AKP’nin hukuksuz OHAL’i

AKP’nin eski ortağı cemaatin darbe girişimini bahane ederek ülkeyi OHAL ile idare etmeye başlamasının üzerinden bir yıl geçti. OHAL şartlarında yaptığı referanduma dayanarak kurduğu tek kişilik yönetim de yürürlükte. Ama bütün bunlar baskının, hukuksuzluğun, zulmün artmasının dışında AKP lehine bir gelişmeye de yol açabilmiş değil. Açık bir faşizm yürürlükte ama düzenin etrafındaki çember de giderek daralıyor.

Hukukun rafa kaldırıldığı, devletin KHK’ler eliyle yönetildiği, mahkemelerin doğrudan idareden aldığı emirle karar verdiği bu döneme ironik bir biçimde damga vuran davalar da devam ediyor.

Bunların başında Silivri Toplama Kampı’nda devam eden “Cumhuriyet gazetesi davası” var. Davanın Silivri “Kampüsü”nde görülen ikinci duruşması da bildik sahnelerle tamamlandı. Mahkeme heyeti ve savcı sanıklara gazetecilik faaliyetleri ile ilgili sorular sordu. Haberlere nasıl karar verildiğini, atamaların kim tarafından nasıl yapıldığını öğrenmeye çalıştı. Belli ki bütün bunların bir “örgüt” tarafından yapıldığı kanısı vardı heyette. Öyle olmasa bu dava neden açılsın, neden sanıklar bu kadar uzun bir süre tutuklu kalsın…

Heyet ara verdiği duruşmaya sonunda devam etme kararı aldığında saatler gece yarısına doğru ilerlemişti. Sanıkların tutukluluğunun devamına dediler beklenildiği gibi. Bu kararı açıklamak için 2 saat beklemelerine rağmen, önceki kararı yazım yanlışlarıyla birlikte kopyalayıp yapıştırmışlardı. Bu arada “ele geçirilemeyen sanıklar”a, Can Dündar ve İlhan Tanır’a özellikle atıfta bulunmuşlardı. Bir dahaki duruşma Çağlayan’da “Adalet Sarayı”nda. Açık faşizm koşullarının ülkeyi sıkıştırdığı iki karadeliğin mesafesi işte bu kadar. Ya toplama kampındasınız ya da sarayda! Güzel olan şu ki artık ikisinde de adalet yerine sınırsız sorumsuz bir AKP zulüm var.

***

AKP’nin bildik OHAL’inin ikinci davası Nuriye ve Semih davası. Bu yazıyı kaleme aldığımız gün iki eğitimci açlık grevlerinin 190. günündeydi. İlk defa duruşmaya çıkarılacaklardı iki gün sonra. Nuriye ve Semih'in 18 avukatı duruşmaya iki gün kala evleri ve ofisleri basılarak gözaltına alındı. Polis, operasyon düzenlediği bürolar ve evlerde neredeyse her dokümana el koydu. El koyulan belgeler arasında Gülmen ve Özakça’nın savunması için hazırlanan dava dosyaları da bulunuyordu.

Ergenekon ve Balyoz davaları ile birlikte yürürlüğe konulan “Düşman Ceza Hukuku” halen yürürlükte. AKP bu hukuka dayanarak laik cumhuriyetin son kalıntılarını da silmeye çalışıyor. Olmayan hukuku işletecek olan mahkemelerde görev yapacak savunmaya bu kadar haşin bir biçimde saldırması da o hukuka uygun. Ama bütün bu icraatlarının arkasında derin bir korkunun kokusu da seziliyor. AKP’nin OHAL’lerinden biri de bütün davranışlarına yön veren bu korku.

***

Asıl korkulan dava ise çok uzaklarda, okyanus ötesinde. ABD’de Rıza Sarraf’ın yargılandığı davada Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın ardından ikinci AKP aktörü de yerini aldı. AKP’li eski bakan Zafer Çağlayan da artık davanın sanığı. AKP açısından işin kötüsü, davanın Zafer Çağlayan’ın sanıklığı ile de durmayacağı yönünde verilen işaretler. Mesela AKP’nin Hürriyet temsilcisi Abdulkadir Selvi, Rıza Sarraf operasyonuna ilişkin yazısında, hedefte Erdoğan'ın olduğunu yazdı. Selvi, "ABD, kendini İrma kasırgasının yıkıcı etkilerinden korumaya çalışırken, diğer yandan da Türkiye’yi Reza Zarrab kasırgası ile vurmaya çalışıyor" dedi. Selvi’nin içeriden aktardığı bilgilere göre Çağlayan'a ilişkin alınan tutuklama kararı “Ankara”nın morallerini bozmuş. ABD’de ipler artık Türkiye karşıtı derin güçlerin elindeymiş. Malum kendilerini Türkiye ile özdeşleştirmeyi çok seviyorlar. Demek istediği şey, gerçek hedefin saray olduğu.

Bu nedenle olmalı AKP resmi sözcülerinin yaptıkları açıklamalarla Zafer Çağlayan’ın eylemlerini resmen üstlendi. AKP Genelcumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, Zafer Çağlayan’ın Sarraf davasında sanık yapılmasını “Türkiye’ye karşı atılmış bir adımdır” diye değerlendirdi. Bu arada ilk defa çatlak sesler de duyuldu AKP içinden. Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, "Kol saati ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını, bu 'milli mesele' ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor. 'Çağlayan'ın yükü'nü taşımanın ve tüm siyasi harekete taşıtmanın nasıl bir gerekçesi olabilir ki?" dedi mesela.

Şurası açık; Dava adım adım belli bir plan dâhilinde ilerliyor. Çağlayan’ı sanık yapan sürecin diğer Rıza Sarraf dostlarına dokunmaması için de hiçbir engel yok.

Bütün bunlara rağmen Türkiye’de her şey hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ediyor. Zafer Çağlayan birkaç yıldır yurtdışına çıkamıyor ama tutuklanma korkusundan değil fıtıktan! Hatta o kadar ki Rıza Sarraf’ın atları da koşup para kazanmayı sürdürüyor. Sarraf'ın cezaevinde olduğu süre boyunca “Dayım Benim” adlı yarış atından 1 milyon 213 bin lira kazandığı açıklandı ki Türkiye nüfusunun yüzde 99’u için bu büyük bir servet. Ne diyelim at koşar baht kazanır!

Bu arada New York Güney Bölgesi Federal Başsavcılığı’na vekâlet eden Joon H. Kim’in hazırladığı son iddianamede, Rıza Sarraf için daha önce dört suçlamadan istenen 70 yıl hapis cezası, 90 yıla çıkarıldı. New York’ta önceki gün yeniden hâkim karşısına çıkan Rıza Sarraf, eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan’ın da dâhil edildiği yeni iddianamedeki suçlamaları da reddetti.

AKP’nin OHAL’i bildik sahnelerle sürüyor yani. Hem her şey ellerinde gibi görünüyor, hem de her şey ellerinden kayıp gidiyor. Bir gün hukuk kendilerine de lazım olduğunda arayacaklar ama bulamayacaklar. Çünkü öldürdüler onun adına ne varsa…

 

*Boyun Eğme dergisinin 91. Sayısında yayınlanmıştır