Kuyruğun kimyası

1970’li yıllar, kısa kesintiler dışında sokağın demokratikleştiği yıllardı. Af gelmiş, 12 Mart karanlığından çabuk çıkılmıştı. Devlet kurşununa denk gelmeyip cezaevlerine tıkılanlar çıktı geldi, direniş de bittiği yerden devam etti. Üstelik 15-16 Haziran büyük işçi kalkışması olmuştu, müthiş bir özgüven demekti bu.

Ama o yıllar aynı zamanda kıtlık yıllarıydı. Durumu en iyi Süleyman Demirel’in, namı-ı diğer Çoban Sülü’nün “70 sente muhtacız” sözü ile anlatabiliriz sanırım. Haliyle akaryakıt, ona bağlı olarak bazı temel tüketim maddeleri yeterince temin edilemiyordu. Akaryakıt kuyrukları baş göstermişti ülkede. Tüp gazda büyük sıkıntı vardı. Sigaraya (özellikle diğerlerinden kaliteli bulunduğu için Samsun 216’ya), margarine kuyruksuz ulaşmak mümkün olmuyordu. “Sana-yağ” adlı margarin bu alanda neredeyse tekel pozisyonundaydı. Üzerinde eşit bölme çizgileri vardı, bakkalların o çizgilerden keserek yarım yarım sattığını hatırlıyorum.

AKP şefi CHP’yi sorumlu tutuyor ama bugünkü gibi CHP’li hükumetlerin ömrü o zaman da kısa sürmüştü. MSP ile kurduğu hükumet 10 ay ayakta kalabilmişti ancak. Milletvekili transferleri ile kurduğu hükumet ise bir yıldan biraz fazla. Gerisinde Demirelli, Erbakanlı, Türkeşli “Milliyetçi Cephe” iktidarları vardır. Üstelik petrol fiyatlarının bütün dünyada çok kısa sürede birkaç kat arttığı zamanlardı. Kıbrıs vesilesiyle Türkiye üzerinde ağır ambargo uygulanmaktadır. Kuyruk, dünyanın kuyruğudur özetle.

Bu kuyruğa bağlı olarak yeni bir meslek de türemişti ülkede. Stokçuluk, karaborsacılık alıp yürümüştü. Basit bir para kazanma yoluydu bu, alıp stokluyordunuz, kıtlık baş gösterince birkaç katı fiyata satıyordunuz. Kapitalizm, ahlaksız üçkâğıtçılar düzenidir.

1970’li yılların sonunda, o sert iç savaşın yükünü taşımanın yanında karaborsacılarla, stokçularla mücadele görevi de vardı solun. Bizim Recai, Recai Türüdü arkadaşlarını toplayıp Giresun’un Bulancak ilçesinde namlı stokçulardan birinin deposunu bastı 1979’da. El koydular içerideki yağlara. Sonra ilçeye megafonla duyuru yaptılar, bedava dağıttılar el koyduklarını. Halk geldi, “Allah sizden razı olsun” deyip alıp gitti yağları. Devamını da anlatayım tablo tamam olsun; deposu basılan stokçu, bizim Recai’yi kiralık katillerine vurdurdu. Birkaç ay sonra 12 Eylül geldi. Recai’nin ölümü göze alarak yağ dağıttığı halkımız, karakola koşup depoyu basanın o olduğunu müjdeledi. Recai’yi ailesi ile birlikte toplayıp tıktılar içeri. 10-15 yıl sonra saldılar bir kısmını.

Recai hayatta, kafasında o günden kalan mermiyle devam ediyor yoluna. Sağlığı bozuk haliyle, bakıma muhtaç. Yaz sonunda gördüğümde, dudağından eksik etmediği sigarasıyla boğuşarak devrimciler için “el kitabı” yazmaya çalışıyordu. Meşakkatli meslektir solculuk!

***

Daha önce İnönü zamanında olmuş böyle. Ekmek, ekmeklik tahıl karne ile dağıtılmış, kuyrukla alınmış. Ama unutulmasın cumhuriyet ergenlik çağındaydı daha. 10 yıllık uzun iç-dış savaş tarumar etmişti ülkeyi. Genç-üretken nüfus savaşlarda yitip gitmişti. Toprak kaderine terkedilmiş, var olan derme çatma sanayi altyapısı yıkılıp dağılmıştı. Önce tehcir, sonra mübadele şehirli nüfusun bütünüyle kaybı anlamına geliyordu. “10 yılda 10 milyon genç yarattık her yaştan” diye övünüyordu kurucu iktidar.

Tam krizden çıktık derken 1929 ekonomik krizi patlak verdi. Üstüne 2. Dünya savaşı geldi. İnönü hem orduyu savaşa hazırlama, hem de ülkeyi savaşın dışında tutma gibi iki zor görevi üstlendi. Savaş sebebiyle buğdaya talep artmıştı. Avrupa’nın her yerinde karneye bağlanmıştı ekmek. Türkiye’de durum oradakiler gibiydi.

