etkinlikler polis zoruyla etkileniyor, Alman polisi, Filistin yanlısı gösterilere, adeta Lezita patronuna sahip çıkan “yerli ve milli” kolluğun hırsıyla saldırıyor. Ancak nafile. Halkları kandırmak, nedense şimdilerde pörsümüş  turşusu pazarlanmaya çalışılan Atsız’ın rol modeli   Führer’in dönemindeki kadar kolay olmuyor. Alman ZDF televizyonunun 4 ay önce yaptığı ve muhtemelen korkudan bir daha yineleyemediği kamuoyu araştırmasına göre Alman halkının yüzde 61’i İsrail’in Gazze’ye saldırısını haklı bulmuyor.

Fransa ayrı bir trajedi. Artık iyiden iyiye aşırı sağın çizgisine çekilen Fransız sağı Filistin meselesini gündeme getirenlerin tamamına cihatçı terörist muamelesi yapılması için yeri göğü inletiyor. Bundan 80 yıl önce Yahudi Fransızları elleriyle Nazilere teslim eden Fransız faşistlerin siyasi geleneğini sürdüren aşırı sağcılar ise Arap düşmanlığı konusunda İsrailli yobazlara  taş çıkartıyorlar. Paris’in de içinde bulunduğu İle-de-France bölge yönetimi Filistin’de işlenen insanlık suçlarına dikkat çekmek için ünlü Siyasal Bilgiler (Sciences Po) Okulu’nu işgal eden öğrencilere karşı yeterince sert davranmadığı gerekçesiyle okul yönetimini bölgeden verilen maddi desteği kesmekle tehdit ediyor. Artık tamamen Likud yanlılarının eline geçen Yahudi Çatı Örgütü CRIF, devlete üniversitelere polis göndermesi çağrısında bulunuyor. Aşırı sağcı medya patronu Bolloré’nin kontrolündeki TV kanalları İsrail propagandasının en ilkel tezahürleri dışında bir görüşe geçit vermiyor. Buna rağmen geniş kitleler her fırsatta sokakları dolduruyor, öğrenciler artan polis şiddetine rağmen üniversiteleri işgal ediyor.

ABD’deki gelişmeleri izliyorsunuz. Erhan Nalçacı önceki gün yayınlanan yazısında1 enine boyuna irdelediği için ayrıntısına girmiyorum. ABD Cumhurbaşkanı artık “Soykırım Joe” lakabıyla anılıyor. Her gün başka bir üniversite yerleşkesi soykırımın durdurulması çağrısıyla işgal ediliyor. İşgallerin kimilerine  ilerici Yahudi gençlik örgütleri  öncülük ediyor. ABD’nin soykırımcı yönetiminin beyin özürlü ve zalim kolluk güçleri üniversitelere baskın yapıp buldukları “suç delillerini” sergiliyorlar.  New York’daki Columbia Üniversitesi’nde bulunan bir tanesi çok çarpıcı. Terörizm başlıklı bir akademik çalışma. Charles Townshend imzalı bir tarih kitabı. New York Emniyet Müdür yardımcısı Kaz Daughtry bu kitapla basına poz veriyor.  Emniyet Müdür Yardımcısı’nın ön adının “Kaz” olması tarihin garip bir cilvesi sayılabilir. Özetle, gezegene ayar vermeye kalkışan ABD yönetimi, İsrail’in soykırımına göğsünü siper etmek için  Aziz Nesin öykülerini gölgede bırakacak gülünçlüklere imza atıyor.

Bütün bu devletler aslında sadece İsrail’i savunmuyorlar. Batı’nın sömürgecilik hakkını, köleliği ve insanların etnik ve kültürel farklılıklarına göre farklı muameleler görmesi gerektiğine dayanan bir fikri, bir anlayışı dayatıyorlar.  Amerika kıtasının kuzeyini yerli halkından tamamen arındıran sonra da bir başka kıtanın çocuklarını gemilerle patates çuvalı gibi taşıyarak onlara 400 yıl üçüncü sınıf ve kullanılıp atılabilir canlı muamelesi yapan ideolojinin gereğini yapıyorlar. Yoksul Filistinlilere karşı sermayenin yanında  duruyorlar. Bu öylesine varoluşsal bir mesele ki “Batı” için, bu uğurda soğuk savaş boyunca geliştirdikleri ve özellikle de reel sosyalizmin önünü kesmek için nacak gibi kullandıkları “ifade özgürlüğü, demokrasi, insan hakları” kavram seti”ni (birini alana diğer ikisi bedava) çöpe atmaktan çekinmiyorlar.

Ne var ki, Washington, Londra, Berlin ve Paris’teki yönetimlerin iplerini elinde tutan, medyanın tamamına yakınını kontrol eden  sermayenin bu canhıraş gayreti yeterince etkili olmuyor. Devletler soykırımcı İsrail’in yanında saf tutarken, halklar insan kalmak için çaba gösteriyorlar. Fransa, Almanya, ABD,   İngiltere’de ve diğer Batılı başkentlerde sokakları, kampüsleri dolduran kitleler sermayenin, açgözlülüğün, üçüncü nesil sömürgeciliğin Batı Şeria ve Gazze’de  durdurulmaması halinde sıranın bir gün kendilerine de gelebileceği önsezisiyle hareket ediyorlar. Bunun önseziden bilince dönüşmesi için örgüte ve ideolojiye şiddetle ihtiyaç var.

İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım karşısında takınılan tavır bazı konuları netleştiriyor. Gezegeni kanlı pençesinde tuttuğunu düşünen emperyalist odaklarda  halklar ve devletler ayrışıyor. Bu da yeni ve daha insanca bir dünya için yeni olanaklar, Komünistler için yeni görev ve sorumluluklar demek.