Zürriyet ve doğum kontrolü

Eskiden, Avrupa’daki üretken nüfus sorununun bizim de başımıza geleceğini, bunun önlemi olarak her kadının en az, üç, beş çocuk doğurması gerektiğini söylerdi.

Geçen hafta, çocuk konusundaki görüşünün tamamen İslam referanslı olduğunu deklare etti: “Zürriyetimizi artıracağız. Doğum kontrolüymüş hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz. Rabbim ne diyorsa, sevgili peygamberimiz ne diyorsa biz o yolda gideceğiz.”

Böyle olması kaçınılmazdı. Zira Türkiye’nin epey uzun bir dönem için üretken nüfus sorunu yaşamayacağı açıktı. Tamam, Avrupa’da çoğu ülkede nüfus azalıyordu. Ancak aynı sorunun Türkiye’de yaşanacağını ileri sürmek bilime tamamen aykırıydı.

TÜİK’in nüfus projeksiyonlarından türettiğimiz aşağıdaki tablo bunu açıkça ortaya koyuyor:

Projeksiyonlara göre, Türkiye nüfusu 2050 yılına kadar artmaya devam edecek, 94 milyona ulaşacak. Sonra 2075 yılına kadar bu düzeyde sabitlenecek, sonra hafif bir azalma eğilimine girecek. 

Nüfus açısından esas önemli nokta 15-64 yaş arasındaki ekonomik açıdan üretken nüfusun (ki emeklilik yaşının 70’e çıkarılması gündemde) 60 milyonluk bir kitleye ulaşacak olması. 

Dolayısıyla söylenenin aksine Türkiye’de uzun bir dönem için üretken nüfus sorunu bulunmuyordu. 

Tersine esas sorun %20’lerin üzerinde seyreden yüksek işsizlik oranlarıydı. Üstelik işsizliğin en yüksek olduğu nüfus dilimi (%35 ile) 25-35 yaş arasındaki üniversite mezunlarıydı. Her dört işsizden birisi üniversite mezunuydu. Dolayısıyla, üretken nüfus sorununu diline dolayan birisinin, çocuk sayısına değil, istihdam sorununa el atması beklenirdi.

Ama dediğimiz gibi niyet üretimi geliştirmek değil, İslamcı siyasetti.

Çok çocuk doğurmayı İslam’ın bir gereği, Allahın buyruğu olarak görüyorlar. Pek önemli değil ama, Kuran’a bakarsak Rabbın bu konuda söz etmediğini anlarız. 

Muhammed’in ise 11 evliliğinden toplam yedi çocuğu vardı. Tüccardır, parası vardır, istemiştir, belki de doğum kontrolünü becerememiştir, tamamen farklı koşullarda yaşamıştır, o dönemde nüfus dar boğazı önemlidir, savaşlarda can yitimi fazladır, toplumun yüksek doğurganlığı bu açığı kapatmak üzere kendiliğinden tecelli etmektedir, vb. Uzatabiliriz. Gerek yok, kendi nesnelliği içinde anlaşılırdır. Ancak 1500 yıl önceki bir yaşamın bugün için referans gösterilmesi aklın alacağı iş değildir.

Niyet başkadır. 

Kadını eve kapatmak istiyorlar. Kadının kapatılması, bu konuda erkeğin görevlendirilmesi toplumu tahakküm altına almanın en kolay yoludur. Bütün erkeklerin eşlerine Muhammed gibi yedi çocuk doğurttukları, özellikle eğitimsiz ailelerde bu arada en az birkaç da düşüğün, ölü doğumun gerçekleşeceği varsayılsa, kadının en az 20 yılı gebeliklerle, bunun üzerine de en az 10 yılı çocukları adolesan çağa ulaştırmakla geçecektir. Kapatma dediğimiz budur.  İşsizliği maskelemeye de yarar.

Bunların ellerinde kuru ve kaba kalabalıktan başka gerçekten de hiçbir kuvvet bulunmamaktadır. Sanayi, tarım hepsini çökertmişlerdir. Akılları sıra, kalabalık olmayı, rekabet gücünün, dünyaya kafa tutmanın yolu olarak görmektedirler. Saçmadır.  

Sanayi öyle bir aşamadadır ki stratejik sektörlerdeki üretim için neredeyse insan gerekmemektedir. Böyle bir dünyada nüfusu artırmak ancak savaş planlarıyla açıklanabilir. Ya birilerinin ordusu olmayı ya da ona buna sataşarak ortalık karıştırmayı düşünmektedirler. Nitekim Suriye’de giriştikleri işler buna gayet teşne olduklarını da göstermiştir.

Ve nihayet, ne olursa olsun İslamcı bir rejim kurmak peşindedirler. Bunun için en koyusundan İslamcı referansları hayata geçirmeleri, her yaptıklarıyla İslam’a referans göndermeleri, toplumun aklını dinle doldurmaları gerekmektedir. Aklıyla değil, imanıyla davranan, biat eden bir kalabalık istiyorlar.

İşte tam bu noktada bir kez daha aydınlanma felsefesinin, laikliğin önemiyle burun buruna geliyoruz. Halkı uyanık tutmak, faşizan bir rejim kurmak yönündeki niyetlerine dini nasıl alet ettiklerini göstermek, aklın yolunda yürümek,  toplumsal hakları elde edebilmek için mücadele etmek gerektiğini somutlamak zorundayız.