Krizin Türkiye&rsquoyi şimdiden kötü vurduğu, bir süre sonra çok daha da kötü vuracağı ortaya çıktı. İşte tam bu noktada, Türkiye halkını rahatça birbirine düşürecek kadar nazik bir konuyu yeniden gündeme getirmeyi başardılar. Türk ve Kürt halkımızdan söz ediyoruz. Ülkemizi her gün yeniden yaratan emekçi halkımızdan. Birbirleriyle kanlı bıçaklı edilecek olan insanlarımızdan.
Bu parçalama eylemi için, bir &ldquodolayıma&rdquo ihtiyaçları vardı. Daha önceden bulmuşlardı da, nihai aşama için kullanıma sokamamışlardı. Şimdi yaptılar: Ermeni halkımızın tarihsel acısına küfretmeyi meslek edinmiş faşist sürü başta olmak üzere, her türden &ldquomilliyetçi demokrat&rdquola emperyalist Batı&rsquonın doğrudan paspası yine her türden &ldquomodern demokrat&rdquo, el ele, ülkeyi bir kan gölüne çevirme yolunda ilerliyorlar. Özürcü sürü ile küfürcü sürünün, Türkiye&rsquoyi ve aydınlık geleceğini, tam bir işbirliği içinde ve iştahla kararttıklarını görmek zorundayız. Türkiye&rsquonin geleceğinde sadece sosyalizm, sosyalizmsiz bir Türkiye de er ya da geç tarih olacağı için, böyle bu.
Pek mi sekter kaçtı?
Nasıl kaçarsa kaçsın, son adımları, yani şu pazara çıkarılmış özürcüler ile sözde onlara tepki gösteren küfürcülerin faşizan-faşist saldırganlıklarını, böyle bir uğursuz ittifakın parçaları olarak görüyoruz.
Neden?
Gerçekten de, sorulabilir: Haksızlık mı ediyoruz samimi duygularla üzerine beton atılmış bir emperyalist cinayeti, Ermeni acımızı, büyük felaketimizi hatırlatan insanlara?
&ldquoBize ne!&rdquo mi diyelim?
&ldquoNe acısı ulan!&rdquo mı?
Baştan ve çok açık söylemiş olalım: Sahnede plebyen bayağılıklarıyla bir küfürcü sürü var. Ama aynı sahnede bu sürünün ikizi, demokrat makyajlı -aslında gerçekten de demokrat-, patrisyen &ldquoacı pazarlama&rdquo uzmanlarından oluşan özürcü bir sürü var.
Bunların bir bütün oluşturduğunu, bir cephe kurduğunu ve ortak düşmanlarının sosyalist bir Türkiye olasılığı olduğunu şimdiden görebiliyoruz. Ama Ermeni acımız, Türk ve Kürt halklarının kemiğine sokulmuş bir acımasız hançer olarak yeniden kullanımdadır.
Buna yanıt bulmak zorundayız.
Neden?
Sonuçta, tamam, bir Büyük Koalisyon&rsquoun izdüşümüyle yüz yüzeyiz. AkP ve AsP arasındaki -CHP, MHP, Uras ÖDP&rsquosi gibi her türden dış destekçiyle oluşturulmuş- &ldquoBüyük Koalisyon&rdquo, krize böyle gölgelerle tercüme edilebiliyor.
Bu büyük koalisyon, her alana yansıyan bir birleşik cephedir.
Normaldir.
Ama biz, tarihsel bir acıdan çok, güncel bir siyaset arayışından söz etmek zorundayız. Ermeni felaketimizin, Anadolu halklarının ortak belleğinden tamamen silindiğini düşünenler varsa, çok yanılıyor. Bu yaranın hâlâ kanadığını ve bu kanın yakın gelecekte daha da artacağını en iyi bilenler, emperyalist başkentlerdir. Sadece telaffuzunda bir sessizlik yaşanmıştır. Ama bu felaketin bugünkü Türkiye üzerine düşürdüğü gölge, son derece somut ve işlevseldir.
İş, geçmişteki bir katliamın ve etnik temizliğin yeniden hatırlanması olarak bir anlam içermiyor. Başka şeyler olması lazım.