Savaş bitip, ülke darlıktan kurtulmaya başlayınca Menderes geldi iktidara. Buğday ithalatının önündeki engel kalkmıştı. Halk kıtlığı İnönü’ye, bolluğu ise Menderes’e yazdı. Menderes aziz, İnönü iki ayyaşın kuyruklusu şimdi. Adını her yerden silip attılar. Menderes’in soyundan geldiğini iddia eden nevzuhur “milli şef” aklına geldikçe kalaylayıp duruyor eskisini.

***

Bir de meşhur “Taksim’de rakı kuyruğu” haber kupürü var biliyorsunuz. Yılbaşı arifesidir ve rakı-bira sıkıntısı baş göstermiştir. Boru değil, akşam oturulup içilecek, yeni yıl selamlanacak, sabaha karşı hala sızılmamışsa gazete alıp piyango numaraları kontrol edilecek. Şöyle yazıyor kupürün altında; “Fotoğrafta dün Taksim’de uzunluğu 500 metreyi bulan rakı kuyruğu görülüyor. Halk böyle kuyruklarda perişan olurken, bazı rantçı bakkal ve bayilerin rakıyı el altından yüksek fiyatlara satıp karaborsa yaptıkları görülmüştür.” Kupür gerçek mi, haber doğru mu bilinmez ama rakının da kuyruğa düştüğü gerçektir.

Taksim’de rakı kuyruğu haber kupürü ülkenin geriye doğru aldığı mesafenin mihenk taşıdır bir bakıma. Kuyruktakiler “Bu ne rezalet paramızla içki bulamıyoruz” diye belirtmişlerdir tepkilerini. “Madem yılbaşı, tatil, içkiyi de devlet karşılasın” sözünden bir tık öncesidir bu. Cumhuriyet iyi bir şeydir, mihenk taşı bunu göstermektedir.

***

Geldik AKP’li yıllara. Durum şu; akaryakıt var, yağ, şeker, tuz, ekmek, buğday da öyle. Biber, patlıcan, domates, patateste sıkıntı var bir parça ama olur o kadar. Sent, Dolar? Tam battık derken bir yerlerden kaynağı belirsiz bir şekilde çıkıp geliveriyor onlar da. Ama yine de vaziyet 70’li yılları sollayıp, İnönü dönemine doğru koşar adım ilerliyor sanki. Var ama yok ya da hem var hem yok yılları bunlar. Parası olmayan patates soğan için kuyruk bekliyor, parası olan ejder meyveli smoothie içinde yüzüyor. “Minareler süngüü, kubbeler miğfeer”den geldik altın varaklı klozete dayandık. “10 yılda 10 milyon genç yaratmaktan” daha önemli bir adımdır.

Rakı-bira işi biraz karışık yalnız. 70’li yıllarda benzin sıkıntısı tavan yapıp tepki çoğalınca “gaz vardı da içtik mi?” diye çıkışmıştı Demirel. “Rakı vardı da içtik mi?” demiyor bizimki, günah. Var ama yanına yaklaşmak ne mümkün. İçki reyonları ışıl ışıl, gel gör ki kimsesizlikten boynu bükük şişelerin. Evde rakı bira üretiyor halkımız, harıl harıl kimya çalışıyor. (Etil alkol 78,5 derecede kaynarmış, ben de o sayede öğrendim.) Var olsunlar, içki bir kültür haline geldi sayelerinde.

***

Doğrudur nevzuhur “milli şefin” söylediği, (ondan iyi bilecek halimiz yok zaten) kuyruk vardır var olmasına ama yokluk kuyruğu değil, varlık kuyruğudur. Kapitalizmi yokluk kuyruğundan daha iyi temsil eder bu. İslamcı kılığıyla gelip piyasacılığı tamama erdirmişlerdir. Kapitalizmde her şey vardır ama aslında hiçbir şey yoktur, ispatlamışlardır.

Bu durumda biz fakirin sadece halka bir-iki sözü olabilir. Birincisi; Saraylarla domates kasaları arasında ters orantı vardır. Saraylar büyüdükçe domates kasaları küçülür. İkincisi; Halkın parasıyla alıp sana yarı fiyatına satmalarını sadaka sanma. Başka yoksullardan söğüşlenmiş paradır, afiyetle ye.

***

Recai kendisinden söz ettim diye kızıp arar beni, biliyorum. Ona da Mahsuni’den bir türkü hazırladım, “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana. Bilmem söylesem mi söylemesem mi?” diyeceğim. Öfkesi yatışırsa ne âlâ. Girdik bir yola, tarih taksiratımızı affetsin artık!