O zaman yeniden soralım: Banker Manu  nereye koşuyor?

Banker Manu nereye koşuyor?

12 Eylül darbesinin Türkiye’nin başına ördüğü çoraplardan, Türkiye halkına karşı işlediği suçlardan görece daha az anımsanan bir tanesi Bankerler skandalıdır. 24 Ocak 1980’de ilan edilen halkı yoksullaştırma programının “sorunsuz” uygulanması için iktidarı ele geçiren NATO destekli Cunta hayatın her alanına müdahale eder, yüzbinlerce yurtseveri işkence tezgahlarından geçirir, sabah akşam vatan, millet, birlik, beraberlik nutukları atar, kürsülerden Kuran sallarken her nedense(!) finans alanında köpekleri bağlayıp taşları salıvermiştir.

Üzerinden neredeyse bir ömür geçtiği için hatırlatalım. Özetle, 1982 yılında, yani cuntanın Hükümeti görevdeyken, ipini koparan isminin önüne “banker” sıfatı ekleyip yüksek faiz vaadiyle halktan para toplamaya başlamış, sonra da bu paralarla birlikte buharlaşmıştır. Yaklaşık 800 bin kişi askeri cuntanın gözetimi altında göz göre göre dolandırılmıştır. Elbette Türkiye’de burjuvazinin hiçbir suçu ödülsüz kalmadığı için halkın dolandırılmasına zemin hazırlayan dönemin ekonomi kurmayları Turgut Özal ve Kaya Erdem gibi isimler, hesap vermek ya da yargılanmak şöyle dursun, cunta döneminin ardından ANAP çatısı altında iktidarı da elde etmişler ve uzun yıllar Türkiye emekçilerinin kanını emmeye devam etmişlerdir.

Yazının başlığı o dönem sonrasında gazeteci Emin Çölaşan’ın yazdığı “Banker Yalçın nereye koşuyor” kitabının adına atfen seçildi. Bu olayları o yüzden anımsatmak istedim. Yoksa konumuz o değil.

Bugün ele alacağımız “Banker”,  Emmanuel Macron1. Fransa Cumhurbaşkanı Macron siyasete girmeden önce Rothschild ailesine ait bir finans kuruluşunda bankacılık yaptığı ve bu süreçte milyoner olduğu için banker sıfatına sahip. Banker çocuğun şu günlerde gündeme geliş sebebine girmeden önce biraz geriye, Fransa’nın iki önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy dönemine gitmek gerekiyor.

Sarkozy 2007 yılında seçimleri kazanarak Cumhurbaşkanı oldu. Bu görevden önce iki kez İçişleri Bakanlığı, bir kez de Maliye Bakanlığı yapmıştı. Kariyerine damga vuran sözlerinden biri İçişleri Bakanlığı sırasında yaşanan banliyö ayaklanmalarına ilişkin olarak söylediği “bu mahalleleri (hava basıncı ve suyla çalışan bir tür) elektrik süpürgesiyle temizleyeceği” şeklindeydi. Kendisi de göçmen kökenliydi ama göçmen ve yabancı karşıtlığını her zaman temel siyasi çizgi olarak benimsedi. Aşırı sağa alan açmayı hiç ihmal etmedi. Bir diğer önceliği ise hiç kuşkusuz sermayenin çıkarlarıydı. Zenginleri ve zenginliği seven Sarkozy, kendisinden önceki Chirac, D’Estaing gibi sağcı liderleri aratacak kadar yolsuz ve ilkesiz bir siyasetçi olarak Fransa siyasi tarihine damga vurdu. Sarkozy’nin tahrip gücü salt Fransa’ya zarar vermedi, uluslararası planda etkileri günümüzde de süren olumsuz yansımaları oldu.

Sarkozy, Arap Baharı olarak adlandırılan topyekün emperyalist saldırının  19 Mart 2011 tarihinde başlatılan Libya ayağının öncüsü rolünü üstlendi. Fransa’nın V. Cumhuriyet dönemi dış politikasını yakından izleyenler açısından bu bir sürprizdi. Dünyanın en çok silah satan üç ülkesi arasında yer alan Fransa, ismi, niteliği, gaddarlık seviyesi ne olursa olsun daimî müşteri konumundaki Arap rejimleriyle arasını hep iyi tutan bir ülkeydi. Kaddafi Sarkozy’nin Cumhurbaşkanlığı sırasında 2007 yılının sonlarında Fransa’da resmen ağırlanmıştı. Libyalı liderin ziyareti sol muhalefet kadar iktidar içerisinde de eleştiri konusu yapılmış, Sarkozy bu eleştirilere “herkese insan hakları dersi verecek değiliz” yanıtını vermişti. Sarkozy ayrıca ziyaretin Fransa’nın ticari çıkarları bakımından çok faydalı olduğunu, 10 milyarlık silah ve diğer malzeme satışının kararlaştırıldığını söylemişti. Bu rakamların çoğunun şişirme olduğu kısa sürede ortaya çıkacaktı. O halde Sarkozy neden o sıralarda Batılı başkentlerin vebalı muamelesi yaptığı  Kaddafi’yi Paris’te beş gün ağırlamıştı?