Demek, Türkiye&rsquoyi &ldquoparçacıklar siyasetinin&rdquo bir sahnesi haline getirmenin başka bir yolu henüz bulunamamış, ama Ermeni felaketimiz üzerinden bir dolayım canlandırılabilirmiş gibi görünüyor. Hesaplar o yönde.
Mesele, Ermeni halkı, emperyalist çevrelerin tetikçisi &ldquodiyaspora&rdquonın girişimleri falan değildir.
Mesele, büyük çözülmenin eşiğindeki Türkiye&rsquoye nihai darbenin nereden vurulacağıdır.
Bunun tetikçileri halindeler artık.
Faşistler ve sağa sola dağılmış milliyetçi bağnazlar, her halkın talihsizliği ve felaketidir zaten. Ama yalnız değildirler. Bunu biliyoruz.
Mutlaka ikizleriyle birlikte sahne alırlar. Yalnız dolaşmazlar. Yalnız ortaya çıkmazlar.
Emperyalizmin Ermeni acımızı neden böyle &ldquoSon Kriz&rdquoe yakışır bir &ldquonihai darbe&rdquo olacakmış gibi ısrarla savunduğuna, inandırıcı yanıtlar bulmamız gerekiyor.
Tez 1: Bu iki kanat da, özürcüler ve küfürcüler, emperyalizmi aklama operasyonunun eylemli tetikçileridir. Bunlar, özürcüler ve küfürcüler, ayrı ayrı ve birlikte, Türkiye&rsquoyi ortadan kaldırmaya yeminli emperyalist odakların paralı askerleridir.
Tez 2: Ermeni ve hemen akabinde de Rum mülkleri, bu saldırının bugünkü altyapısını oluşturacak kadar anlamlıdır. Türkiye halkı delirtilecektir.
Tez 3: Türklüğün Balkanlardan benzer bir gaddarlıkla aynı dönemde silindiğine tanık olduk, ama yine de 1945 sonrasında Balkanlar&rsquodaki Türklüğün izleri Yugoslavya ve Bulgaristan&rsquoda, hatta Romanya&rsquoda bile kaldıysa eğer, bu, o ülkelerdeki 1945 sonrası sosyalist rejimlerin bir ürünüdür. Yoksa Yunanistan&rsquoda bugünkü birkaç onbinlik Türk azınlık gibi &ndash&ldquomostralık&rdquo- kalırdı Balkan Türkleri. Bu, sosyalizmin emekçi halk sevgisi ve koruyuculuğu ile doğrudan bağlantılı bir konudur ve Nazi Almanyası&rsquonda halkı ayırt etmeden şehirleri cehenneme çeviren hava saldırıları düzenlemeyi reddetmiş bir Sovyet duyarlılığını da açıklayabilir. Bir başka &ldquovesile-i haseneyle&rdquo bunlara yeniden döneriz.
Şimdilik ilk iki tezden hareketle şunları söyleyelim:
Emperyalizmin doğrudan tetikçiliği için, kullanılan üslubun birbirinden farklı olması, pek bir önem arz etmiyor. Ama, özürcülerin küfürcülerin gölgesi, küfürcülerin de özürcülerin gölgesi veya sağlıklı ikizi olduğunu düşündüğümüzde bile, bu girişimlere hemen bir anlam vermekte zorlanıyoruz.
Emperyalizmi aklayanlar, emperyalizmi bu katliamlardan birinci derecede sorumlu saymayı düşünemeyenler, böyle bir &ndashMehmet Bozkurt&rsquoun aklına sağlık- &ldquofazahat&rdquoı emperyalizme yakıştıramayanlar, onun işi saymayanlar, kullandıkları üslup ne olursa olsun, bir ve aynı maldır. Deniz Bölükbaşı gibi faşist bir döküntü ile Hasan Cemal gibi demokrat bir döküntü arasında hiçbir fark bulunmuyor.
Bunlar birbirlerinin aynasıdır. Bunlar, Karagöz ile Hacivat&rsquotır. Binlerce Karagöz ve binlerce Hacivat, bu topraklar üzerinde gölge oyunlarının en kanlısını yeniden sergilemekte kararlıdır.
