Siyaset yapma!

Gene aynı nakaratı tekrar etmeye başladılar:

“Birilerinin maden şehitlerini siyasi malzeme olarak kullanıp...”

“Sayın Başbakanımıza yönelik söylemlerde bulunan insanlar, şehitlerin acısını yaşayan insanlar değil, kendine siyasi nema çıkarmaya çalışan kişiler...”
Aslında “siyaset yapma” konulu yazıyı Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasına getirilen eleştiriler üzerine yazacaktım. Yargı pratiklerine ve ülkenin genel sorunlarına ilişkin eleştirel bir konuşmayı siyasi konuşma diyerek mahkum etmek, “cübbeni çıkar öyle siyaset yap” demek ya cahilliktir ya da üçkağıtçılıktır. Cahilliktir çünkü siyaset sadece parlamentoda ya da siyasi partilerde yapılmaz. Hatta günümüz koşullarında TBMM’de ve partilerde siyaset yapmak daha zor bir iş haline gelmiştir. Üstelik seçim barajlarıyla, eşitsiz hazine yardımlarıyla, polisiye baskılarla daraltılmış bir politik alanda, “karşıma çık aday ol” demek dalga geçmektir. Bunu yapmak da bazan tuzağa düşmektir. (Barajı bırak, havuzu bırak, hazineyi bırak siyasetçi kim bakalım demek gerek!)

Gerçi bunların zihniyeti eşitsiz mücadeleye alışık. Daha birkaç gün önce onlarca korumasıyla bir yurttaşı dövdü liderleri. Elemanlarından birisi, polisler tarafından yere yıkılmış bir başka yurttaşı, tekmeledi. Polislerin ve muktedir patronun arkasına sığınarak yaptı bunu. (Burada da korumaları bırak, görevi bırak delikanlı kim bakalım demek gerek!)

Ceza adalet sistemi sonuna kadar siyaset alanıdır. Koruduğu ya da cezalandırdığı eylemlerle, infaz rejimiyle siyasetin belirlediği bir alan olduğu kadar siyasetin iklimini de belirler. Hele idari yargı. Eleştirilen konuşmanın yapıldığı Danıştay’ın da dahil olduğu idari yargı doğrudan siyasi bir alandır. Ne demişti ödüllendirilen bir “kıdemli yargıç”, HSYK seçimleri sırasında: “...Bu HSYK, sadece yargı açısından belirleyici olmayacak, ekonomide de sonuçlar doğuracak... HSYK ele geçirildiğinde sadece Yargıtay ve Danıştay yeniden yapılanmayacak, hükümetin yürüttüğü siyaseti, özelleştirmeleri engelleyen güçler de devreden çıkacaklar. Bu nedenle bu seçimler çok önemlidir. Bundan sonraki seçimler nasıl olursa olsun kazanmak zorundayız” nitekim kazandılar. Kazanmakla yetinmeyip Soma gibi, Roboski gibi katliamlarda pay sahibi de oldular .

Danıştay’ın kamucu içtihatlarını sıfırladılar. Meslek odalarının, yurttaşların dava açma olanaklarını kısıtladılar. Hükümetin hukuksuzluklarının arkasında durdular. Bir Danıştay Başkanı “bundan sonra yok öyle onu durdur, bunu durdur” diyerek itiraf etti.

Şimdilerde iktidarın siyasi sorumluluğunun olduğu olayları eleştirenleri “siyaseten nemalanmak istiyorlar”, “siyasi malzeme olarak kullanıyorlar” diyenler, eğer ahmak değillerse, üçkağıtçıdır, yağma ve sömürü düzeninin bir parçasıdır. Üçkağıtçıdır çünkü “verili iktidar ilişkilerini” siyaset konusu olamayacak kadar/tartışılmaz/doğal, zorunlu/değiştiril(e)mez olarak göstermek istiyorlar. Karşılarındaki her düşünceyi de kriminalize etmeye çalışıyorlar. Siyaseten sorumlu oldukları bir olay mı oldu? Gelsin darbe yaygarası, dış güçler yaygarası, istikrar safsatası. Bunun ekonomide yansıması neo-liberal yağma ve sömürü düzeninin mümkün tek düzen olarak algılatılmasıdır. Hele bir de “kaza, kader, fıtrat” sosuyla süsleyip, hatimlerle, “cübbeli hoca timleriyle” tevekkül telkin edersen, bırakın mümkün tek düzen algısını “ilahi düzen” olarak bile yurtturabilirsiniz bu yağma, sömürü ve cinayet düzenini. Bu arada da sömürü derinleşir.

Ben bu yazıyı yazmaya çalışırken Soma’da ÇHD’li avukatların savcı talimatı olmadan gözaltına alındığı, Valiliğin tüm eylemleri yasakladığı, Başbakan’ın elemanlarının İstanbul’da bir gazeteciyi tartakladıkları haberleri veriliyordu.

Artık devlet aygıtının “hukuk kılıfına sokulmuş legal zorunu” bile beklemeyip kendisi/elemanları tarafından doğrudan güç kullanmaya başlayan bir “siyasi figürle” karşı karşıyayız. Bir eşik daha aşıldı. Korkutucu bir eşik. Korkutucu bir eşik dediysem despotların “sıradışı” sonlarına giden yolda şiddeti meşrulaştırmaya giden bir eşik.

Umarım Başbakanlık’ta “yaşam odası” kurmak zorunda kalmazlar!