Solun Güçlenmesi İçin İşçi Sınıfını Örgütlemesi Gerek

Ülkemizde yaşananlar solun güçsüzlüğüyle ilişkili.

İşçi ve emekçilerin olayları kendi sınıfsal konumlarına uygun bir prizmadan geçirip algılayamamaları farklı başlıkların ve özellikle etnik bakış açısının belirleyici olarak öne çıkmasına neden oluyor.

Öte yandan sınıf dışı bakış açılarının egemenliğinde olayları algılayıp yorumlayanların ve bununla uyumlu biçimde siyaset üretenlerin baskınlığı da sınıf bakış açısının daha da baskılanması sonucunu doğuruyor.

Nasıl ve ne şekilde olursa olsun bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu sınıf bakışını egemen kılacak müdahalelerde bulunmaktan geçer.

* * *

Sınıf bakış açısı sınıfın organik aydınları ve partisi tarafından üretilir, sınıfa taşınır. Böyledir, ama, siyaset ile sınıf arasındaki ilişki tek yanlı değildir. Arada diyalektik bir münasebet olmak zorundadır. Sınıf her ne ise o olarak siyasi düzlemi belirleyen nesnelliktir.

Öte yandan, bu ilişki bütün işçi ve emekçilerin sosyalistleştirilmesini de gerektirmez, böyle bir düzeyin yakalanması olanaklı da değildir. Sosyalist örgüt sınıfın sorunlarını soyutlayarak siyaset üretir. Bu siyasetiyle somuta, sınıfa gider, artık hedef sınıfın, yaşadığı sorunlar üzerinden örgütlenmesi ve aynı anda farklı bir toplumsal kimliğin ve sınıf bilincinin yaratılmasıdır. Bunun göstergesi, sınıf dediğimiz yapının, patronun karşısına çıkabilmesidir.

Birey olarak işçilerin sınıf mücadelesine katılması için sosyalist olmaları gerekmez. Gündelik yaşamdaki somut rahatsızlıklar onları mücadelenin içine çeker. İşçinin “doğal” yaşamı ile mücadele yaşamı arasında bir eşiğin bulunduğu açıktır. Somut yaşamın yarattığı rahatsızlıklar ile mücadele etme azim ve kararlılığı arasında bir doz-yanıt ilişkisinin bulunduğu söylenebilir. Ancak mücadeleye katılım için yeterlilik gösterecek tek faktör bu da değildir. Mücadele eden diğer sınıfdaşların sayısı, duygudaşlığı gibi faktörler de mücadeleye katılımda önemli derecede etkileyicidir. Öte yandan mücadeleyi örgütlemeye çalışan sınıf partisinin çizdiği pratik, teorik ve siyasal profil de belirleyicidir olur.

Mücadeleye katılan işçi artık farklı bir bireydir. Sınıf perspektifini içselleştirdiği ölçüde daha sosyalist, örgütleyici ve birleştiricidir.

* * *

Kan gölü içinde yaşadığımız ve halklarımız arasındaki mesafenin giderek açıldığı günümüzde, yapılması gereken şey bir yandan bu kapasitedeki işçilerin sayısını artırmak, öte yandan da sınıfı kendi sorunları üzerinden somut mücadele alanına sokmaktır. Madenlerde, gemi tersanelerinde arkadaşları öldükçe işçiler ne yapıyorlar? Taşeron şirket, ücretleri yarım ay geciktirdiğinde verilen tepki nedir? Ve o ortamda biz neredeyiz, ne durumdayız, hangi eylemliliği örgütlüyoruz ?

Sınıf bakış açısı, yalnızca ya da baskın biçimde sınıfın somut sorunlarıyla ilgilenilmesi anlamına gelmez. O an, gün, ay yaşananların tümü sınıfın ve birey olarak işçinin dünyasını doldurur, farklı kanallardan gelen ideolojik etkilerle birlikte işçide bir bilinç oluşturur. Sınıfsal bakışın bu olayları pas geçmesi, o nedenle, siyasetin, farklı bir perspektifle bu olayları kullanarak politika üretenlere terk edilmesi anlamına gelir.

Yapılması gereken, somut gerçeklikte ne varsa hepsinin, hayat pahalılığı ve işsizlik gibi gündelik sorunlarla birlikte “demokratik açılım”, Dörtyol gibi siyasal olayların da sınıf perspektifiyle yorumlanması ve sınıfa yeniden farklı bir iktidar ve düzen kurgusu içinde aksettirilmesidir.

* * *

Bütün söylenenlerin bir yandan teorik bir yandan da pratik gereklilikleri olduğu kabul edilmeli. Önce doğru bir hatta duracaksınız. Ancak daha sonra bu doğru hattı ne olursa olsun savunacak, bu çizgide uygun esneklikleri göstererek, seri davranacak ve hep, siyasal olarak örgütlemek, iktidar amacı yaratmak üzere, zaten içinde devindiğiniz sınıfa yöneleceksiniz.

Bugün bunu başarabilmek, önemli derecede bizim dışımızdaki faktörler nedeniyle çok zor. Ancak başka yol yok ve bu yapılabildiği derecede sol güçlenir, işçi ve emekçiler arasındaki kardeşlik duyguları gelişir, memleket kazanır.

Yapamadığımız ölçüde, örneğin, bunu yapmak yerine bir kurtuluş projesi olarak etnik siyasete destek verildiği sürece, bu sarp yolda Dörtyol yalnızca basit bir örnek olarak hatırlanacaktır.

Tekrar etmekte yarar var ve yaşanan ilçe somutlukları bu tekrarın doğruluğunu sürekli kanıtlıyor: Orduyu dize getirmek, bombayla TC’yi masaya oturmak zorunda bırakmak, vb hangi tür gerekçeyle olursa olsun, etnik tercihin sonucu halklar arasındaki savaştır.

“Devlet başka seçenek bırakmıyor”, vb diyerek yapılanları ve yaşananları siyaset sürecinin yaşanması gereken, yaşanacak “doğallıkları” olarak kavramak, bu savaşı kabullenmek ve desteklemek anlamına gelir. Çünkü sınıf mücadelesi ile etnik sorunu çözmek olanaklıdır.