Fakat yanıt aradığımız şey, başka: Yüz yıla yakın bir süre önce Anadolu toprakları üzerinde işlenmiş tehcir cinayetlerinden, bir etnik temizlikten, bugün ne gibi bir yardım bekliyor emperyalist-kapitalist sistem? Türk gericiliğinin &ldquoama Balkanlar da Türklükten temizlendi, Ermenilerle Rumlar da bizi öldürdü&rdquo falan demesini mi?
İşin özünde, bu demokratların saklamakla yükümlü olduğu bir şey var. Türkiye bir soykırımı kabullenir veya bir soykırımın kabulü doğrultusunda hareket ederse, sadece kendi tarihsel haklılığının bulunmadığını itiraf etmiş olmayacaktır bunun altyapısını oluşturacak şey, Ermenilere ait mülkler de gündeme gelecektir. Ermeni varlığı gündeme gelince hemen ardından Rumluğun bu topraklardaki varlığı da onu izleyecektir. Türkiye burjuvazisinin ilk örnekleri bu iki acılı kavmin çocuklarıydı, fakat birikimleri yoksul Türk ve Kürt halkının çok üzerindeydi. Aydemir Güler mükemmel bir analizinde, &ldquoTarih Osmanlı İmparatorluğu-Türkiye Cumhuriyeti dönemecine yaklaşırken mevcut cılız sermaye birikiminin çok önemli bir bölümünün, kaderini bu akıştan ayıran Hıristiyan kökenli burjuvaziye ait olduğu unutulmamalıdır. Kuvayı Milliye hareketinin toplumsal temelini oluşturan Anadolu eşrafı olsa olsa, olası yeni düzenin &lsquoburjuvazi adayı&rsquo olarak görülebilir&rdquo diyor. (&ldquoYeniden Doğu Sorunu&rdquo, Gelenek, Nr. 98, Şubat 2008, s. 31.)
O zaman...
O zaman, bu taşınır ve taşınmaz varlıkların, mülklerin tazmini veya iadesi gündeme gelecektir. Bu da, Türkiye&rsquode, taş üzerinde taş bırakmayacaktır. Bunu biliyorlar. Şöyle ve düzelterek söyleyelim: Türkiye, diyaspora Ermenilerinin taleplerini kapitalizmin çerçevesinde karşılamaya başladığı andan itibaren, her binanın altına bizzat bir bomba koymuş sayılacaktır. Türkiye halkının türkçüleştirilmesi ve kürtçüleştirilmesi, aynı anlamda olmak üzere faşistleştirilmesi için bundan daha iyi bir fırsat bulunabilir mi? Kuşaklardır üzerinde bulunduğu toprakların ve evlerin asıl sahiplerinin Ermeniler, tabii onunla birlikte de Rumlar olduğunu düşündükçe zıvanadan çıkacak olan &ndashözellikle orta sınıf- Türk halkının, hatta Kürtlerin, ülkeyi ateşe vereceğini düşünmek, işi abartmak değildir. Özürcüler ve küfürcüler, böyle bir kayıkçı dövüşü içinde, Türkiye&rsquonin paramparça olmasını sağlayacak bombaları birlikte halkımızın ayaklarının altına yerleştirmeyi başarıyorlar.
Bu, bir mülkiyet kavgasıdır.
En komiği de sosyalistlik adına bu özel mülkiyet kavgasında &ldquoMal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi!&rdquo diye özetleyebileceğimiz bir tarafgirlikle hareket edenlerdir.
Mülklere ilk sahip aranıyor: Sosyalizm bu işe karıştırılıyor.
Sosyalistler bu mülk kavgasının dışındadır. Ama bu kavganın toplumsal bir felakete dönüşmesini engellemenin yollarını da bulmakla yükümlüdür.
Yasemin Gedik dün çok güzel bitirmiş yazısını: &ldquoİnsanlığın insanlığına, onuruna, kimliğine sahip çıkabilmesi, onları koruyabilmesi için belki de her zamankinden daha fazla sola ihtiyaç var.&rdquo
Haklıdır.
Biz küçük bir ekleme yapabiliriz: Bu solun her zamankinden daha fazla sol olması da gerekiyor. Yaratıcı, kavgacı, sorumlu ve emekçi sınıfların iktidarı için devrimciliği ihlal etmeyecek her olanağı kullanan, emperyalizmin her oyununa önceden uyanabilen aşkın bir sol...
O noktadayız.
Var öyle bir solumuz.