İşte o sorunun muhtemel yanıtı Sarkozy’nin daha sonra yıllarca yargılanmasına yol açacak bir dosyada gizliydi. Özetleyelim: Sağcı lider 2007’deki seçim kampanyası sırasında Kaddafi’den Ziya Takiyeddin isimli Lübnanlı bir işadamı aracılığıyla maddi destek temin etmişti. Gerek alındığı söylenen meblağ gerek yabancı bir liderden destek alınması Fransız yasaları bakımından suç teşkil ediyordu. İddialara göre, Kaddafi’nin Fransa’da resmen konuk edilmesi de bu pazarlığın bir parçasıydı.

2012 yılının Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken Sarkozy birkaç sebeple panikledi. Birincisi kamuoyu yoklamaları karşısına kim çıkarsa çıksın kaybedeceğini gösteriyordu. Paris’te görev yaptığım o dönemde, Fransa’da yaygın esprilerden biri Sarkozy’nin karşısında teki olmayan bir pabuç bile aday olsa seçimi kazanacağı şeklindeydi. Nitekim o seçimi kazanan François Hollande sonraki performansıyla pabuç benzetmesini haklı çıkardı.

Paniğin ikinci sebebi ise Kaddafi’nin Sarkozy hakkındaki iddiaları seçim kampanyası öncesinde bir şekilde ortaya dökme ihtimaliydi. O ortamda Arap Baharı denilen müsamere Sarkozy’nin derdine şifa olabilirdi. İşte, 3,5 yıl önce Kaddafi’ye göğsünü siper eden Sarkozy seçimlere bir yıl kala  “Libya’ya demokrasi getiren Şaban” rolüne böyle soyundu.

Sonuçta, hiçbir zaman hayranı olmadığım Kaddafi “medeniyet” adına barbarca linç edildi. Libya darmadağın oldu. Sarkozy ise seçimleri kazanamadı. Yasadışı seçim finansmanı konusunda yargılandı. Bir davadan ev hapsi mahkumiyeti aldı. Bağlantılı birkaç davası ise sürüyor.

Şimdi gelelim, banker çocuğa... Macron Ukrayna savaşının başında daha itidalli diyebileceğimiz bir politika izledi. Yüzlerce kez savaşın durdurulmasından yana olduğunu söyledi. Bu kapsamda büyük ölçüde Almanya’yla birlikte hareket etti. Gelin görün ki, birkaç haftadır, Ukrayna savaşına Batı’nın doğrudan müdahalesini savunmaya başladı. İlk demecinden sonra Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkeleri aksi yönde görüş belirttiler. Fransa’daki sağ ve sol muhalefet de meseleye pek sıcak yaklaşmadılar.

Macron, Önceki gün Rusya’nın savaşı kazanmasının engellenmesi için Ukrayna topraklarına AB ülkelerinin askerlerinin gönderilmesinin mümkün olabileceğini tekrarladı. Banker Manu’nün bu tavır değişikliği ve ısrarı nasıl yorumlanabilir?

Öncelikle Rusya’nın Ukrayna’ya sağlanan silah desteğine rağmen bu savaşı kaybetmeyeceğinin az çok belli olduğunu söyleyebiliriz. Görünen o ki mevcut koşullarda Rusya’nın Ukrayna’dan aldığı topraklardan geri çekilme ihtimali yok. Savaşın bu kadar uzamasında etkili olan ABD’de de ters rüzgarlar esiyor. Trump’ın Başkan seçilmesi halinde Biden ve Demokratların başlattığı ve yürüttüğü bu vekalet savaşını sürdürmesi zayıf bir olasılık.

Macron’un önerisinin hayata geçmesinin anlamı ise NATO ile Rusya arasında doğrudan savaş. Bu savaşın konvansiyonel sınırlar içinde kalması ise çok güç. Putin ve diğer Rus liderler, savaş öncesinde ve sırasında bir çok kez NATO’ya konvansiyonel ölçekte yürütülecek bir savaşın kazanılamayacağını söylediler. Bu olgunun doğal sonucu taktik ve zamanla stratejik nükleer silahların sahneye çıkması olacak. Böyle bir gelişmenin Üçüncü ve muhtemelen sonuncu Dünya Savaşına yol açacağını öngörmek için Harbiye mezunu olmak gerekmiyor.

Macron  önümüzdeki dönemde Trump başkanlığındaki ABD’yi oyunda tutmak için bu planı gündeme getirmiş olabilir. Kendisinin bundan ne elde edeceği ise çok tartışmalı. Filistin’de onbinlerce insanın kırılmasını destekleyen Fransa’nın Rusya’nın yenilmesini “insani mülahazalarla” ya da “demokratik kaygılarla” arzu ettiğini iddia edebilmek en ödenekli liberal için bile kolay olmayacaktır sanırım. Öyleyse Fransız anayasasına göre 3. kez Cumhurbaşkanı olamayacak Macron Avrupa’daki kaosu büyüterek iktidarda kalmasını sağlayacak olağanüstü koşullar yaratmak niyetinde olabilir mi?

Asıl sorun şu ki, Rusya Libya değil. Böyle bir sersemliğin faturası hepimize çıkar.

O zaman yeniden soralım: Banker Manu  nereye koşuyor?

  • 1. Emmanuel isminin Fransa’da kısa söylenişi. Manü okunuyor. Sinemada Slyvia Kristel’in canlandırdığı ve bir dönem milyonlarca erkek ergeni helak eden karakterle karıştırmayalım ama. Onun yazılışı farklı.